X

Röportaj: Hanne Arts anoreksiya nervozaya karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor

“Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.”

Birçoğumuz kendimizi daha sağlıklı ve zinde hissetmek için kilo verme ihtiyacı duyuyoruz. Bazılarımız dengeli ve yeterli beslenme ile ölçülü bir egzersiz programını takip ederek amacımıza ulaşıyoruz. Bazılarımız ise bedenlerimizin ihtiyaçlarına kulak kapama pahasına popüler diyetlere başvuruyor ve yediklerimizi tehlikeli boyutlara varacak şekilde kısıtlama yoluna gidebiliyoruz. Buna çoğunlukla aşırı spor yapma saplantısı da ekleniyor. Bir de özel hayatımızda çalkantılı bir dönemden geçiyor ya da kendimizi çeşitli nedenlerden dolayı boşlukta kalmış gibi hissediyorsak, kontrol edebildiğimizi “zannettiğimiz” tek şeye, yani bedenimize yükleniyoruz. Bu sağlıksız beslenme rutinine ve yaşama sarıldığımız takdirde kendimizi ruhsal rahatsızlıklar arasında ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bilinen yeme bozukluklarıyla* mücadele ederken bulabiliyoruz.

Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza, sağlıklı beslenme takıntısı, tıkanırcasına yeme sendromu gibi başlıklar altında toplansalar da yeme bozuklukları kolaylıkla tanı koyulabilen rahatsızlıklar değil. Yeme bozukluğu olan kişi birden fazla yeme bozukluğu tipiyle bağdaştırılan semptomlar gösterebiliyor. Haliyle iyileşme mücadelesi de oldukça zorlu ve uzun. Dahası birden fazla uzmanlık alanının katılımını gerektiren bir tedavi yaklaşımı benimsenmesi gerekiyor.

Yukarıdaki cümleleri beslenme bozuklukları konusunda uzmanlaşmış bir doktor sıfatıyla yazmadım. Aslında bundan 5 sene öncesine kadar yeme bozukluklarını duymuş olduğumdan bile şüpheliyim. Ama yeme bozukluğunuz varsa ve artık hayatınızın kontrolü tamamen onun eline geçmişse, onu alt etmek ve sağlığınıza kavuşmak için kendinizi deli gibi çabalarken bulursunuz. Tabii yeme bozukluğunuzun altında yiten öz sesinizi özlüyor, ona yeniden kavuşmak istiyor ve bu yüzden mücadele ediyorsanız. Buna karar vermişseniz… Okursunuz, araştırırsınız, yeme bozukluklarından kurtulmuş insanların öykülerini ve paylaşımlarını takip edersiniz. Kısacası ilham ararsınız. Motivasyonun kaynağını keşfetmeye çalışırsınız.

Anoreksi hastası olduğumu kabul edeli bir sene oluyor. Evet, 5 senedir onunla yaşamama rağmen bir sene öncesine kadar yadsıyormuşum. Kabul ettikten sonra iyileşmek istiyorum, değişmek istiyorum aşaması geldi. Fakat dediğim gibi bu zor bir mücadele ve sürekli tökezliyorsunuz…

Her şeyden önce yeme bozuklukları ciddi bir ruhsal rahatsızlıktan öte bir tercihmiş gibi algılandığından, kendinizi yalnız, utanmış ve dışlanmış hissediyorsunuz. Ve bir topluluğa dâhil olmak, sizin gibi hisseden insanlarla iletişim kurmak ve nihayet rahatsızlığınızın utanılacak bir şey olmadığına inanıp siz de sesinizi çıkarmak istiyorsunuz. Paylaşmayı ve buluşmayı arzuluyorsunuz.

Aşağıda röportaj yaptığım Hanne Arts’ın youtube kanalını ve kitaplarını da bu arayışlarım sırasında keşfettim. İzlediğim kişilere oldukça temkinli yaklaşıyorum. Paylaşımlarından kötü etkilendiğimi düşündüğüm an takip etmeyi bırakıyorum. Fakat Hanne, paylaşımlarında rakamsal (kaç kilo olduğu, günde kaç kalori aldığı gibi) bilgileri açıklamadığı, ele aldığı konuları araştırmaları ve kendi deneyimleriyle harmanlayarak tartıştığı ve takipçilerine iyileşmenin mümkün olduğu fikrini hissettirdiği için diğer birçok youtuber ve blogger’dan farklı.

Yeme bozukluklarıyla ilgili iki kitap yazmış. Kitapları İngilizce ve en azından şu an için Türkçeye çevrilmiş değiller. Yine de kitaplar hakkında genel bir fikir için bu kısa yazıya bakabilirsiniz.

Hanne hakkındaki şu bilgilerin röportajı okurken kolaylık sağlayacağını düşünüyorum: Hanne ve ailesi, çocukluğunda babasının işi dolayısıyla sık sık ülke değiştiriyorlar. Belçika-Hollanda-Slovakya arasında uzun yıllar mekik dokuyorlar neredeyse. Macaristan’a döndükten sonra birkaç arkadaşının diyet yaptığını görüyor ve ilk defa bedeni ve beslenme şekli üzerine düşünmeye başlıyor. Yavaş yavaş sağlıklı beslenme takıntısı oluşuyor. Uzun bir zaman yeme bozukluğu ve sonrasında iyileşme mücadelesiyle geçiyor. Bu süreçte kendisini en güçlü hissettiren şeyin yazmak olduğunu söylüyor. Just Perfect üzerine iki sene çalıştıktan sonra on sekiz yaşındayken yayımlatmayı başarıyor. Just Perfect’in ardından bir devam kitabı niteliğinde Red Ribbons geliyor. Şu an İngiltere’de akademik çalışmalarına devam ediyor.

Hanne Arts ile röportajımız:

Yazmaya yedi yaşlarında başladığını biliyorum. İlk öykülerin daha çok ne üzerineydi? Bu öykülerde de sık sık seyahat etmenin ve okul değiştirmenin sende yarattığı olumsuz hisler yer alıyor muydu?

İlk yazdıklarım biraz çocukça şeylerdi ve profesyonel bir üsluptan oldukça uzaktı ama yine de mutlaka hayatın içinden konularla ilgiliydi. Herkesin başına gelebilecek türden hikâyelerdi! İlk hikâyelerimden birinin küçük bir oğlan ve onun minik tavşanı hakkında olduğunu hatırlıyorum. Birlikte inanılmaz serüvenler yaşıyorlardı! Yazmaya başladığımda yedi yaşındaydım ve bu dönemde babamın işi dolayısıyla sık sık taşınmaya henüz başlamamıştık (yalnızca Hollanda ve Belçika arasında gidip geliyorduk ama bu iki ülke de birbirine oldukça yakınlar zaten). Macaristan’a gittiğimde ise evimden ilk defa bu kadar uzaklaşmıştım ve önemli bir değişiklikti. Gerçi bu dönemde kısa öykü yazmaya da ara vermiştim ve daha çok şiirle ilgileniyordum çünkü duygularımı şiirle daha iyi ifade edebildiğimi hissediyordum.

Özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervozada kişinin bedenini algılama şekli bozulmuş oluyor ve hayatında zor bir dönemden de geçiyorsa yetersiz beslenmeye ve popüler diyetleri uygulamaya başlayabiliyor. Yeme bozukluğu sende nasıl gelişti? Kaç yaşlarındaydın? Başta sen de birçokları gibi masumca birkaç kilo verme isteğiyle mi başladın?

Yeme bozuklukları çoğunlukla kontrol ihtiyacından doğarlar. Çok sık ülke değiştiriyordum, çocukken inanılmaz zorbalıklara maruz kalmıştım ve dilini bile bilmediğim bir ülkede yaşamak zorundaydım –sonuçta hayatım üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istediğimi hissettim! Benim durumum, yani anoreksiya nervozaya yakalanmam diyet yapmakla ya da yemek yememekle ilgili değildi (ki bunun diğerleri için de çoğunlukla aynı şekilde olduğuna inanıyorum). Yani, “birkaç kilo vereyim” gibi bir düşüncem yoktu; sahip olduğum gücü ve kontrolü sınamak için vücuduma aldığım yiyecekleri son raddeye kadar kısıyordum. Kilo kaybı bunun bir etkisi oldu.

İyileşme sürecinden de bahseder misin? Yeme bozukluklarının tedavisinin uzun zaman aldığını ve disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini biliyorum. Sana bu zorlu yola girmen için ne cesaret verdi?

İyileşmeyi seçmem kolay olmadı. Ailem, doktorlarım, arkadaşlarım iyileşmem için beni çok ikna etmeye çalıştılar ama reddettim, hatta bir sorunum olduğunu bile kabul etmiyordum. Ama bir süre sonra onları ne kadar incittiğimin farkına vardım ve bu gidişatı değiştirmek istedim. İyileşmekle başarabileceklerimi ve sağlıklı olmanın ne kadar iyi hissettireceğini düşündükçe yeniden mutlu olmak için gerekli motivasyonu hissettim ve bunu asla kaybetmedim.

4) Red Ribbons, ilk kitabın Just Perfect’in devamı niteliğinde ve açıkçası bu fikri çok parlak buldum. Yeme bozukluklarından iyileşme sürecinin her zaman ileri gitmediğini, dahası hastalığın tekrar etme oranlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Kitaplarının kahramanı Christina iyileşmeye adım adım ilerlerken birden kendini yine hastalıklı düşüncelerle buluyor. Devam kitabı yazmanda yeme bozukluklarının nüksetme tehlikesini vurgulamak istedin sanırım?

Tedavim sırasında anoreksiyaya yeniden yenik düştüğüm bir dönem oldu ve ne yazık ki rahatsızlığın nüksetmesi neredeyse herkeste görülüyor, yani istisnai bir durum olmaktan çok uzakta. Christina’nın hikâyesinde her şeyin mükemmel gittiği ve hiçbir sorun olmadığı şeklinde ideal bir izlenim yaratmak istemedim. Birçoğumuz gerçek hayatta bunun tam tersini yaşarken böyle bir hikâye yazmak hiç doğru olmazdı! Genç bir kızın iyileşme mücadelesinde yaşadığı zorlukları, geri gidişlerini ve bundan daha güçlü çıkmak için nasıl çabaladığını dürüstçe resmetmek istedim. Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.

5) Anoreksi hastalarının yemekten kaçtıkları, “iyi”, “kötü” veya “sağlıklı”, “sağlıksız” olarak etiketledikleri birçok yiyecek vardır. Zamanla kafalarında oluşan bu liste o kadar daralır ki yağlı, şekerli veya yüksek kalorili olduklarını bildikleri hemen her yiyecekten korkarlar. Bunlara zeytinyağı, avokado, kuruyemiş gibi yüksek kalorili ama sağlıklı olduğunu bildiğimiz yiyecekler de dâhil. Sen de bu tür korkular yaşıyor muydun ve nasıl üstesinden geldin? İşlenmiş, paketli gıdalar hakkında ne düşünüyorsun?

Yeme bozukluğu yaşarken “korkulu yiyecekler” listem öyle kabarıktı ki! Açıkçası, yiyecekleri “kötü” olarak bile etiketlemiyordum – hemen hepsi (ama özellikle bisküvi ve çikolata gibi paketli yiyecekler) gözümde “asla asla” yiyemeyeceğim şeylerdi. Tersi bir yaklaşım benimseyerek bu korkunun üzerine gittim. Günlük beslenmeme bisküvi ve dondurma gibi şeyleri ekledim. Bir süre sonra benim için korkutucu olmaktan çıktılar! Korkularımızı (bu isterse yiyecekler, belli başlı yemekler ya da çevrelerle ilgili olsun) yenmenin anahtarı bence bu. Zamanla onlardan daha az korkmaya başlıyorsunuz ve an geliyor artık size hükmedemiyorlar. Hem de hiçbir şekilde. Açıkçası, “kötü” bilinen yiyecekler o kadar da kötü değiller. Bedenimiz aldığı her enerjiye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden korkulu yiyeceklerden yemeyi suçlulukla bağdaştırmamalıyız.

6) İyileşmeye çalıştığın dönemde tahmin ediyorum ki çevrendeki insanlardan daha fazla yiyor, daha zengin besleniyordun. Bunun ne gibi zorlukları oldu. Kişisel olarak konuşacak olursam, maalesef yemek yemeyi utanma, başarısızlık, pişmanlık gibi hislerle ilişkilendiriyorum ve bu da her öğünü işkence haline getiriyor. Ayrıca, çoğu zaman kendimi masadaki herkesten daha az yemek isterken yakalıyorum. Senin de benzer hislerin olduysa bizimle paylaşır mısın bu süreci?

Birebir aynı duyguları yaşadım! Hiç susmuyorlardı! Yemek vakitleri işkenceydi ama yemem gerektiğini biliyordum. Kendimi özellikle ailemdekilerle ve arkadaşlarımla karşılaştırırdım. Bir ikizim olduğunu düşününce bu durumun onun açısından ne kadar berbat olabileceğini tahmin edersiniz! Terapilerimde hep diğerlerinden daha fazla yemem gerektiği söylendi. Vücudumu o kadar uzun zamandır aç bırakmıştım ki bu sürede oluşan enerji ihtiyacını ancak daha fazla yiyerek giderebilirdim. İyileşme sürecimde kendime sürekli şu önemli şeyi hatırlattım: Bedenimde inanılmaz boyutta bir enerji açlığı var ve bu yüzden benim için “bu miktarda yemek çok fazla” gibi bir durum yok. Buna gerçekten inandığımda, diğerlerinden daha fazla yediğim için gurur duymaya bile başladım! Vücudumun ihtiyacı vardı ve ancak büyük porsiyonlarda yediğimde iyileşebilecek, böylece yeme bozukluğundan kurtulmuş olarak gelecekle ilgili hayal ettiğim bir sürü harika şeyi gerçekleştirmek için sağlıklı bir insan olabilecektim.

*Bu bilgi için ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerinden yararlanılmıştır. Yeme bozukluklarıyla ilgili benzer istatistiki bilgiler için Yeme Bozuklukları Üzerine İstatistikler adlı yazıya başvurabilirsiniz.

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

LEGO’dan hem çocukları hem yetişkinleri mutlu edecek en mükemmel yılbaşı hediyeleri

Yeni yıl, soğuk günleri sıcacık bir sevgiyle sarmalayan, neşe ve heyecan dolu büyülü bir dönem. Öyle ki yalnızca taptaze başlangıçların değil; sevdiklerimizi mutlu edecek fırsatların da habercisi. Bu özel dönemi daha da unutulmaz kılmanın ve yılbaşı coşkusunu sevdiklerimizle paylaşmanın en keyifli yollarından biri ise hiç şüphesiz gözlerden kalpler çıkaracak mükemmel yeni yıl hediyeleri. Peki ama gerçek anlamda mükemmel bir hediye bulmak mümkün mü?



Çocukken çok kolay olan hediye seçimi konusu, ne yazık ki yetişkinlikte zor bir hal alabiliyor. O zamanlar en sevdiğimiz karakterin yeni çıkan bir kitabı ya da havalı yeni bir oyuncak, bizi mutlu etmeye yeterdi. Ama büyüdükçe işler biraz karıştı… İhtiyaçlar, istekler, beklentiler, arzular, hepsi değişti, karmaşıklaştı. Haliyle, bir yetişkini ‘gerçekten’ mutlu edebilecek o ‘mükemmel’ hediyeyi bulmak da zorlu bir sanata dönüştü. Ama çözüm, sandığımızdan çok daha yakında olabilir. Belki de oyuna ve yaratıcılığa yeniden kucak açmak, tüm bu karmaşıklığı alıp götürmeye yetebilir. Siz de bu yıl sevdiklerinizi gerçekten heyecanlandıracak bir hediyenin peşine düştüyseniz aradıklarınızı LEGO’da bulabilirsiniz. Çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de oyunun, yaratıcılığın ve rahatlamanın kapılarını aralayan LEGO’da herkese uygun yüzlerce çeşit var:

Estetik ve dekoratif dokunuşları sevenlere özel

Çevrenizde gördüğü her boş duvarı doldurmak için hemen zihninde tasarım yapmaya başlayan ya da boş rafları estetik detaylarla dekore etmeye bayılan sevdikleriniz varsa, onlar için en iyi yılbaşı hediyesi bir LEGO’dan bir sanat eseri, doğadan bir parça veya mimari bir detay olabilir:

  • LEGO® Art Mona Lisa: Dekorasyonun yanı sıra sanat ve tarih meraklısı sevdikleriniz için Mona Lisa’nın 3D versiyonu şahane bir yeni yıl armağanı olabilir. Sevdiklerinizin duvarlarını süsleyerek yaşam alanlarına enerji katacak bu özel hediye, onların yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.
  • LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu: Doğanın dokunuşlarını yaşam alanlarına taşıyacak LEGO® Icons Yalıçapkını Kuşu, canlı renkleriyle sevdiklerinize yılbaşı coşkusunu yansıtırken mutluluktan gözlerinden kalpler çıkartabilir.

Enerjisini doğadan alanlara özel

Doğaya, yeşile, bitkilere düşkün, enerjisini, ilhamını büyüleyici çiçeklerden ve renklerden alan sevdikleriniz için de en mükemmel hediyeler, yine LEGO’da:

  • LEGO® Icons Orkide: Orkidelerin bitkiler aleminde çok özel bir yeri olduğu tartışılmaz. Siz de sevdiklerinize onların sizin için ne kadar özel olduğunu hissettirmek istiyorsanız bu seti kaçırmayın. 5 taban yaprağı ve 2 hava kökü ile gerçekçi bir görünüme sahip bu ikonik orkide setini görenler canlısından ayırmakta zorlanabilirler 🙂
  • LEGO® Icons Erik Çiçeği: Bu set, sevdiklerinize güzel bir kırmızı çiçeği tomurcuktan açmaya ve tam çiçeklenmeye kadar inşa etme fırsatı sunuyor. Üstelik sevdikleriniz bu seti sergilemekten de büyük haz duyacak. Hem şık bir dekor hem de yaratıcı bir yapım süreci, ikisi de bu mükemmel hediyede.

Hız, heyecan ve adrenalin tutkunlarına özel

Hız, şüphesiz ki büyük bir tutku. Özgürlüğüne düşkün, heyecanı seven, teknolojiye ve otomobil dünyasına meraklı herkes için LEGO’da şahane hediyeler bulabilirsiniz:

  • LEGO® Technic Mercedes-Benz G 500 Professional Line: Mercedes-Benz tutkusu olan herkesi heyecanlandıracak, otantik özelliklerle dolu ikonik G Serisi’nden bir model, mükemmel bir yılbaşı hediyesinden çok daha fazlası olabilir. Baştan sona adeta bir mühendislik deneyimi sunan bu modelin sevdiklerinizi çok mutlu edeceği kesin.
  • LEGO® Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat: Maceranın sudaki halini seven ve yelken sporuna da merak duyan sevdiklerinizi mutlu etmek için fazla düşünmenize gerek yok. Aradığınız hediye LEGO Technic Emirates Team New Zealand AC75 Yat. Biraz çılgın, biraz heyecanlı, en çok da kusursuz… Emin olun sevdikleriniz bu seti hem yaparken hem de sergilerken çok keyif alacak.

Sinemaseverlere özel

Beyaz perdenin büyüsüne kapılan sevdiklerinize, onların bu tutkusunu daha da derinleştirecek hediyelerle unutulmaz deneyimler sunabilirsiniz:

  • LEGO® Star Wars™ Millennium Falcon™: Çoğu sinemaseverin gönlünde taht kurmuş en özel serilerden biri hiç şüphesiz ki Star Wars. Star Wars™ Millennium Falcon’un kokpiti, uydu çanağı, topları ve diğer ikonik detaylarıyla sevdikleriniz inşa sürecini tamamlarken kendilerini galaksinin derinliklerinde bir macerada da hissedebilirler.
  • LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba: Sevdiklerinizin sinema tutkusunu nostaljik rüzgarlarla buluşturmak isterseniz, aradığınız mükemmel hediye yine LEGO’da. Onları LEGO® Disney™ Genç Aslan Kral Simba ile çocukluk anılarına doğru bir yolculuğa çıkarabilirsiniz.

Oyunculara ve uzay meraklılarına özel

Uzayın sınırsız gizemini merak eden ya da en zorlu oyunları bile tek hamlede geçmeyi başarabilen sevdikleriniz varsa, onlar için de en mükemmel yeni yıl hediyeleri LEGO’da:

  • LEGO® Super Mario™ Super Mario World™: Mario ve Yoshi: Mario, şüphesiz ki hem çocukların hem yetişkinlerin gönlünde büyük yer tutan en ikonik oyunlardan biri. Eğlenceli bir nostaljik tur, keyifli bir oyun deneyimi ya da rahatlatıcı bir aktiviteden çok daha fazlasını sunacak bu set, sevdiklerinize yepyeni bir dünya yaratmak için ilham verebilir.
  • LEGO® Technic NASA Apollo Ay Taşıtı – LRV: Kozmik maceracılar için en şahane hediye: NASA Apollo Ay Taşıtı (LRV) modeli. Sevdiklerinizi yıldızlara götürüp geri getirecek bu özel hediye, bambaşka dünyaların kapısını onlar için aralarken yaratıcı duygularını da harekete geçirebilir.

Bonus: Mırmır Pati ile eğlenceyi geri getirin

LEGO’nun sonsuz olasılıklarla dolu dünyasında en mükemmel hediyeler de eğlence de oyun da bitmez… Mırmır Pati, oyunu her yaştan insan için geri getiriyor ve herkesi yılın bu büyülü zamanını çok daha keyifli geçirmeye davet ediyor.

Mutlu bir yer inşa etmek isteyen herkes için mükemmel hediyeler ve çok daha fazlası LEGO’da. Hemen tıklayın ve sevdiklerinizi mutlu etmeye erkenden başlayın.

*Bu yazı LEGO katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale