Açlık, sefalet, fakirlik, çaresizlik, yokluk, hastalık, pislik, olmayan ve bayağı uzun bir süre daha umutla bakılamayacak kadar uzakta olan gelecek ve bütün bunlara karşı kapı gibi duran inanç, umut, sevgi, saygı ve en önemlisi sabır! Hindistan’da bu tabloyu en açık şekilde görebileceğiniz, bugüne kadar girmiş olduğunuz bunalımlar için kendinize küfür edip, ibret alacağınız, hayatı sorgulamayı bırakıp, insanların bütün negatifliklere karşı nasıl bir erdemle ayakta durduğunu görünce saygıyla önlerinde eğilmek isteyeceğiniz şehir; Varanasi. İşte gatların (Ganj Nehri’ne inen merdivenler) arka sokaklarından nehre yürürken kafamda savaşan duygular bunlar. Ganj Nehri’yle tanışmam, bir akşamüstü, günün diğer saatlerine göre nispeten daha sakin olan bir saat dilimi. Gördüğüm manzara karşısında büyüleniyorum. Uçsuz bucaksız bir nehir, nehre inen uzun merdivenler, etrafta oturan yarı çıplak adamlar, Hindular, nehre girenler, dua edenler, yıkananlar ve arkadan duyulan ince bir müzik. İlk anda Ömer’e dönüp, “Ben bu nehre dizlerime kadar girerim, kollarımı, bacaklarımı da nehrin sularıyla sıvazlarım” diyorum. Bana böyle düşündürtecek kadar kutsal, farklı bir yer. Hindistan’ın kuzey topraklarından başlayıp, Bangladeş’ten geçerek, Bengal Körfezi’ne açılan ve Pakistan’a kadar değinerek devam eden bu kutsal nehir için böyle iddialı cümleleri biraz erken kurmuşum. Çünkü bu nehre tahminen her gün 1 milyar litre lağım dökülüyor ve Hindular buranın her ne olursa olsun pislenmeyeceğine inanıyorlar. Ama görünen köy de kılavuz istemiyor bir yerde!… Devletin aklı bir kuple başına gelmiş de 33milyon dolarlık bir harcama yapmış bu kutsal nehri temizlemek için ama nafile. Bir o kadar daha harcarlarsa pisliğin binde biri belki temizlenir diyeyim size…
Merdivenler çamur içinde, hele gatlara gelene kadar geçtiğimiz yollar; pislik içinde, etrafta ağır bir koku, kalabalık ama hayal edemeyeceğiniz kadar kalabalık, trafik, korna sesleri, inekler, motorsikletler, tuktuklar (motorlu taksiler)… Karmaşanın ve pisliğin kucağında kutsal bir şehir burası. Sokaklardaki kalabalığın hiç bitmediği, 7 gün 24 saat dua edilen, ayin yapılan, ölü yakılan, uyu(ya)mayan bir şehir. Tüm bu pislik ve çaresizlik içinde insanların bu denli inançlı olduğunu görmek belki de beni bu kadar etkiliyor. Çünkü Varanasi’de; sokaklarda ciddi anlamda bir yerleşim var. İnsanların evi yok. Ve öyle bir, iki, on iki, yüz iki kişi falan değil. Binlerce kişinin evi yok! İnsanın evi olmaması ne demek? Bunu ilk kez düşünmüyorum tabii; ama burada, bu soruyu ciğerlerime kadar hissediyorum.
Gelecek; gelecek mi?
Herkes gibi ben de gelecek üzerine çok düşündüm. Özellikle bu yıl, tam arada bir yaşta olduğumdan mıdır nedir (25), epey bir kafa yordum bu gelecek düşüncelerine. Hayatı çok sorguladım. Ama bu topraklara ayak bastığım andan itibaren, kafamda çarpışan tüm bu seslerle “işte” dedim “Irmak; koca bir yıl boyunca her şeyi çok fazla düşündün, sorguladın. Bugünden itibaren biraz daha sorgusuz, basit, açık yaşa. Belki de bunu görmek için buradasın! Tutturdun bir gelecek de gelecek. Ne geleceği, insanların bu akşamı yok!” Peki hayata olan bu bağ, bu yaşama sevinci ve inancı, umut, sabır… nereden geliyor? Yaşamak için nasıl oluyor da bu denli motivasyonları olabiliyor? İşte burada da devreye din giriyor. Milyarlarca insan, dine olan inançları ve bağlılıklarıyla dünyanın birçok yerindeki insandan daha sorgusuz, sualsiz yaşıyor hayatını. Şükretmeyi biliyor, bilmeyene de öğretiyor!
Tapınaklar, barınaklar, parklar, kutsal topraklar ve daha bir sürü şey…
Delhi’den Varanasi’ye, yerel havayolu Spice Jet’le bir buçuk saat süren uçak yolculuğumuzun ardından varıyoruz. İner inmez, taksi kuyruğunda beklerken bir rehber peşimize takılıyor. Takılmakla da kalmıyor, sınır tanımayarak bizimle birlikte taksiye biniyor. Allahım yarım saat boyunca durmadan konuşuyor. Bizi ertesi sabah şafak sökerken Ganj Nehri’ne bot turuna çıkaracağını, raconun böyle olduğunu, Ganj Nehri’ni en güzel sabah güneş doğarken görebileceğimizi, ardından Monkey Temple (Maymun Tapınağı) ve Sarnath’ı gezdireceğini, kendisine ne kadar para vereceğimize sonradan hizmetine olan beğenimiz doğrultusunda karar verebileceğimizi söylüyor. İstemediğimizi söyleyince de bir yüzümüze tükürmediği kalıyor. Biz Delhi’den randımanlı olduğumuz için önümüze çıkan ilk rehbere kapılmak istemiyoruz haliyle! Yani buradan çıkaracağınız ders, rehberlere boş yere para vermeyin. Alın bir Lonely Planet efendime söyleyeyim bir Berlitz kitabı, tatlı tatlı gezin kardeşim. Bu arada Sarnath; Gautama Buddha’nın Dharma felsefesini ilk düşündüğü yer olarak geçiyor ve ilk öğreti sohbetini yaptığı yer aynı zamanda. Bu sohbeti Sarnath’ın içindeki Ceylan Parkı’nda yaptığı için de bu önemli vaaz, Ceylan Vaazı olarak geçiyor tarihte! Bir de Sarnath, Varanasi’deki milyon tane kutsal yerden sadece bir tanesi. The Kashi Vishwanath Temple, Annapurna Temple, Sankatha Temple… Ziyaret edebileceğiniz yüzlerce tapınaktan bir kaçı.
Söz konusu Varanasi olunca önünüzde ucu bucağı olmayan bir dinler, diller, kültürler mozaiği beliriveriyor. Her dinin, kültürün kitaplarını da alsanız, aylarca da okusanız pek içinden çıkılacak gibi değil. Çünkü adamlar tapmaya doyamamış, “tapa tapa buraları dolaşıyorum” demişler adeta. Adını bildiğim bilmediğim, dur şurada yol üstünde iki adım tapayım dedirten minicik tapınaklar var. Bir noktadan sonra gerçekten ambale ediyor insanı. Varanasi’yle ilgili birkaç önemli bilgi daha: 7 bölgeli, 9 oturaklı bu ülkenin, Uttar Pradesh bölgesinde bulunan Varanasi; diğer adıyla Benares, Hindularca kutsal sayılan bir şehir. Burası; Tanrı Şiva Vishwanat (Varanasi’nin koruyucu Tanrısı)’nın şehri olarak da biliniyor. 2500 yıldan bu yana, tüm inananlar ve özellikle Hindular hac için geliyorlar, Ganj Nehri’nde yıkanarak günahlarından arınacaklarını, bu topraklarda ölerek ve yakılarak yeniden dünyaya gelmeyi engelleyeceklerine inanıyorlar. Sokakta tanıştığım ve iki günümde bana dostluk ve rehberlik eden Hindu, Baba ve gerçek adını bilmediğim Pablo lakaplı arkadaşlarım; Ganj Nehri’ne bebeklerin, hamile kadınların, kutsal adamların, hayvanların ölülerinin, yılan sokması ve cüzzam hastalığından ölenlerin bedenlerinin yakılmadan, direk olarak atıldığını anlattılar. Bu bilgileri benle paylaşırken de Ganj Nehri’nin üzerinde bir saatlik bot turumuzu yapıyorduk ve “Aa bak orada ne var” dedi. Demez olaydı. “Çocuğum manyak mısın, ne gösteriyorsun ölü bebeği” diyecektim ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Günlerce rüyalarımdan çıkmadı o ölü bebek!
Bir de akşam seremonisini izleyip, ardından ölü yakma törenine katıldıktan sonra tamamlanıyor her şey. Günlerdir burnumun ucundan gitmeyen ağır kokular, bünyemi terk edemeyen mide bulantısı, ölü bebek bedeni ve yanı başımda yanan kafatasları gözümün önünden gitmiyor. Gece boyunca rüyalarımda ayinler, zikirler, garip müzikler, maymunlar, fil tanrılar peşimi bırakmıyor…
Gat’tan Gat’a
Ganj Nehri’nin etrafını saran neredeyse 100 gattan sadece iki tanesinde ölü yakılıyor. Bunlar da Manikarnika ve Harishchandra gatları. Yolda tanıştığımız Avustralyalı arkadaşımız Mason, ben ve Ömer gecenin karanlığında ölü yakılan gatlardan birine yürüyoruz. Yerler tezek, balçık içinde, nehrin kenarından bir gattan diğer gata atlıyoruz. Bir adam oradan gitmeyin diye uyarıyor bizi, ne var da öyle dehşetle uyarıyor acaba? Yani neyin kafasını yaşıyoruz bilmiyorum gerçekten de. “Ne işin var kızım gecenin köründe buralarda?” diyorum kendi kendime. Evde millet kuş tüyü yastığında mışıl mışıl uyuyor, biz boğazımıza sarılmış maymunlarla gattan gata koşuyoruz! Nehre düşsem, ömür boyu toparlayamaz kimse beni. Bir de küçüklüğümden beri hep yüksekten veya böyle alengirli yerlerden düştüğümü görürüm rüyalarımda. Al sana, burada rüyaya gerek olmadan kendimi gatlardan gatlara atarak ne yapmaya çalıştığımı inanın bilmiyorum! Neyse, yolun sonunda Manikarnika Gatı’na ulaşıyoruz. Yanı başımızda 5 adet ölü beden yakılıyor. Tarif edemeyeceğim kadar garip bir his, ağır bir is ve koku eşliğinde ölü kaynatıcı amca verdiği bilgilerle aydınlatıyor bizi. “Burada 365 gün 6 saat ölü yakılıyor” diyor. Bayram yılbaşı, hiçbir tatil olmadığını, 24 saat boyunca ölü yaktıklarını ve sadece bağışla çalıştıklarını söylerken ağzından bal damlamıyor elbette! Bağışımızı yapıp, dehşet içinde terk ediyoruz bu garip yeri…
Mason
Hayatımda gittiğim en enteresan yerdeki, yaşadığım en garip anda yanımızda olan, tanıştığım en garip adam, Avustralya’lı Mason; Hindistan’a gelmeden önce vosvosunu bir kıza satmış ama üzerinden iki ay geçmesine rağmen hala parasını alamamış. Ve Ocağa kadar Hindistan’da vakit geçirmek için üzerinde sadece 800 rupisi var (800 rupi 24 dolar ediyor yanlış olmasın!). Biz çocuğu dinlerken gözlerimiz fal taşı gibi açılıyor, çünkü her ne kadar ucuz bir yer de olsa yeri geliyor bir yemeğe bu para veriliyor! Mason’ın üzerinde bir pantolon, uzun kollu bir bluz, bulunduğumuz sıcağa göre aşırı kaçacak bir bot var. Yanındaki tek kıyafeti de bu! Küçücük bir sırt çantası ve parklarda yatmak üzere bulunan bir mattan başka hiçbir şeyi yok yanında. Yani “Bir çanta ve anılar koyulmuş yola, cebinde de ucu ucuna yetecek bir para”. Tek farkı” Akdeniz merhaba” demiyor! Bu enteresan çocuğa bir bira ısmarlamak istiyoruz ve bir gece düzgün uyuyabilmek için kaldığı misafirhane; Shanti Guest House’a gidiyoruz. Bira içerken derin bir sohbete koyuluyoruz. Mason; Avustralya’da hapishanede çalışıyormuş. Çok affedersiniz birisi orta yere s*çtığında veya bir tarafını kestiğinde ya da intihar ettiğinde etrafı temizliyormuş. Ve bunun için iş başına 200 dolar alıyormuş. Hayatımda duyduğum en saçma iş. “Ama pis bir iş olduğu için kimse yapmak istemiyor, o nedenle parası iyi, benim için de önemli olan bu” diyor. Cebinde üç kuruş parasıyla, hesap gelince parayı bölüşmek isteyecek kadar gururlu olan Mason; bir ibret tablosu olarak tatilimize adını altın harflerle yazdırıyor! Azmine, bakış açısına, hayat felsefesine, karakterine sağlık diyorum, ne diyeyim. Hayatımda tanıştığım en orijinal adamlardan biri. Yolu açık olur inşallah…
Şükretmek; her ne olursa olsun şükretmek, umut etmek, hayal etmek, vazgeçmemek, sabretmek bir erdem bence. İlk zorlukta vazgeçmediğimde, daha iyisi için çabaladığımda, sabrettiğimde, şükrettiğimde ve ne olursa olsun umut ettiğimde “İşte yaşamayı öğrendin!” diyebileceğim kendime. Mevlana bile öyle dememiş mi zaten?..
“Üzülme” der Mevlana ve;
“bir yandan korkun bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun;
tek kanatla uçulmaz zaten.
sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle kirini, tozunu alır,
niye kederlenirsin?
taş taşlıktan geçmedikçe, parmaklara yüzük olamaz.
yüzük olmayı dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır”
VE SON OLARAK
“Üzülme” Der Mevlana.. Ve Devam Eder; “Kaybettiğin Her şey Bir Gün Başka Surette Geri Döner”..
Önemli Detaylar:
- Hindistan’da uçak yolculuğu yapmadan önce mutlaka biletinizin çıktısını yanınıza alın, çünkü hava alanına girmeden önce kapıda polis bileti soruyor. Eğer üzerinizde yoksa bilin bakalım ne yapacaksınız? Bir şey yapamazsınız kardeşim fellik fellik fotokopici ara ki bulasın…
- Spice Jet; bir Hindistan hava yolu şirketi olup hizmetinden oldukça memnun kaldığımız bir şirketti. Aklınızda ola… Biletler için: www.spicejet.com
- Varanasi’de mutlaka ama mutlaka iyi bir otelde kalın derim, zira gatlarda üzerinize yapışacak olan çamurlardan Mason’unki gibi geceliği 5 lira olan bir yerde kalarak kurtulamazsınız. Çünkü o misafirhanelerde sabun yok, duvarlarında kertenkeleler, şiltelerinde böcekler cirit atıyor. Demedi demeyin… (Ramada veya Radisson’da kalın, muson zamanı gecesi 20 euro)
- Varanasi’de her yere tuktuklarla gidebilirsiniz. Çok ucuz ama saatte 62,5 kere trafik kazası geçirme tehlikesi atlatacaksınız. Metin olun.
- Anam yemeğe gitmek için bir yer aramayın. Ya paşa paşa otelinizde yiyin ya da Ramada’nın hemen yakınındaki Brownie Restaurant’ta yiyin. Orası bayağı iyi, belli ki Avrupa, Amerika görmüş bir genç açmış. Pek nezih ve turistik. Yemekler de harika…
- Nehrin kenarında dua eden teyzeler fakirlikten kırılırken, burunlarındaki 10 tonluk, sizden benden çok para eden hızmaları nereden bulmuşlar, hangi anadan yadigar kalmış ben çözemedim. Hinduca öğrenirseniz siz sorun, bana da anlatın…
- Eğer Hindistan’ı trenle gezmek istiyorsanız bilet alamamak için www.yatra.com u ziyaret edebilirsiniz. Ne yaparsanız yapın olmuyor.
- Kafasında turuncu saçları olan bir tuktuk şoförünün bu dünyada görebileceğiniz en gururlu, kibar ve ölçülü bir insan olabileceğini unutmayın. Ön yargılarınızı evde bırakıp “bu akşam tuktukları evde bıraktım, körkütük sarhoş oldum umrumda değil” şarkısını söyleyerek kendinizi ön yargılı olduğunuz için cezalandırın…
- Benim yaptığım gibi BABA adındaki sözde falcıya 2000 rupi- 40 euro bayılın ki üzerinizdeki yüklerden kurtulun, hafifleyin. Bir daha da kendini nasıl pazarlarsa pazarlasın, bir falcının Alaaddin’in cini olamayacağını öğrenin!
- Mutlaka kalabalık grupla nehir turuna çıkın. Baş başa çıkanlar romantizm yapacağım derken kelleden olabiliyorlarmış. Şehir dedikoduları bu yönde…
- Gatlarda kafanıza yağ sürdürüp, masaj yaptırın ki bitlenesiniz. Bir de insanlar dua ederken benim gibi burunlarının dibine kadar girip fotoğraf çekin ve insanların ne kadar sabırlı ve özgün bir duruşu olduğunu görün. Aynısını bana yapsalar ana avrat küfrederdim. Dua ediyoruz lan!…
Yazarın tüm yazıları için tıklayın.