Röportaj: Hanne Arts anoreksiya nervozaya karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor
“Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.”
Birçoğumuz kendimizi daha sağlıklı ve zinde hissetmek için kilo verme ihtiyacı duyuyoruz. Bazılarımız dengeli ve yeterli beslenme ile ölçülü bir egzersiz programını takip ederek amacımıza ulaşıyoruz. Bazılarımız ise bedenlerimizin ihtiyaçlarına kulak kapama pahasına popüler diyetlere başvuruyor ve yediklerimizi tehlikeli boyutlara varacak şekilde kısıtlama yoluna gidebiliyoruz. Buna çoğunlukla aşırı spor yapma saplantısı da ekleniyor. Bir de özel hayatımızda çalkantılı bir dönemden geçiyor ya da kendimizi çeşitli nedenlerden dolayı boşlukta kalmış gibi hissediyorsak, kontrol edebildiğimizi “zannettiğimiz” tek şeye, yani bedenimize yükleniyoruz. Bu sağlıksız beslenme rutinine ve yaşama sarıldığımız takdirde kendimizi ruhsal rahatsızlıklar arasında ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bilinen yeme bozukluklarıyla* mücadele ederken bulabiliyoruz.
Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza, sağlıklı beslenme takıntısı, tıkanırcasına yeme sendromu gibi başlıklar altında toplansalar da yeme bozuklukları kolaylıkla tanı koyulabilen rahatsızlıklar değil. Yeme bozukluğu olan kişi birden fazla yeme bozukluğu tipiyle bağdaştırılan semptomlar gösterebiliyor. Haliyle iyileşme mücadelesi de oldukça zorlu ve uzun. Dahası birden fazla uzmanlık alanının katılımını gerektiren bir tedavi yaklaşımı benimsenmesi gerekiyor.
Yukarıdaki cümleleri beslenme bozuklukları konusunda uzmanlaşmış bir doktor sıfatıyla yazmadım. Aslında bundan 5 sene öncesine kadar yeme bozukluklarını duymuş olduğumdan bile şüpheliyim. Ama yeme bozukluğunuz varsa ve artık hayatınızın kontrolü tamamen onun eline geçmişse, onu alt etmek ve sağlığınıza kavuşmak için kendinizi deli gibi çabalarken bulursunuz. Tabii yeme bozukluğunuzun altında yiten öz sesinizi özlüyor, ona yeniden kavuşmak istiyor ve bu yüzden mücadele ediyorsanız. Buna karar vermişseniz… Okursunuz, araştırırsınız, yeme bozukluklarından kurtulmuş insanların öykülerini ve paylaşımlarını takip edersiniz. Kısacası ilham ararsınız. Motivasyonun kaynağını keşfetmeye çalışırsınız.
Anoreksi hastası olduğumu kabul edeli bir sene oluyor. Evet, 5 senedir onunla yaşamama rağmen bir sene öncesine kadar yadsıyormuşum. Kabul ettikten sonra iyileşmek istiyorum, değişmek istiyorum aşaması geldi. Fakat dediğim gibi bu zor bir mücadele ve sürekli tökezliyorsunuz…
Her şeyden önce yeme bozuklukları ciddi bir ruhsal rahatsızlıktan öte bir tercihmiş gibi algılandığından, kendinizi yalnız, utanmış ve dışlanmış hissediyorsunuz. Ve bir topluluğa dâhil olmak, sizin gibi hisseden insanlarla iletişim kurmak ve nihayet rahatsızlığınızın utanılacak bir şey olmadığına inanıp siz de sesinizi çıkarmak istiyorsunuz. Paylaşmayı ve buluşmayı arzuluyorsunuz.
Aşağıda röportaj yaptığım Hanne Arts’ın youtube kanalını ve kitaplarını da bu arayışlarım sırasında keşfettim. İzlediğim kişilere oldukça temkinli yaklaşıyorum. Paylaşımlarından kötü etkilendiğimi düşündüğüm an takip etmeyi bırakıyorum. Fakat Hanne, paylaşımlarında rakamsal (kaç kilo olduğu, günde kaç kalori aldığı gibi) bilgileri açıklamadığı, ele aldığı konuları araştırmaları ve kendi deneyimleriyle harmanlayarak tartıştığı ve takipçilerine iyileşmenin mümkün olduğu fikrini hissettirdiği için diğer birçok youtuber ve blogger’dan farklı.
Yeme bozukluklarıyla ilgili iki kitap yazmış. Kitapları İngilizce ve en azından şu an için Türkçeye çevrilmiş değiller. Yine de kitaplar hakkında genel bir fikir için bu kısa yazıya bakabilirsiniz.
Hanne hakkındaki şu bilgilerin röportajı okurken kolaylık sağlayacağını düşünüyorum: Hanne ve ailesi, çocukluğunda babasının işi dolayısıyla sık sık ülke değiştiriyorlar. Belçika-Hollanda-Slovakya arasında uzun yıllar mekik dokuyorlar neredeyse. Macaristan’a döndükten sonra birkaç arkadaşının diyet yaptığını görüyor ve ilk defa bedeni ve beslenme şekli üzerine düşünmeye başlıyor. Yavaş yavaş sağlıklı beslenme takıntısı oluşuyor. Uzun bir zaman yeme bozukluğu ve sonrasında iyileşme mücadelesiyle geçiyor. Bu süreçte kendisini en güçlü hissettiren şeyin yazmak olduğunu söylüyor. Just Perfect üzerine iki sene çalıştıktan sonra on sekiz yaşındayken yayımlatmayı başarıyor. Just Perfect’in ardından bir devam kitabı niteliğinde Red Ribbons geliyor. Şu an İngiltere’de akademik çalışmalarına devam ediyor.
Hanne Arts ile röportajımız:
Yazmaya yedi yaşlarında başladığını biliyorum. İlk öykülerin daha çok ne üzerineydi? Bu öykülerde de sık sık seyahat etmenin ve okul değiştirmenin sende yarattığı olumsuz hisler yer alıyor muydu?
İlk yazdıklarım biraz çocukça şeylerdi ve profesyonel bir üsluptan oldukça uzaktı ama yine de mutlaka hayatın içinden konularla ilgiliydi. Herkesin başına gelebilecek türden hikâyelerdi! İlk hikâyelerimden birinin küçük bir oğlan ve onun minik tavşanı hakkında olduğunu hatırlıyorum. Birlikte inanılmaz serüvenler yaşıyorlardı! Yazmaya başladığımda yedi yaşındaydım ve bu dönemde babamın işi dolayısıyla sık sık taşınmaya henüz başlamamıştık (yalnızca Hollanda ve Belçika arasında gidip geliyorduk ama bu iki ülke de birbirine oldukça yakınlar zaten). Macaristan’a gittiğimde ise evimden ilk defa bu kadar uzaklaşmıştım ve önemli bir değişiklikti. Gerçi bu dönemde kısa öykü yazmaya da ara vermiştim ve daha çok şiirle ilgileniyordum çünkü duygularımı şiirle daha iyi ifade edebildiğimi hissediyordum.
Özellikle kısıtlayıcı tipteki anoreksiya nervozada kişinin bedenini algılama şekli bozulmuş oluyor ve hayatında zor bir dönemden de geçiyorsa yetersiz beslenmeye ve popüler diyetleri uygulamaya başlayabiliyor. Yeme bozukluğu sende nasıl gelişti? Kaç yaşlarındaydın? Başta sen de birçokları gibi masumca birkaç kilo verme isteğiyle mi başladın?
Yeme bozuklukları çoğunlukla kontrol ihtiyacından doğarlar. Çok sık ülke değiştiriyordum, çocukken inanılmaz zorbalıklara maruz kalmıştım ve dilini bile bilmediğim bir ülkede yaşamak zorundaydım –sonuçta hayatım üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istediğimi hissettim! Benim durumum, yani anoreksiya nervozaya yakalanmam diyet yapmakla ya da yemek yememekle ilgili değildi (ki bunun diğerleri için de çoğunlukla aynı şekilde olduğuna inanıyorum). Yani, “birkaç kilo vereyim” gibi bir düşüncem yoktu; sahip olduğum gücü ve kontrolü sınamak için vücuduma aldığım yiyecekleri son raddeye kadar kısıyordum. Kilo kaybı bunun bir etkisi oldu.
İyileşme sürecinden de bahseder misin? Yeme bozukluklarının tedavisinin uzun zaman aldığını ve disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini biliyorum. Sana bu zorlu yola girmen için ne cesaret verdi?
İyileşmeyi seçmem kolay olmadı. Ailem, doktorlarım, arkadaşlarım iyileşmem için beni çok ikna etmeye çalıştılar ama reddettim, hatta bir sorunum olduğunu bile kabul etmiyordum. Ama bir süre sonra onları ne kadar incittiğimin farkına vardım ve bu gidişatı değiştirmek istedim. İyileşmekle başarabileceklerimi ve sağlıklı olmanın ne kadar iyi hissettireceğini düşündükçe yeniden mutlu olmak için gerekli motivasyonu hissettim ve bunu asla kaybetmedim.
4) Red Ribbons, ilk kitabın Just Perfect’in devamı niteliğinde ve açıkçası bu fikri çok parlak buldum. Yeme bozukluklarından iyileşme sürecinin her zaman ileri gitmediğini, dahası hastalığın tekrar etme oranlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Kitaplarının kahramanı Christina iyileşmeye adım adım ilerlerken birden kendini yine hastalıklı düşüncelerle buluyor. Devam kitabı yazmanda yeme bozukluklarının nüksetme tehlikesini vurgulamak istedin sanırım?
Tedavim sırasında anoreksiyaya yeniden yenik düştüğüm bir dönem oldu ve ne yazık ki rahatsızlığın nüksetmesi neredeyse herkeste görülüyor, yani istisnai bir durum olmaktan çok uzakta. Christina’nın hikâyesinde her şeyin mükemmel gittiği ve hiçbir sorun olmadığı şeklinde ideal bir izlenim yaratmak istemedim. Birçoğumuz gerçek hayatta bunun tam tersini yaşarken böyle bir hikâye yazmak hiç doğru olmazdı! Genç bir kızın iyileşme mücadelesinde yaşadığı zorlukları, geri gidişlerini ve bundan daha güçlü çıkmak için nasıl çabaladığını dürüstçe resmetmek istedim. Gerçek şu ki iyileşmek hiç kolay değil. Yine de, işler çıkmaza girdiğinde bile, bu kısır döngüden sabır ve umutla çıkabileceğimizi göstermek istedim.
5) Anoreksi hastalarının yemekten kaçtıkları, “iyi”, “kötü” veya “sağlıklı”, “sağlıksız” olarak etiketledikleri birçok yiyecek vardır. Zamanla kafalarında oluşan bu liste o kadar daralır ki yağlı, şekerli veya yüksek kalorili olduklarını bildikleri hemen her yiyecekten korkarlar. Bunlara zeytinyağı, avokado, kuruyemiş gibi yüksek kalorili ama sağlıklı olduğunu bildiğimiz yiyecekler de dâhil. Sen de bu tür korkular yaşıyor muydun ve nasıl üstesinden geldin? İşlenmiş, paketli gıdalar hakkında ne düşünüyorsun?
Yeme bozukluğu yaşarken “korkulu yiyecekler” listem öyle kabarıktı ki! Açıkçası, yiyecekleri “kötü” olarak bile etiketlemiyordum – hemen hepsi (ama özellikle bisküvi ve çikolata gibi paketli yiyecekler) gözümde “asla asla” yiyemeyeceğim şeylerdi. Tersi bir yaklaşım benimseyerek bu korkunun üzerine gittim. Günlük beslenmeme bisküvi ve dondurma gibi şeyleri ekledim. Bir süre sonra benim için korkutucu olmaktan çıktılar! Korkularımızı (bu isterse yiyecekler, belli başlı yemekler ya da çevrelerle ilgili olsun) yenmenin anahtarı bence bu. Zamanla onlardan daha az korkmaya başlıyorsunuz ve an geliyor artık size hükmedemiyorlar. Hem de hiçbir şekilde. Açıkçası, “kötü” bilinen yiyecekler o kadar da kötü değiller. Bedenimiz aldığı her enerjiye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden korkulu yiyeceklerden yemeyi suçlulukla bağdaştırmamalıyız.
6) İyileşmeye çalıştığın dönemde tahmin ediyorum ki çevrendeki insanlardan daha fazla yiyor, daha zengin besleniyordun. Bunun ne gibi zorlukları oldu. Kişisel olarak konuşacak olursam, maalesef yemek yemeyi utanma, başarısızlık, pişmanlık gibi hislerle ilişkilendiriyorum ve bu da her öğünü işkence haline getiriyor. Ayrıca, çoğu zaman kendimi masadaki herkesten daha az yemek isterken yakalıyorum. Senin de benzer hislerin olduysa bizimle paylaşır mısın bu süreci?
Birebir aynı duyguları yaşadım! Hiç susmuyorlardı! Yemek vakitleri işkenceydi ama yemem gerektiğini biliyordum. Kendimi özellikle ailemdekilerle ve arkadaşlarımla karşılaştırırdım. Bir ikizim olduğunu düşününce bu durumun onun açısından ne kadar berbat olabileceğini tahmin edersiniz! Terapilerimde hep diğerlerinden daha fazla yemem gerektiği söylendi. Vücudumu o kadar uzun zamandır aç bırakmıştım ki bu sürede oluşan enerji ihtiyacını ancak daha fazla yiyerek giderebilirdim. İyileşme sürecimde kendime sürekli şu önemli şeyi hatırlattım: Bedenimde inanılmaz boyutta bir enerji açlığı var ve bu yüzden benim için “bu miktarda yemek çok fazla” gibi bir durum yok. Buna gerçekten inandığımda, diğerlerinden daha fazla yediğim için gurur duymaya bile başladım! Vücudumun ihtiyacı vardı ve ancak büyük porsiyonlarda yediğimde iyileşebilecek, böylece yeme bozukluğundan kurtulmuş olarak gelecekle ilgili hayal ettiğim bir sürü harika şeyi gerçekleştirmek için sağlıklı bir insan olabilecektim.
*Bu bilgi için ABD merkezli bir sivil toplum örgütü olan National Eating Disorder Association’ın (Yeme Bozuklukları Ulusal Birliği) verilerinden yararlanılmıştır. Yeme bozukluklarıyla ilgili benzer istatistiki bilgiler için Yeme Bozuklukları Üzerine İstatistikler adlı yazıya başvurabilirsiniz.