X

Hatalar güzeldir: Hangi hatalarınızla gurur duyuyorsunuz?

Soru biraz provokatif… Bir cevap belirdi mi zihninizde?

Belki bu soru hiçbir karşılık uyandırmadı, hatta tam tersine saçma buldunuz. Bir ihtimal, hafiften hoşunuza gitti ve sizi düşünmeye, hatalarınızı gözden geçirmeye itti. Belki gerçekten “iyi ki yapmışım” diyebileceğiniz hatalarınız vardır ve bunu bulma isteği yarattı. Ya da şöyle bir düşündünüz ve “hata” diyebileceğiniz hiçbir tercih / davranış bulamadınız. Bu, hata kavramının sizdeki izdüşümüyle ilgili olabilir. İstemediğiniz sonuçlara sebep olan seçimleriniz olmuş, ancak bunlara öğrenme fırsatı gözüyle bakmış, faydalı olabilecek çıktılarını alarak yolunuza devam etmiş, bu nedenle de “hata” olarak etiketlememiş olabilirsiniz. Veya her şeyi mükemmel yapmakla fazlasıyla ilgili olduğunuz için, hata yapmamak ana amacınız ve esas bununla gurur duyuyor olabilirsiniz.

“Hata yapmak” ve çocukluk dönemi

Bazı alışkanlıklarımızı ve bakış açılarımızı, kavramları anlamlandırmaya başladığımız çocukluk veya ilk gençlik döneminden bugüne taşımış olabiliyoruz. Zaman, biz ve deneyimlerimiz değişmiş olsak bile, bu eskiden taşınan bakış açıları, tıpkı sürekli giydiğimiz için temasını hissetmediğimiz rahat bir giysi gibi, farkında olmadan bizimle bütünleşmiş olabiliyor.

1983, aşk benzeri bir his beslediğim buz pateni sporuyla tanıştığım yıldı. İlkokuldaydım ve Ankara’nın kış gibi kışlarında açık havada kayıyordum. Özellikle Şubat tatilinde kah güneş, kah kar altında, klasik müzik veya pop şarkıları çalarken renkli eldivenler takmak, buz üstünde hızla yol almak, geri geri kaymak, soğuk havaya rağmen ısınıp paltoyu, montu çıkarmak gibi şeyler içeren büyülü bir tecrübeydi.

Hata yapmamaktan memnun olmak deyince ilk aklıma gelen bu güzel resmin sebebi, buz patenini hiç düşmeden -evet, bir kez bile dengemi kaybedip popo üstü yere düşmeden- kıvırmış olmak. O yaşlarda hatasız olmak ve aferin almak büyük bir ihtiyaçtı benim için. Sıfır hatanın aferinlik olduğuna inanıyordum!

Patenle ilişkim ortaokulda düzenli olarak devam edecek, lisede ise yasal zorunlulukmuşçasına girdiğim dershane temposu başlayınca bitecekti. Doğrusu, ilgim bitmese de bu hobiye vakit ayırmam bitti. Eğer sürdürseydim, hatta kendi kendime değil de, ileri seviye ders alarak devam etseydim muhtemelen buz üstünde düşmekle tanışmam kaçınılmaz olacaktı. Bunu benden hocalarım da bekleyecekti belki. Figürler zorlaştıkça, risk alıp deneyeceğim şeyler çoğalacak ve öğrenme sürecinin kaçınılmaz ve normal bir parçası olacaktı. Şimdi düşünürken, şüphelenmeden edemiyorum: Kursa devam etmememin esas sebebi bu sezgilerim olmuş olabilir mi?

Hatalar ve “caizlik”

Hata yapmak, kavramsal olarak olumsuz. Önemine ve büyüklüğüne göre değişen şekillerde kayıp, zarar gibi maddi sonuçlar ya da pişmanlık, hayal kırıklığı, belki utanç gibi yönetmesi zor duygulara yol açıyor. Elbette bile isteye yapılacak şey değil. Bu, bizimle ilgili kısmı.

Bir de diğer insanlarla ilgili kısmı var. Söz gelimi, işinizle ilgili bir hata yaptınız. Önemine ve büyüklüğüne göre yaşanacak sonuç da değişecektir. Ancak bundan etkilenecek sizden başkaları da varsa daha da istenmeyen bir durumla yüz yüze kalacaksınız. (Burada, hayati tehlike gibi hata kaldırmayan örnekler konumuz dışı.) Bu bir raporlama hatası olsun, diyelim ki. Muhasebesel bir hata ise, denetimde sorun yaratma potansiyeli olabilir. Ya da sadece yöneticinize, yasal cezalara yol açmayacak, iç işlerinizle ilgili bir rapor hazırladınız. Bu sefer de durum tespiti veya stratejiyle ilgili yanlışlara sebep olabilirsiniz. Beyniniz, yöneticinizin durumu fark edip etmeyeceği, konunun önemi, fark edilirse ve önemli ise size ne gibi sonuçlarla geri döneceği gibi hızlı hesaplar yapacaktır.

Müşteriye hatalı bilgi verdiğinizi ya da üslubunuzda isabetsiz bir ifade kullandığınızı düşünün. Sonuçları hem size, hem müşteriye, hem şirketinize olumsuz yansıyabilir. İşle ilgili konularda ayrıca geliriniz ve işinizin devamı gibi daha büyük riskler de söz konusu. Hatta ailemizin geçimini de bu şekilde sağlıyorsak, hata yapmaya yaklaşımımız daha da değişecektir.

Özel hayat ve ilişkileri düşündüğümüzde ise, “hata” kavramı bambaşka bir hal alıyor. Bizde yarattığı izlenim de, diğer muhatapların yaklaşımı da iş hayatından farklı olacaktır.

Ortam, durum ve ilgili taraflara göre üzerimizde yarattığı stres miktarı değişiyor. Kuralların daha net ve kesin olduğu yerde, sonucun öngörülebilirliği artıyor. Bu da hataya yaklaşımımızı belirliyor. Diğer insanlar söz konusu olduğunda sorumluluğun da artmasından yola çıkarak, sadece kendimizle ilgili olan bir konuda belki daha umursamaz olacağımızı düşünenler olacaktır. Ancak bu herkes için böyle değil. Çünkü herkesin, kendine yaklaşımı da aynı değil.

Özetle, hataların yol açtığı veya açabileceği sorunlar üzerine hepimizin, tecrübelerimizle pekişmiş bazı fikirleri var. Etrafımızda da hataların övüldüğünü pek görmüyoruz. Hemen herkesin kolayca ve sıklıkla yaptığı şey; bir diğerinin yanlışını bulmak, eleştirmek ve ne yapması gerektiğini söylemek. Bunu bazen muhataplarına doğrudan söylüyorlar. Bazen de sohbet konusu olarak bize anlatıyorlar. Bir kısmı gerçekten yardım amaçlı iken, büyük bir kısmı da aslında serzeniş.

Bu da şu demek; hata yaptığımızda insanların nasıl bir tutum sergileyeceğini öğrenmiş durumdayız. Örneğin bir iş kurdunuz ve yanlış bir yatırım kararı alarak çok para kaybettiniz. Bundan dolayı sizi alkışlayacak birilerini bulmanız gerçekten zor. Ancak, yatırımınızın neden yanlış olduğunu uzun uzadıya anlatacak kişileri bulmanız kolaydır. Tüm bunlar, insanları hata yapmaktan korkar hale getiriyor. Büyük bir çoğunluk için ve çoğu zaman “hata yapmak caiz değildir” dersek, abartmış olmayız.

Korktuğumuz hatalar hangi kategoride? Bazen alışkanlıkla, hepsini aynı sepete koyuyor ve hak etmedikleri kadar büyük risklerle ilişkilendiriyor olabilir miyiz?

İstisnalar

Bazı güvenli alanlar var mıdır hata yapmanın normal ve hoş karşılandığı? Genel olarak, amaç bir şeyi “öğrenmek” olduğunda kendi hatalarımıza da, başkalarının hatalarına da daha kabullenici yaklaşıyoruz. Sporda mesela -eğer yarışta değil de antrenmandaysanız- hata yapmak olumlu karşılanabilir. Burada da örneğin, bir futbol takımının seyircili antrenmanından söz etmiyorum. Çünkü orada yine işin içinde başka insanlar, maddiyat ve antrenman dahi olsa performans hedefi var. (Performans hedef olduğunda risk büyüyor!)

Bir koşucunun kronometre kullanarak kendi en iyi zamanını geliştirmesi sırasında, defalarca bunu yapamaması pek de “hata” olarak adlandırılmayabilir. Çünkü zaten antrenmandadır ve istediği noktaya gelene kadar defalarca hedefine ulaşamaması adeta gelişim yolunun doğal ve beklenen bir parçasıdır.

Bisiklete binmeyi öğrenirken yalpalamak veya düşmek, araba kullanmayı öğrenirken stop ettirmek, profiterol yapmakta ustalaşırken hamurun kıvamını tam tutturamamak… Hepsi normal, hatta belki hoş karşılanacak hatalardır. Belki aklınıza, hata yapmanın normal karşılandığı başka örnekler de gelmiştir.

Ancak öğrenmenin değil de başarının hedeflendiği hallerde böyle olmuyor. Performans gerektiren veya kısa zamanda kesin başarı hedeflenen bir durumda da, örneğin bir maçta veya yarışta, ya da işimizde yaptığımız hatalara da bir öğrenme süreci olarak bakabilsek, bu neyi değiştirir?

Kaçınılmaz ve üstelik gerekli!

Hata korkusu bazen bizi paralize edebilir. Olabildiğince yeni bir şey denemekten kaçınarak, mevcut pozisyonda kalıp riski azaltma güdüsü oluşabilir. Bu, anlaşılır bir tercih. Belli dönemlerde işe yarayabilir. Ne kadar uzadığına ve bizi nelerden alıkoyduğuna bakmak da faydalı olabilir. Durmuş bir saatle ilgili ünlü metafora tersten bakalım: Günde sadece 2 kere doğru olmak, kalan zamanda sürekli hatalı olmak demek!

Yani, risk almamak ve hata yapmamak için hareketsiz kalmak, çıkış amacına –burada “Aman, hata yapmayayım!” güdüsüne- zıt bir durum yaratıyor. Var olmak ve yaşamak, hiçbir şey yapmadan dursak bile kaçınılmaz olarak hatalar yapmak demek. Sürekli kaçış çok mümkün değil. Yaşamın kodlarında var. Bir başka deyişle, son derece normal ve yaygın. İlerleme ve gelişim de ancak çeşitli hatalar yaparak oluşuyor. Bunun hayatın normal bir parçası olarak algılanması, rahatlatıcı olduğu kadar, ayağımızı basacağımız başlangıç zeminini de sağlıyor.

Yeni bir kültür: Kutlamaları bile var!

İlerleme ve gelişime en çok ihtiyaç duyulan alanlardan biri olan ekonomiyi besleyerek sağlamlaştıracak bireylere ve işletmelere ülkelerin ihtiyacı var. Bu nedenle desteklenen girişimcilik ise; hata yapmanın yüksek olasılık olduğu, bir o kadar da anlamlı sonuçlar doğurabildiği bir alan. Başarıya ulaşmış ve dünya çapında iş yapan şirketlerin kurucularının daha önce başarısız olan girişimlerini duymuşsunuzdur. Bu başarısızlıklar ise, bugünkü yerlerine gelmelerini sağlayan kilometre taşlarıdır. Sadece girişimciler arasında değil, sanat ve bilim gibi alanlarda da ünlü isimlerin geçmişinde başarısızlıklar var. Bir örneğine buradan bakabilirsiniz.

Girişimcileri ve kariyerlerine yeni başlayacakları cesaretlendirmek amacıyla Finlandiya’da 2010’da üniversite öğrencilerince 1 gün olarak başlatılan “Başarısızlık Günü” etkinliği, büyük ilgi görünce ertesi yıldan itibaren popüler ve büyük bir etkinliğe dönüşmüş. Yükselişte olan bir ülke olan Güney Kore ise, 3 günlük “Başarısızlık Fuarı” düzenliyor. Güney Kore’nin bunu devlet destekli yapmasının ardında, sadece girişimcileri cesaretlendirip ekonomiyi besleme kaygısı değil, hata kabul etmeyen kültürün yol açtığı intiharları önleme amacı da var. Ülkemizde ise daha küçük çapta olmakla birlikte en az 5-6 yıldır İş Batırma Hikayelerinin paylaşıldığı etkinlikler ve Başarısızlık Zirveleri yapılıyor.

Kurumsal tarafta ise, “hatalardan öğrenme” ve “hatalar karşısındaki tutum” başlıkları gitgide daha çok gündem oluşturuyor. Çünkü, intihar kadar uç bir sonuca yol açmasa da, bir kurumda hatalara karşı takınılan tavır, o kurumun yerinde mi sayacağını, yoksa yaratıcı yeni atılımlar mı yapacağını belirleyen şey. Bireysel olarak ise, eğer hatalarınıza öğrenme süreci olarak bakma fikri kafanıza yattıysa, iki soruyu samimiyetle kendinize sormanızı tavsiye ederim: Başkalarının hatalarına yaklaşımınız nasıl? Kendi hatalarınıza yaklaşımınız nasıl?

Nasıl ve ne zaman?

Diyelim ki, hata yapmaktan korkmamaya ve risk alarak yeni denemeler yapmaya karar verdik. Nereden başlamalı? Konuya ve duruma göre ayrım yapmaksızın en büyük riskleri alarak korkuların üzerine gitmek pek iyi bir fikir olmayabilir. Çünkü hedefiniz, aniden önemli sonuçları olan ve sizi daha zor durumlara sokabilecek veya başkalarına zarar verebilecek durumlara yol açmak olmamalı.

  • Bebek adımları: Öncelikle, sadece sizi ilgilendiren ve daha cesaretli olmak istediğiniz konulardan birini seçerek, size daha az zor gelen küçük adımlarla başlayabilirsiniz. (Jim Carrey’nin başrolünde oynadığı 2008 yapımı “Bay Evet” (Yes Man)’i de motivasyon için izleyebilirsiniz.)
  • Deneme-Yanılma yöntemi: Elinizde birden çok deneme şansınız olan herhangi bir durum varsa, bu yöntemi kullanabilirsiniz. Her hatalı sonucun, öğrenmeye giden yolu güçlendirerek sonraki benzeri durumlarda daha hızlı çözüm getirdiği bu yöntem, etkili bir öğrenme yöntemi.
  • Azim kostümü: Eğer eleştiriden çok etkilenen veya motivasyona ihtiyaç duyan bir yapınız varsa, yaptığınız ve yapacağınız hataları “azim” olarak yeniden adlandırmayı deneyin. Tekrar denemekten de geri durmayın. Azimliler takdir edilir. Bunun bir azim hikayesi olduğunu hem dışarıya, hem kendinize göstermeniz aradığınız desteği size sağlayabilir.
  • Korkuyla dürüstçe yüzleşme: Yazıya dökün. Sizi endişelendiren konuyu tarifleyin. Neden endişelendiğinizi, olmasından korktuğunuz şeyleri listeleyin. Her bir olumsuz sonucun olasılığını ve eğer gerçekleşirse ne yapacağınızı da ekleyin. Yazarak ele almak, beyninizin sadece düşünürkenden daha farklı çalışmasına ve gereğinden fazla büyüttüğü şeyler varsa fark etmenize yol açacaktır. Ayrıca endişelerinizin, içinizden çıkıp kağıda döküldükçe ağırlıklarını kaybettiğini görebilirsiniz. Eğer analitik tarafınız baskınsa, elinizde detaylı bir yol haritası tutmak da size güç verecektir.
  • Sonuca değil, sürece odaklanma: Dikkat! Bu yöntem, aslında hedefiniz olmasa da, performans amaçlı durumlarda da başarıyı yakalamanıza yol açar. Yaptığınız bir işin sonucunun başarılı olup olmayacağını çok fazla merak etmek, performansı düşürür. Önce, sonucu aşırı önemli olmayan faaliyetlerden birini seçin. Sürecin içindeki küçük adımlara ve uygulamalara bütün dikkatinizi vererek onu izleyin. Örneğin, dikiş dikiyorsanız iğnenin iplikle birlikte kumaşa battığı ve çıktığı noktalara odaklanın, bir sunum hazırlıyorsanız her slaytta seçeceğiniz görsellere, renklere, anlatımınızdaki cümlelere odaklanın. Sunumun sonunda ne olacağından uzaklaşın. Bitmiş sürece şöyle bir bakın. Sonucu bana yazın. (mail adresim: ece@kendiyolun.com, Instagram: @ece_aga)
  • Zamana güvenme: Öğrenmek, zamana yayılan bir süreç. Bazen, olumsuz sonuç aldığınız bir adımınızın hemen ardından somut bir çıkarım yapamayabilirsiniz. Ancak orta veya uzun vadede, yaşayacağınız diğer olaylarla sentezlenerek size, bir noktadan diğerine ulaşırken katkıda bulunmuş olduğunu fark edebilirsiniz. Bunu fark etmek, bundan sonraki adımlarınızda daha rahat ve güvenli olmayı da getirir. Şimdi geriye dönüp düşünme zamanı. Can sıkıcı yaşanmışlıklarınız, daha sonra size ne katmış ve öğretmiş?

Başarısızlık Festivali’nin katılımcılara tavsiyelerine de bir göz atın derim. Zaten yapmadığınız veya normalde size ters gelecek olanları seçmek, en isabetlisi olacaktır:

  • Bir şeyler deneyin ve başarısız olun! Nasıl yapılacağının bir yolunu düşünüp bulun.
  • Hayranlık duyduğunuz insanların başarısız tecrübeleri hakkında okuyun.
  • Yapması zor bir yemek hazırlayın. Pişirirken yakın.
  • Instagram’da başarısızlık fotoğrafları paylaşın. (Tabii ki kendinize ait!)
  • Facebook’ta utandığınız bir anınızı paylaştığınızda gelen beğeni ve yorumlara bakın.
  • Önemsiz bir şey için gereksiz bir para harcayın veya uzun zamandır istediğiniz bir şeyi alın.
  • Hoşlandığınız kişiye çıkma teklifi edin. (Maske ve fiziksel mesafeye dikkat!)
  • Youtube’da “Başarısızlık” sözcüğünü aratın ve çıkan videoları izleyin. O insanların hiçbirinin amacının başarısız olmak olmadığını hatırlayın. Denemeden sonra olan normal bir şeydir bu.
  • Hatalarınızdan öğrenin. Başarısızlıklarınızı nasıl başarıya dönüştürebileceğinizi düşünün.

Hata yapmak, cesaret kavramıyla yakından ilgili görünüyor. Bu yazının başlığı da bu ilişkiye vurgu yapıyor.

Denge

Hayatta sürekli bir şeyler deneyimliyoruz. Bu deneyimlere merakla, keşfetmek için bakmak, yolculuğu hem anlamlı, hem de zevkli kılıyor. Bir şeyler öğrenmek ise, tıpkı bir bilgisayar oyununda yeni seviyelere geçmek gibi, giderek öncekinden farklı deneyimlerle karşılaşmayı getiriyor. Hatalar, deneyimleyerek öğrenmenin ayrılmaz bir parçası. Bu öğrenme konusuna iki türlü bakabiliriz: İlk akla gelen ve yaygın olan, hatalardan öğrenerek bir daha tekrarlamamakla ilgilenen bakış açısı. Diğeri ise, dünyaya ve hayata ilişkin yeni bir şey daha öğrenmiş olmak, yani öğrenmiş olmak için öğrenmek.
Vahim sonuçları ve zorunlu performans hedeflerini bir kenara bıraktığımızda, hatasız olma isteğinin nereden kaynaklandığına ve neye hizmet ettiğine bakmak, bize yeni ufuklar açabilir ve iyi gelebilir.
Konuyu bambaşka açılardan ele alan iki alıntıyı aşağıya bırakıyorum. Yürüdüğünüz yolda hangisinin daha çok işinize yarayacağını düşünüyorsanız, alıp gitmeniz için:

“En çok hataya düşenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde şeyler isteyenler ve kendilerini olduğu gibi kabul etmeyenlerdir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
“Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”
Samuel Beckett

Kaynakça:
http://www.exforsys.com/career-center/problem-solving/the-use-of-trial-and-error-to-solve-problems.html
https://dictionary.apa.org/trial-and-error-learning
http://itugirisim.org/once-dibi-sonra-zirveyi-goren-8-basarili-isim-unlu-isimlerin-basarisizlik-hikayeleri-serisi/
https://theculturetrip.com/europe/finland/articles/why-finland-has-a-national-day-of-failure/
http://dayforfailure.com/
https://qz.com/work/1714750/south-koreas-government-is-trying-to-teach-people-how-to-fail/
Kitap: İş Hayatında Zihin Oyunları – W. Timothy Gallwey

İlginizi çekebilir: Gelişim için en önemli adım: Gelişime açık olmak

Ece Ağabeyoğlu, ACC: 1998 – 2014 arasını kapsayan tam zamanlı kurumsal çalışma döneminde sigorta ve bankacılık sektörlerinde satıştan risk analizine, oradan eğitmenliğe ve koçluğa uzanan yerli ve küresel kurumlardaki yolculuğunda giderek iş tatmini ve insana merak saldı. Örgütsel Psikoloji alanında danışmanlık, profesyonel koçluk, eğitmenlik, iş ve meslek danışmanlığı şapkalarını taktı. Son yıllarda denge kavramına ilgi duyuyor. Ece, kurumsal eğitimler vermenin dışında, kendi yolunu kendi çizmek isteyen bireylere meslek seçimi, kariyerdeki adımlar ve iş tatmini gibi konular etrafında destek veriyor. Öğrenmeyi ve paylaşmayı seviyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale