X

“Hayalperest olduğumu söyleyebilirsin ama ben yalnız değilim”

Bu aralar diş macunu reklamlarına bile ağlayasım geliyor. En güvenilir inancım olan “gülümsemeye” bile mecalim kalmadı. Kalabalığın içinde kocaman bir sessizlik yaşıyorum. Ve o milyarlarca ses, enerji, ışık dalgasının arasından insanlara bakıyorum… İnsanlarımıza, sokaktaki hayvanlarımıza, ağaçlarımıza, çöp arabalarımıza, trafik ışıklarımıza…. Ve geç de olsa farkına varıyorum. Kıvrımlarının, köşelerinin, renklerinin, hatalarının, korkularının farkına varıyorum. Binlerce düşünce ve duygu ayaklarımdan başlayıp alnımın ortasına kadar gidip geliyor göğüs kafesime henüz oturmadan. Öylece bir çaresizlik vuruyor sahillerime sonra da amansız bir korku. Ve yine devridaim sessizlik alıyor herşeyin yerini.

Tek bir şeyle kalabiliyorum eninde sonunda; yoktan var etmeye gücüm yetebilen tek şeyle…

Yaratabileceğim, yoğurabileceğim, arka raflardan çıkarabileceğim tek şey bu. Umut.

Sen de, ben de, ayakkabısı çamurlu taksici abi de, “silme abi gerek yok” dediğin halde güler yüzle camını silmeye devam eden benzinci de, çocuğunu vatan uğruna topraklara teslim etmeye razı gelmiş anne de. Evet, elimizde olan tek şey umut; ne zeka, ne para, ne nano teknoloji, ne hisse senedi… Umut, sadece ve sessizce umut.

Bu zor günlerde artık çizgilerimiz kalmadı, can korkusu sardı hepimizi, sevdiklerimizi kaybetme korkusu. Belki de bir şeyler öğretmeye çalışıyor yıldızlar bize, 5. viteste giden bu devirde. Durup, insan olmayı, insan olduğumuzu hatırlamayı… Hangi akranımla konuşsam telefona bakamıyorum artık diyor, belki de zamanı gelmişti telefonlar yerine birbirimizin yüzüne bakmanın. Dışarıya çıktığımda ise vahşi batı gibi, bir Allahın kulu yok, belki de zamanı gelmişti dışarılarda doldurmaya çalışmaktansa içimizdeki boşluğu, bir sıcak çatının değerini anlamanın. Kısacası anlamaya çalışıyorum neyi anlamamız gerektiğini, nerede hayatı es geçtiğimizi.

Bu hafta iliklerime kadar darmadumanken düşüncelerim, ne yazmak istediğimi anlamaya çalışırken bir panikle, “sabır” düşmüştü aklımın bir köşesine. Sabrın sonu selamet diyordum kendi kendime, sabredersek sonu selamet. Ancak sabır zaman aşımına uğrarsa şayet, istem dışı bize nefes aldığımızı unutturabilir, kalbimizde “ya olmazsa” korkusu yaratabilir ve takatsiz bir bekleyişe sebep olabilir. Bu nedenle sabrı biraz suyla açmak gerektiğine karar verdim. Sabrı biraz sevgi suyuyla açmak gerektiğine… Aylardır yüreğimizi dağlayarak aramızdan ayrılan tüm insanlara boynumuzun borcudur bu. Vakit; sabrederken sevmeyi öğrenmenin vaktidir, daha çok değer vermenin, anamızı babamızı toprağımızı, karımızı kocamızı evladımızı, Müslümanı, Museviyi, Hristiyanı, kediyi, köpeği, ağacı, memuru, doktoru, avukatı daha çok sevmenin vaktidir… Artık daha fazla sabır göstermenin zamanıdır dünyaya. Kırmızı ışıkta hemen sinirlenmeden, gül yüzlü günaydını eksik etmeden, politikacısına saldırmadan, eşin dostun yanına sıkıla sıkıla değil, koşa koşa gitmenin vaktidir bu vakit. Yaptığımız iş her ne ise daha çok hakkını vermenin, sevdiğimiz kadının ellerini öpmenin, sevdiğimiz adamın kıymetini bilmenin, çocuklarımıza daha merhametli olmanın, arkadaşı “kardeş” etmenin vaktidir. Hayır, pes etmek, çaresizliğe kapılmak yok! Vazgeçmenin zamanı değil şimdi! Korkuyorsak bile kızılcık şerbeti içtik diyeceğiz! Herşeyi alabilirler elimizden, ruhu bedenimizden, nefesimizi ciğerimizden ancak umudumuzu asla! Umut asla yok edilemez! Umut oldukça biz YAŞAYACAĞIZ! Belki hayalperest olduğumu söyleyeceksiniz ama ben yalnız değilim…

 

“You may say I’m a dreamer
But I’m not the only one
I hope someday you’ll join us
And the world will live as one”

                                  John Lennon-Imagine

Ceylin Atay: Ben babanesinin mutfağında serçe parmaktan ince sarma dolmalarla büyümüş, ananesinin patavatsızlığına, annesinin de kitap kurduluğuna hayran olan bir kızım. 31 Aralık’da doğmuş biri olarak yılbaşlarında "bak çocuğum senin doğum gününü tüm dünya kutluyor" diye kandırılarak bu yaşlara geldim. Fransızca eğitim aldıktan sonra “yok yarrabbi ben bu dilde üniversite müniversite okuyamam” diyip Amerika'ya kavimler gibi göçtüm. Gidiş o gidiş, dönmem 5 senemi aldı, 4 sene iletişim ve sosyoloji okudum. Daha sonra 1 sene yemek eğitimi alarak oradaki restoranlarda bilahare çalıştım. Döndüğümde elimde sadece 1 adet bavulum ve 25 koli yemek alet edevatım vardı. Buraya geldikten sonra şirketlere eğitimler düzenledim, firmalar için marka danışmanlığı yaptım akabinde de Burger Project’i açtık. Sonrasında, menü danışmanlığı, yemek editörlüğü, köşe yazarlığı derken değiştim ve geliştim... Tüm bu kısa zamana konsantre olmuş iş hayatımı bir başka yöne daha adayarak "Motivasyon Konuşmacısı" olmaya niyet ettim. Umarım kendinizle ve hayatınızla ilgili "gaza gelmek" istediğiniz her an, ağzınıza bir kaşık motivasyon çalabilir ve asıl gücünüzü size hatırlatabilirim. Sağlıcakla kalın.
İlgili Makale