X

Hatalıyım, suçluyum, yanlış tercihler yapanım, başarısız olanım; öyleyse varım!

Bu yıl dünya üzerindeki 34. yılımı yaşamaktayım. Öncelikle kendimden başlayacağım bakalım neler neler “yapamamış” bir insanım. Çocukluktan başlayalım. Her ne kadar birinci olursam olayım ailemden “gerçek” bir takdir alamadım. Hiçbir emeğimin sonucu takdire “şayan” değildi. Her ne olursa olsun “daha iyisi” bulunurdu. Ben “yeterli” olamadım…

Biraz daha yol alalım bakalım daha sonra neler yapmışım…

Sonra biraz daha büyüdüm. Evet, en iyi üniversitenin ismini bile söylemesi zor bir bölümünü bilimi çok sevdiğim için ben tercih ettim… Doğru muydu bu tercih? Kime göre neye göre? Ama örneğin “doktor” olmayı seçseydim belki biraz daha takdir toplayabilirdim… Ama yapamadım; “doğru tercihi yapamadım” ben hatalıyım çünkü bilmeden hayatımı kararttım değil mi? Ben işte o hepimizin “takdir ettiği” insanlardan olamadım yanlış bir tercih yaptım…

Biraz daha ilerleyelim, bir bölümün ağırlığı yetmiyormuş gibi ikinci bölüme başladım. Herkes dışarıda zaman geçirirken ben o dersten bu derse koştum… Sonra saatler süren zamanları kütüphanede geçirdim. Hep çok çalışmam gerekiyordu. Yetişmek üzere, yapabilmek üzere, başarabilmek üzere… Yine takdir alamıyordum tabii ki çünkü ben diğer kadınlardan, diğer öğrencilerden ve ailenin “beklediği” kocaman kız olmaktan farklıydım… Kitaplardan başım kalkmıyordu bir kere bunun neresi doğruydu değil mi? Ben yine o hepimizin çokça takdir edeceği “hanım kız” olamadım, yetemedim, beklentileri asla ama asla karşılayamadığım gibi yine karşılayamadım… Oysa tek düşündüğüm bu dünyaya geldiysem ve beynim çalışmaya devam ediyorsa bunun bir amacı, bir derinliği, bir “kullanımı” olması gerektiğiydi… Ve öğrendiğim her şey beni adeta büyülüyordu… Ama beklentiler vardı hayatta, ben bir kere “hata yapmaktaydım”…

Biraz daha yol alalım bakalım daha sonra neler yapmışım… Evet, evlendim, uzun bir birliktelikten sonra evlendim. Herkes gibi evliliğin “ne olduğu” konusunda fikrim yoktu… Ve bir yıl geçmeden beni çok sarsan bir dönem ertesinde ayrıldım ve o dönem daha da sarsıldım… Nasıl kocaman bir yanlış yapmıştım değil mi? Herkese göre “başarısız” oldum. Belki kendime göre de son derece “başarısızdım”… Hatalıydım ve yine işte yeterince güzel, yeterince kadın, yeterince insan, yeterince evli ve ne yazık ki yeterince “doğru insan” olamamıştım… Ben “başarısız” olandım…

Her şey ben otuz yaşıma bastığımda bir uçağa binip tek başıma Buenos Aires’e uçtuğumda değişti…

Bir paragraf daha okumak ister misiniz? Benim daha anlatacaklarım bitmedi… Sonraya gidiyorum, biraz daha sonraya, hayatımı sessizleştirdim. Kendi kendime baktığım “yıllar” geçirdim… Çokça okumaya devam ettim. Kimseye bir şey anlatmadan kendi kendime muhakeme ettim hayatı. Doğru muydu bu derece kendine dönmek? Hani dışarı çıkmadan önce saatlerce evde hazırlanmaya çalışıp da yine de hazırlıklarını bitiremeyenler gibi bir türlü o benim olduğum dünyadan çıkamıyordum… Dışarıdan her şey “normaldi” evet gülüyordum, evet dışarıdaydım ama içimde neredeydim?

Her şey ben otuz yaşıma bastığımda bir uçağa binip tek başıma Buenos Aires’e uçtuğumda değişti… Yine “hata” yapmaktaydım bir kere kadın başıma ne işim vardı değil mi? O güne kadar onlarca ülke gezmiştim de bir tanesine bile “tek başıma” gitmemiştim. Şimdi neden bu en uzak o dünyanın öbür ucuna bir başıma gidebilmekteydim değil mi? Yine takdir göremedim ne yazık ki ama itiraf edeyim çok ama çok eğlendim, çok ama çok büyüdüm ve çok ama çok keyif aldım… Yine de ben o “hata yapan” olmaktan geri kalamamıştım işte bir kez daha “normal” bir kadın, normal bir hanım, normal bir “insan” olamamıştım, yine o muhteşem “beklentileri” karşılayamadım…

Bu yazımda hayatlarımıza aslında hatalarımıza başarısızlık olarak gördüklerimize kaybettiğimizi düşündüklerimize “hiç istemeden başımıza gelenlere” kısacası tüm “başarısızlıklarımıza” bambaşka gözlerle bakalım istiyorum. Onlar olmasaydı bugün olduğumuz kişi olabilir miydik? Eğer ihtiyacımızı olup da bir dostla ağlayabildiysek dostluğun veya yarın yanında ağlanacak dost olmanın kıymetini anlayabilir miydik, eğer gerçekten ihanete uğramasak gerçekten dürüst olmanın öncelikle kendimize ve sonra herkese karşı hayata karşı tamamen olduğumuz gibi tüm gücümüzle samimi olmanın değerini güzelliğini anlayabilir miydik?

Aslında bu zamanlar da bizim o güzelim hayat yolumuzun muhteşem durakları oluşları anları değil midir?

Fakat biz işte bu süreçlere belki ayrılıklarımıza belki para kaybettiğimiz durumlara belki bir sınavı geçememeye belki isteyip de yapamadığımız her şeye kayıp olarak hata olarak yani düşünmeye bile değmeyecek olanlar olarak bakarız… Bu ne kadar doğrudur? Aslında bu zamanlar da bizim o güzelim hayat yolumuzun muhteşem durakları oluşları anları değil midir?

Bakın sevgili Mustafa Kartal eseri Her Zaman Daha İyisi Var ile bu durumu nasıl yorumluyor:

…Hatalar, eleştiriler ve suçluluk duyguları bir araya gelip kişisel mutluluğu sınırlayıcı karşılıklı bir etkileşimde bulunuyorlar. Hataların yükünü, eleştirilerin küçültücü etkilerini, suçluluğun iğnelemelerini nasıl ve nereden ediniriz? Ebeveynlerimizin düşüncelerini ve beklentilerini karşılamak üzere yetiştirildik, bunlar bizim kutsal öz tatmin unsurlarımız haline geldiler.

…Yaşam sonsuz öğrenme olasılıklarının dizilimidir. Yaşam, hatalarımızdan öğrendiğimiz değişim sürecidir. Başarı hataları faydalı deneyimlere dönüştürebilmek ve hatalar üzerinden kar elde edebilmek olarak da tarif edilebilir. En tanınmış başarılı insanların yaşamları, beceriksizlikler ve onların neden olduğu hasarların onarımı şeklinde geçen hikayelerle doludur, ancak onlar bunlardan ders alırlar. Büyük başarıları olan girişimcilerin, başarısız girişimlerinin ortalaması dörttür.

Bugün yargılamadan ve değiştirmeden yüksek sesle itiraf edelim; “hata yaptım, başarısız oldum evet yanlış tercih yaptım ve evet suçluyum çünkü yaşıyorum, çünkü hayat böyle bir şey, çünkü tüm bunlar benim biricik hayatıma dair. Tüm bunlarla öğrendim, büyüdüm, ağladım, güldüm, pişman oldum, üzüldüm, kaybettim, kazandım ve evet yaşadım çünkü bunlar “hayat dair” çünkü ben bunlarla varım…

 

İlginizi çekebilir: 100 yaşından sonra maraton koşmak: Muhteşem hayat enerjimiz hiç biter mi?

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale