Birçoğumuz pes etmek ile başlarız, ne yazık ki henüz yola çıkmayı bile denememişizdir. Aslında gerçekten yapıp yapamayacağımız konusunda deneyip görmek ve başarısız olacaksak veya evet yolda kalacaksak bunu görmek yerine, hiç başlamadan kendimizce “karar” veririz. “Benden geçti” diye söyleniriz, yaşım artık buna uygun değil. Veya tam tersi vardır, “ben bu nokta için henüz çok gencim, yaşım çok erken”.
Bu düşünceler sadece “düşünceden” ibarettir oysaki. Gerçek hayatta yaşayıp da sonucunda gerçekten bu çıktıya varmamışızdır. Kendimiz düşünüp kendimiz karar verip yine kendimize kendi kendimize sonuca erişmişizdir. Peki, sadece bu yol uygun değil ise? Ya bize sunulan bu “öğrenilmiş” yaş “sınırlılıkları” dışında bir yol mümkün ise? Ya yapacaklarımızı hayata katmak için gerçekten altmış yıl beklememiz gerekiyor ise? Veya bizler otuz yaşımızda da olsak birçok daha ileri yaşlı olan kişiye göre fikirlerimizle tecrübelerimiz ve kendi kendimiz olmakla bu dünyaya katabileceğimiz “yaşımızdan” çok ama çok daha büyük olanlar var ise?
İşte ben bu yazımda, sizlerle özellikle “yaş” konusunda toplumumuzun da küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı algılar, inanış şekilleri ve bu yüzden kendi potansiyelimizden vazgeçtiğimiz, geride durduğumuz ve hatta denemekten bile korktuğumuz zamanlarımızdan bahsedelim istiyorum. Bu konuda bizi korkutan “yaş” bariyeri hakkında kendi kendimizle yüzleşelim.
Öncelikle bu süreç çok küçük yaşlarımızdan itibaren başlar, annelerimiz korumacı bakış açılarıyla, tabii ki tüm iyi niyetleriyle bizleri sakınırlar. “Aman yapma, küçüksün düşersin!”, “Evladım sen bunu şimdi deneme ayağına koluna başına bir şey olur.” Okulda belki bizlerden büyük sınıftakilerle bir kavgaya tutuşmuşuzdur ve gelen cümle “Onlar senin kalemin mi senin yaşın daha çok küçük, onlara nasıl meydan okuyorsun?” olur.
Bize “küçük” olduğumuz, bir şey denediğimizde genel olarak yaşımızın buna uygun olmadığı, yaşımızın müsaade etmeyeceği öğretilir. Sonra üniversite çağlarımıza geliriz, “ben bambaşka bir kıtada bir yıl çalışacağım” dediğimizde “Sen daha çok gençsin oralarda nasıl tek başına yaşayabileceksin?” cümlesi gelir. “Nasıl kendi kendine bakacaksın, nasıl kendi ihtiyaçlarını karşılayabileceksin, hasta olduğunda sana kim bakacak? Annen baban yanında olmayacak, sen gerçekte yirmili yaşlarındasın ama hala çok küçüksün” olarak nitelendirilmektesindir.
Sonra daha da ileri yaşlarımıza gidelim. “Evlenmek istiyorum” dediğimizde hala “oğlum veya kızım, sen daha çok gençsin, henüz yirmili yaşlarını bile bitirmedin, tek başına nasıl karar verebiliyorsun, daha çok küçüksün ve ben senin kararını onaylamıyorum” olur değil mi? Öyle bir noktaya gelirsiniz ki, koskocaman otuz yaşına varmış insan oluruz ama hala “genç yaşın yetmez bunu bilmeye” ve “bunun hakkında kendince karar vermeye yetmiyor olan” oluveririz.
Hayatımızın kırklı yaşları işte bunca “yaşın yetmez, senin aklın ermez, henüz küçüksün” ile gelir. Bir de tam tersi olanlar vardır, bir gün ellili yaşlarımızın başında “Ben dans kursuna gitmek istiyorum” dediğimizde sizce çevremizden ne tepki görürüz? Ben hemen birkaç örnek ile açıklayabilirim; “Bu yaştan sonra dans mı öğreneceksin otur oturduğun yerde!”, “Bu yaşından sonra dans etmeye mi merak sardın çok yaşlı değil misin?”, “Sen yaşının kaç olduğunu biliyor musun, artık gençlik yıllarında değilsin nasıl yapacaksın?”. Ve buna benzer birçok yaşından dolayı yapamazsın, edemezsin, başaramazsın, erişemezsin ve yetersizsin mesajı içeren onlarca yorum duyarız değil mi?
Peki, bunlara inanmak ve inanmamak kimin elindedir? Bunlarla kendimizi kısıtlamak, kendimize sınırlar koymak ve “sadece” bir düşünce olarak “yapamazsın” kelimesinin ardına sığınmak veya sığınmamak kimin elindedir? Cevap yine kendimizden geçer. Evet, ne seçim yapıyorsak veya yapmamayı seçiyorsak işte yine bizlerden bizlerin elinden geçer.
Bakın sevgili David Schwartz, Büyük Düşünmenin Büyüsü isimli eserinde yaş ile gelen sınırlılık inançlarımızı nasıl yorumluyor;
“…Yaş mazeretçiliği, “bir türlü doğru yaşta olmama” başarısızlık hastalığı kolaylıkla tespit edilebilen iki formu içerir: “Çok yaşlıyım” türü ve “Çok gencim” türü.
Her yaştan yüzlerce insanın hayattaki sıradan performanslarını şuna benzer şekilde açıkladıklarını duymuşsunuzdur: “Şimdi yapmak için çok yaşlıyım (veya gencim). Yaş engelimden dolayı yapmak istediğim veya yapabileceğim şeyleri yapamam.”
Gerçekten, şaşırtıcı olan ise ne kadar az kişinin yaş anlamında kendini “doğru noktada” hissettiğidir. Bu bir talihsizliktir. Bu mazeret, gerçek fırsat kapısını binlerce bireye kapatıyor. Onlar yanlış yaşta olduklarını düşünürler, bu yüzden deneme zahmetinde dahi bulunmazlar.
“Çok yaşlıyım” türü, yaş mazeretçiliğinin en sık rastlanan türüdür. Bu hastalık hemen göze çarpmayan biçimde, sinsice yayılır.”
Hayatta potansiyelimizi belirleyen olduğumuz yaşımız değil, gerçekten kim olduğumuz ve bunu tüm dünyaya göstermek için içimizde nasıl bir istek duyduğumuzdur. Mimar Sinan elli yaşından sonra mimarlığa başlamış ve en güzel eserlerini altmışlı yaşlarında bizlere kazandırmıştır. Bir kişinin en verimli yaşları veya bu yaşlarda dünyaya nasıl bir katkı getirebileceğini belirleyen olduğu yaşı değil içinde var olan yeteneğini kullanma azmi ve istekliliği ile ölçülebilir.
Bugün bu yazımı okuyorsanız; her ne yaşta olursanız olun “yaşım” diyerek mazeret bulduğunuz her şeyde başka bir bakış açısı, başka bir çıkış yolu mümkün… Bu çıkış yolunu belirleyecek olan, bu gerçekliği yaratacak olan sadece ve sadece sizin inancınızdır.
Yaşınız her ne olursa olsun, dünyaya katacaklarınız için kendi kendinizin önüne koyacağınız bir engel olmasın, mazereti yaş olmasın, o muhteşem potansiyelinizi dünya ile paylaşmak için hiçbir zaman “çok erken” veya “çok geç” yoktur.
İlginizi çekebilir: Aşk bu kendimden vazgeçmek gerek: Kendim olmadığımda aşk olmak mümkün mü?