X

Röportaj: Hanne Arts anoreksiya nervozaya karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor

“Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.”

Birçoğumuz kendimizi daha sağlıklı ve zinde hissetmek için kilo verme ihtiyacı duyuyoruz. Bazılarımız dengeli ve yeterli beslenme ile ölçülü bir egzersiz programını takip ederek amacımıza ulaşıyoruz. Bazılarımız ise bedenlerimizin ihtiyaçlarına kulak kapama pahasına popüler diyetlere başvuruyor ve yediklerimizi tehlikeli boyutlara varacak şekilde kısıtlama yoluna gidebiliyoruz. Buna çoğunlukla aşırı spor yapma saplantısı da ekleniyor. Bir de özel hayatımızda çalkantılı bir dönemden geçiyor ya da kendimizi çeşitli nedenlerden dolayı boşlukta kalmış gibi hissediyorsak, kontrol edebildiğimizi “zannettiğimiz” tek şeye, yani bedenimize yükleniyoruz. Bu sağlıksız beslenme rutinine ve yaşama sarıldığımız takdirde kendimizi ruhsal rahatsızlıklar arasında ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bilinen yeme bozukluklarıyla* mücadele ederken bulabiliyoruz.

Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza, sağlıklı beslenme takıntısı, tıkanırcasına yeme sendromu gibi başlıklar altında toplansalar da yeme bozuklukları kolaylıkla tanı koyulabilen rahatsızlıklar değil. Yeme bozukluğu olan kişi birden fazla yeme bozukluğu tipiyle bağdaştırılan semptomlar gösterebiliyor. Haliyle iyileşme mücadelesi de oldukça zorlu ve uzun. Dahası birden fazla uzmanlık alanının katılımını gerektiren bir tedavi yaklaşımı benimsenmesi gerekiyor.

Yukarıdaki cümleleri beslenme bozuklukları konusunda uzmanlaşmış bir doktor sıfatıyla yazmadım. Aslında bundan 5 sene öncesine kadar yeme bozukluklarını duymuş olduğumdan bile şüpheliyim. Ama yeme bozukluğunuz varsa ve artık hayatınızın kontrolü tamamen onun eline geçmişse, onu alt etmek ve sağlığınıza kavuşmak için kendinizi deli gibi çabalarken bulursunuz. Tabii yeme bozukluğunuzun altında yiten öz sesinizi özlüyor, ona yeniden kavuşmak istiyor ve bu yüzden mücadele ediyorsanız. Buna karar vermişseniz… Okursunuz, araştırırsınız, yeme bozukluklarından kurtulmuş insanların öykülerini ve paylaşımlarını takip edersiniz. Kısacası ilham ararsınız. Motivasyonun kaynağını keşfetmeye çalışırsınız.

Anoreksi hastası olduğumu kabul edeli bir sene oluyor. Evet, 5 senedir onunla yaşamama rağmen bir sene öncesine kadar yadsıyormuşum. Kabul ettikten sonra iyileşmek istiyorum, değişmek istiyorum aşaması geldi. Fakat dediğim gibi bu zor bir mücadele ve sürekli tökezliyorsunuz…

Her şeyden önce yeme bozuklukları ciddi bir ruhsal rahatsızlıktan öte bir tercihmiş gibi algılandığından, kendinizi yalnız, utanmış ve dışlanmış hissediyorsunuz. Ve bir topluluğa dâhil olmak, sizin gibi hisseden insanlarla iletişim kurmak ve nihayet rahatsızlığınızın utanılacak bir şey olmadığına inanıp siz de sesinizi çıkarmak istiyorsunuz. Paylaşmayı ve buluşmayı arzuluyorsunuz.

Aşağıda röportaj yaptığım Hanne Arts’ın youtube kanalını ve kitaplarını da bu arayışlarım sırasında keşfettim. İzlediğim kişilere oldukça temkinli yaklaşıyorum. Paylaşımlarından kötü etkilendiğimi düşündüğüm an takip etmeyi bırakıyorum. Fakat Hanne, paylaşımlarında rakamsal (kaç kilo olduğu, günde kaç kalori aldığı gibi) bilgileri açıklamadığı, ele aldığı konuları araştırmaları ve kendi deneyimleriyle harmanlayarak tartıştığı ve takipçilerine iyileşmenin mümkün olduğu fikrini hissettirdiği için diğer birçok youtuber ve blogger’dan farklı.

Yeme bozukluklarıyla ilgili iki kitap yazmış. Kitapları İngilizce ve en azından şu an için Türkçeye çevrilmiş değiller. Yine de kitaplar hakkında genel bir fikir için bu kısa yazıya bakabilirsiniz.

Hanne hakkındaki şu bilgilerin röportajı okurken kolaylık sağlayacağını düşünüyorum: Hanne ve ailesi, çocukluğunda babasının işi dolayısıyla sık sık ülke değiştiriyorlar. Belçika-Hollanda-Slovakya arasında uzun yıllar mekik dokuyorlar neredeyse. Macaristan’a döndükten sonra birkaç arkadaşının diyet yaptığını görüyor ve ilk defa bedeni ve beslenme şekli üzerine düşünmeye başlıyor. Yavaş yavaş sağlıklı beslenme takıntısı oluşuyor. Uzun bir zaman yeme bozukluğu ve sonrasında iyileşme mücadelesiyle geçiyor. Bu süreçte kendisini en güçlü hissettiren şeyin yazmak olduğunu söylüyor. Just Perfect üzerine iki sene çalıştıktan sonra on sekiz yaşındayken yayımlatmayı başarıyor. Just Perfect’in ardından bir devam kitabı niteliğinde Red Ribbons geliyor. Şu an İngiltere’de akademik çalışmalarına devam ediyor.

Hanne Arts ile röportajımız:

Yazmaya yedi yaşlarında başladığını biliyorum. İlk öykülerin daha çok ne üzerineydi? Bu öykülerde de sık sık seyahat etmenin ve okul değiştirmenin sende yarattığı olumsuz hisler yer alıyor muydu?

İlk yazdıklarım biraz çocukça şeylerdi ve profesyonel bir üsluptan oldukça uzaktı ama yine de mutlaka hayatın içinden konularla ilgiliydi. Herkesin başına gelebilecek türden hikâyelerdi! İlk hikâyelerimden birinin küçük bir oğlan ve onun minik tavşanı hakkında olduğunu hatırlıyorum. Birlikte inanılmaz serüvenler yaşıyorlardı! Yazmaya başladığımda yedi yaşındaydım ve bu dönemde babamın işi dolayısıyla sık sık taşınmaya henüz başlamamıştık (yalnızca Hollanda ve Belçika arasında gidip geliyorduk ama bu iki ülke de birbirine oldukça yakınlar zaten). Macaristan’a gittiğimde ise evimden ilk defa bu kadar uzaklaşmıştım ve önemli bir değişiklikti. Gerçi bu dönemde kısa öykü yazmaya da ara vermiştim ve daha çok şiirle ilgileniyordum çünkü duygularımı şiirle daha iyi ifade edebildiğimi hissediyordum.

Özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervozada kişinin bedenini algılama şekli bozulmuş oluyor ve hayatında zor bir dönemden de geçiyorsa yetersiz beslenmeye ve popüler diyetleri uygulamaya başlayabiliyor. Yeme bozukluğu sende nasıl gelişti? Kaç yaşlarındaydın? Başta sen de birçokları gibi masumca birkaç kilo verme isteğiyle mi başladın?

Yeme bozuklukları çoğunlukla kontrol ihtiyacından doğarlar. Çok sık ülke değiştiriyordum, çocukken inanılmaz zorbalıklara maruz kalmıştım ve dilini bile bilmediğim bir ülkede yaşamak zorundaydım –sonuçta hayatım üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istediğimi hissettim! Benim durumum, yani anoreksiya nervozaya yakalanmam diyet yapmakla ya da yemek yememekle ilgili değildi (ki bunun diğerleri için de çoğunlukla aynı şekilde olduğuna inanıyorum). Yani, “birkaç kilo vereyim” gibi bir düşüncem yoktu; sahip olduğum gücü ve kontrolü sınamak için vücuduma aldığım yiyecekleri son raddeye kadar kısıyordum. Kilo kaybı bunun bir etkisi oldu.

İyileşme sürecinden de bahseder misin? Yeme bozukluklarının tedavisinin uzun zaman aldığını ve disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini biliyorum. Sana bu zorlu yola girmen için ne cesaret verdi?

İyileşmeyi seçmem kolay olmadı. Ailem, doktorlarım, arkadaşlarım iyileşmem için beni çok ikna etmeye çalıştılar ama reddettim, hatta bir sorunum olduğunu bile kabul etmiyordum. Ama bir süre sonra onları ne kadar incittiğimin farkına vardım ve bu gidişatı değiştirmek istedim. İyileşmekle başarabileceklerimi ve sağlıklı olmanın ne kadar iyi hissettireceğini düşündükçe yeniden mutlu olmak için gerekli motivasyonu hissettim ve bunu asla kaybetmedim.

4) Red Ribbons, ilk kitabın Just Perfect’in devamı niteliğinde ve açıkçası bu fikri çok parlak buldum. Yeme bozukluklarından iyileşme sürecinin her zaman ileri gitmediğini, dahası hastalığın tekrar etme oranlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Kitaplarının kahramanı Christina iyileşmeye adım adım ilerlerken birden kendini yine hastalıklı düşüncelerle buluyor. Devam kitabı yazmanda yeme bozukluklarının nüksetme tehlikesini vurgulamak istedin sanırım?

Tedavim sırasında anoreksiyaya yeniden yenik düştüğüm bir dönem oldu ve ne yazık ki rahatsızlığın nüksetmesi neredeyse herkeste görülüyor, yani istisnai bir durum olmaktan çok uzakta. Christina’nın hikâyesinde her şeyin mükemmel gittiği ve hiçbir sorun olmadığı şeklinde ideal bir izlenim yaratmak istemedim. Birçoğumuz gerçek hayatta bunun tam tersini yaşarken böyle bir hikâye yazmak hiç doğru olmazdı! Genç bir kızın iyileşme mücadelesinde yaşadığı zorlukları, geri gidişlerini ve bundan daha güçlü çıkmak için nasıl çabaladığını dürüstçe resmetmek istedim. Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.

5) Anoreksi hastalarının yemekten kaçtıkları, “iyi”, “kötü” veya “sağlıklı”, “sağlıksız” olarak etiketledikleri birçok yiyecek vardır. Zamanla kafalarında oluşan bu liste o kadar daralır ki yağlı, şekerli veya yüksek kalorili olduklarını bildikleri hemen her yiyecekten korkarlar. Bunlara zeytinyağı, avokado, kuruyemiş gibi yüksek kalorili ama sağlıklı olduğunu bildiğimiz yiyecekler de dâhil. Sen de bu tür korkular yaşıyor muydun ve nasıl üstesinden geldin? İşlenmiş, paketli gıdalar hakkında ne düşünüyorsun?

Yeme bozukluğu yaşarken “korkulu yiyecekler” listem öyle kabarıktı ki! Açıkçası, yiyecekleri “kötü” olarak bile etiketlemiyordum – hemen hepsi (ama özellikle bisküvi ve çikolata gibi paketli yiyecekler) gözümde “asla asla” yiyemeyeceğim şeylerdi. Tersi bir yaklaşım benimseyerek bu korkunun üzerine gittim. Günlük beslenmeme bisküvi ve dondurma gibi şeyleri ekledim. Bir süre sonra benim için korkutucu olmaktan çıktılar! Korkularımızı (bu isterse yiyecekler, belli başlı yemekler ya da çevrelerle ilgili olsun) yenmenin anahtarı bence bu. Zamanla onlardan daha az korkmaya başlıyorsunuz ve an geliyor artık size hükmedemiyorlar. Hem de hiçbir şekilde. Açıkçası, “kötü” bilinen yiyecekler o kadar da kötü değiller. Bedenimiz aldığı her enerjiye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden korkulu yiyeceklerden yemeyi suçlulukla bağdaştırmamalıyız.

6) İyileşmeye çalıştığın dönemde tahmin ediyorum ki çevrendeki insanlardan daha fazla yiyor, daha zengin besleniyordun. Bunun ne gibi zorlukları oldu. Kişisel olarak konuşacak olursam, maalesef yemek yemeyi utanma, başarısızlık, pişmanlık gibi hislerle ilişkilendiriyorum ve bu da her öğünü işkence haline getiriyor. Ayrıca, çoğu zaman kendimi masadaki herkesten daha az yemek isterken yakalıyorum. Senin de benzer hislerin olduysa bizimle paylaşır mısın bu süreci?

Birebir aynı duyguları yaşadım! Hiç susmuyorlardı! Yemek vakitleri işkenceydi ama yemem gerektiğini biliyordum. Kendimi özellikle ailemdekilerle ve arkadaşlarımla karşılaştırırdım. Bir ikizim olduğunu düşününce bu durumun onun açısından ne kadar berbat olabileceğini tahmin edersiniz! Terapilerimde hep diğerlerinden daha fazla yemem gerektiği söylendi. Vücudumu o kadar uzun zamandır aç bırakmıştım ki bu sürede oluşan enerji ihtiyacını ancak daha fazla yiyerek giderebilirdim. İyileşme sürecimde kendime sürekli şu önemli şeyi hatırlattım: Bedenimde inanılmaz boyutta bir enerji açlığı var ve bu yüzden benim için “bu miktarda yemek çok fazla” gibi bir durum yok. Buna gerçekten inandığımda, diğerlerinden daha fazla yediğim için gurur duymaya bile başladım! Vücudumun ihtiyacı vardı ve ancak büyük porsiyonlarda yediğimde iyileşebilecek, böylece yeme bozukluğundan kurtulmuş olarak gelecekle ilgili hayal ettiğim bir sürü harika şeyi gerçekleştirmek için sağlıklı bir insan olabilecektim.

*Bu bilgi için ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerinden yararlanılmıştır. Yeme bozukluklarıyla ilgili benzer istatistiki bilgiler için Yeme Bozuklukları Üzerine İstatistikler adlı yazıya başvurabilirsiniz.

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale