Hangisini tercih edersiniz: Hazır olmayı beklemek ya da “deli cesareti”?
Herhangi bir işe başlarken ya da önemli bir iş sürecinde karşımıza yapılması gereken yeni görevler çıktığında, çoğunlukla otomatik bir fren mekanizması çalışır. Bunun nedeni yeninin bilinmezliğidir:
- Çalışmamız gerektiğini biliriz ama ne kadar çalışmamız gerektiğini kestiremeyiz.
- Bu işin sonunda, ulaşmayı amaçladığımız bir hedef vardır; ama buna ulaşmak ne kadar sürecek ve gerçekten uğraştığımıza değecek mi, bunu her zaman bilemeyiz.
- Bu yeni işe başlamak küçük ya da büyük ve fakat mutlaka bir fedakârlık gerektirecektir (Zamandan, uykudan, aileden vb.); bu işi yapmak istememize rağmen söz konusu fedakârlıkları yapmak konusunda aynı istekliliğe sahip olmayabiliriz.
Bu bilinmezlikleri arttırabiliriz ama hızla sadede gelmek niyetindeyim: Yeni bir başlangıç, mevcut durumunuzdan farklı bir duruma geçmenizi gerektirir. Normalde yapmadığınız bazı yepyeni şeyleri yapmanız ve hatta sizin parçanız gibi olan bazı alışkanlıklarınızı değiştirmeniz gerekir. Bu sabah kalkış saatinizin bir saat erkene alınması da olabilir, yeni bir iş yerinde çalışmaya başlamak da, eski ilişkiyi bitirmek de…
“Konfor Alanı” egonun krallığıdır
Bu yeni durum ne olursa olsun asıl yapmanız gereken “konfor alanı” dediğimiz yerden çıkmaktır ve yukarıda bahsettiğim otomatik fren mekanizması da sizin egonuzun “Ne gerek var babacım, ne güzel duruyoruz işte burada!” diyen son derece ikna edici sesidir.
Yaptığım koçluklarda danışanlarımda benzer bir durum çıktığında, bunu fark etmelerini sağlıyorum. Ve en çok aldığım sorular da şu minvalde oluyor: ‘Peki, ego bunu niye yapıyor?’, ‘Ego kötü mü?’, ‘Ben, beni sevmiyor muyum?’, ‘Niye kendime bunu yapıyorum?’, ‘Egomdan kurtulmalı mıyım?’ vb.
Öncelikle şunu bilin ki, ego kötü değil. Bu dünya üzerinde yaşıyorsak egomuza da ihtiyacımız var, dolayısıyla zinhar ondan kurtulmanız gerekmiyor, bilakis onu korumanızda fayda var; çünkü ego bizim kişiliğimizin çok önemli parçalarından biri. Bir kere son derece içgüdüsel ve bilinçaltına yakın duruyor. Öte yandan egoyu fark etmek ve onu kontrol etmek düşündüğünüzden daha kolay.
Bu noktada da “Ne gerek var, kalalım konfor alanımızda” diyen egonun bunu neden yaptığı sorusu çok önemli bir soru olarak cevaplanmayı bekliyor. Konuyla ilgili bilinçaltınızla bir çalışma yapsak size özel sebepleri de bulabiliriz. Bununla birlikte takdir edersiniz ki, böyle bir çalışmayı bu sayfalardan yapmamız mümkün değil.
Bunun yerine ben egonun konfor alanında kalmak konusundaki ısrarına dair bazı genel sebepleri ve neler yapabileceğinizi yazacağım; eğer dikkatle okursanız kendinizde olup biteni fark edebilirsiniz.
1. Başarısızlık korkusu
Hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde bazı başarısızlıklar deneyimlemişizdir. Bu hoşlandığınız kişi tarafından reddedilmek de olabilir çok çalıştığınız sınavı geçememek de. Mesela, defalarca denemenize rağmen bir türlü rüzgâr sörfünün yelkenini kaldıramamışsınızdır veya küçük bir çocukken oynadığınız legoları bir türlü doğru bir şekilde birleştirememişsinizdir.
Deneyimlediğiniz başarısızlık ne olursa olsun; eğer bilinçaltınızda bu deneyime “Bu korkunçtu. Bir daha asla başarısız olmak istemiyorum” benzeri bir anlam verdiyseniz, o noktada pekâlâ bir başarısızlık korkusu geliştirmiş ve farkında bile olmadan yeni işlere başlamayı ve/veya yeni yollar denemeyi sırf başarısız olmamak için öteleyip duruyor olabilirsiniz.
Ne de olsa eğer hiç başlamazsanız başarısız olmanız da mümkün değildir, öyle değil mi?
Eğer bu okuduklarınız içinizde bir şeyleri titreştirdiyse lütfen daima anımsayın: Aslında başlamamak, sürecin sonunda bir ihtimal deneyimleyeceğiniz olası bir başarısızlığı, daha en başından kabul etmek anlamına gelir.
2. Mükemmeliyetçilik
“Şartlar istediğim gibi değil”, “Şunun şurası eksik”, “Elimizde şu imkânlar olsaydı derhal başlardık ama…”, “Bunun için gereken kaynaklar elimizde yok, hele bir olsun başlarız” vb. Bunlara benzer cümleleri çevrenizdekilerden duymuşsunuzdur; kim bilir belki siz de zaman zaman kullanırsınız.
Başladığımız işi başarıyla bitirmek isteriz ve bu harika bir amaçtır, ta ki konfor alanında kalmak isteyen egomuzu dinleyene kadar… Oldukça ikna edici, rasyonel ve o an için bize son derece doğru gelen sayısız sebebi (ki biz bu sebeplere “bahaneler” de diyebiliriz) bir çırpıda üretmek gibi olağanüstü bir yeteneğimiz var: Başlayıp bitirdiğimizde bize, çevremize ve hatta bütüne katkı sağlayacağını adımız gibi bildiğimiz şeylere başlamamak için kendimizi ikna edici bahaneler üretmek.
Peki, kendimizi ikna etme yeteneğimizi bu kez doğrusunu yapmak için kullanmaya ne dersiniz? Düşünsenize; Einstein izafiyet teorisi üzerine çalışmaya başladığında konfor alanında kalmayı tercih etseydi ne olurdu? Eminim isteseydi son derece ikna edici sebeplerle izafiyet teorisi üzerinde çalışmayı erteleyebilirdi. Mesela; ispatlamak üzere başladığı teorinin varlığına dair somut delili yoktu. Ayrıca etrafında onun fikirlerini çürütmek isteyenler de çoktu. Ve belki de o gün kendini bıkkın hissediyordu.
Bütün bu bahaneleri üretmek yerine o kendini, cevabını merak ettiği sorularla ikna ederek çalışmaya başlamayı seçti. Madem kendimizi ikna etmek gibi muazzam bir yeteneğimiz var, bunu doğru soruları sorarak kullanmayı seçmeye ne dersiniz?
Mesela:
- Bu işe başladığımda nasıl hissedeceğim?
- Bu işe başlarsam; 3 ay sonra, 6 ay sonra ve bir yıl sonra hayatımda nasıl bir fark yaratacağım?
- Ulaşmak istediğim hedefin sonuçları bana, çevreme ve bütüne hangi katkıları sağlayacak?
Sadece bu soruları değerlendirmek bile, hedefiniz olsun veya olmasın, içinizde bir heyecan yaratıyor, öyle değil mi? Eğer öyleyse bahanelerden kurtulmak için büyük bir adım atmış bulunuyorsunuz. Başlamanız gereken işe dair kendinize soracağınız doğru sorulardan oluşan harika bir gereciniz var. Kullanın onu.
3. Başlamak bitirmenin yarısı
Ne beylik bir laf!
Ve aynı zamanda ne kadar doğru.
Okumayı geç söktüğü ve okuldaki öğretmenleri tarafından yetersiz bulunduğu, hayatının başında olduğu gibi çalışmalarının başında da elle tutulur hiçbir şeyi olmayan Einstein, buna rağmen her seferinde sadece başlayarak sayısız mükemmel teoriyle bilimin ufkunu genişletti. Aynı zamanda hayatımızı da geliştirdi.
Küçükten başlayalım
Büyük hedefleri şimdilik bir kenara koyun ve günlük işlerinizde küçükten başlamayı deneyin. Örneğin; pazartesiye bir rapor yetiştirmeniz gerekiyor. Raporu yazmak için oturmaya karar verdiğiniz anda kafanızdaki ses size ihtiyaçlarınızı bildirmeye başlar:
- “Bir kahve yapayım”,
- “Güzel bir müzik koyayım”,
- “Bugün pazar, önce Facebook’a bakayım hem kafayı rahatlatmış olurum”,
- “Google’da ‘İyi rapor nasıl yazılır?’ makalelerine bakayım”,
- “Hava güzel, şimdi çıkayım akşam yaparım”.
Özellikle ihtiyaç kelimesini kullanıyorum; çünkü bu önermeler öyle kuvvetli gelir ki, sanki o kahveyi yapmaz ya da Facebook’a bakmazsanız kötü bir şey olacakmış gibi hissedersiniz. İlla o kahve yapılmalı ve illa o çalışma müziği seçilmelidir yoksa kıyamet kopabilir.
İlgili yazı: Hedeflerinizi gerçekleştirmek için yapmanız gerekenler
Gerçeğin farkında olduğunuzu anımsayın
Bu ölüm kalım meselesi gibi gelen ihtiyaçların, aslında ihtiyaç olmadığını ve bunları yapmazsanız kıyametin falan kopmayacağını gayet iyi bilirsiniz ve avantajınız buradadır. O tuhaf panik anında “Bu raporu bitirdiğimde nasıl hissedeceğim?” diye sorun. Bir anda fark edeceksiniz ki, sürekli bahane üreten zihninizin dikkati bambaşka bir yöne çekilecek.
Geriye kalan tek şey başlamaktır ve bunun için de hemen bilgisayarın başına oturup raporunuzun başlığını yazmak yeterlidir. Raporunuza yazacağınız başlık, işe odaklanmanızı sağlar ve odağınızı korursanız gerisi çorap söküğü gibi gelir.
4. Odağınız gücünüzdür
Odağın ne kadar önemli olduğunu daha önceki yazılarımda da anlatmıştım. Dikkat edin; herhangi bir konuyla ilgili sahip olmadıklarınıza odaklandığınızda ne oluyor? Nasıl hissediyorsunuz? Enerjiniz artıyor mu yoksa azalıyor mu? Peki, bir de şimdi hedefinize ulaştığınız, projenizi gerçekleştirdiğiniz ve/veya istediğinizi başardığınız ana odaklanın. O anda kendinizi imgeleyin. Sadece bunu yapmak bile ruh halinizi nasıl pozitife çeviriyor fark edin ve hemen şimdi yapın bunu.
Bekliyorum…
Eğer odağınız, alacağınız sonuçtaysa o doğrultuda ilerleyeceksiniz. Bu, %100 doğru ve geçerli.
Denizde dalış yapanlar ya da bisiklet veya motosiklet kullananlar ne demek istediğimi hemen anladılar. Nereye bakarsanız oraya gidersiniz. Başınız öne eğik ve dibe bakarken su yüzüne çıkmakta zorlanırsınız, aynı şekilde yukarı doğru suyun yüzeyine bakarken derine dalamazsınız. Nereye gidecekseniz o yöne bakmalısınız. Bu yüzden o andaki kısıtlar ve yetersizlikler yerine, elinizdekilerle hedefinize ulaşmak için neler yapabileceğinize odaklanın. Cevaplar şaşırtıcı bir hızla gelecek.
Şimdi size büyük bir sır vereceğim
Hayatı boyunca türlü sorulara cevaplar aramış bir düşünür olan Platon’un (Eflatun) yaşadığı dönemin en önemli bilgelerinden birinden aldığı bir sır bu:
Platon, ülkenin önde gelen bilgelerinden biriyle sohbetteymiş. Laf lafı açmış ve Platon’un bilgeden bir talebi olmuş: “Sen bu dünyanın en bilgelerindensin; hayata dair her şeyi bilirsin. Bana öyle bir anahtar ver ki, tüm kapıları açmamı sağlasın.”
Bilge merakla Platon’a bakmış, kaşlarını kaldırıp gülümseyerek: “Olur” demiş, “Ama bu yükü taşıyabileceğinden emin misin? Bu sırrı bilmek omuzlarına büyük bir sorumluluk yükleyecek.”
“Eminim” demiş Platon.
Bilge zor duyulabilecek bir sesle konuşmaya başlayarak Platon’un bütün ilgisini konuşmasına vermesini sağlamış ve birkaç uyarı da bulunmuş: “Bu sırrı öğrendiğinde saklaman mümkün olmayacak; mutlaka ve mutlaka uygulaman gerekecek. Eğer sırrı öğrendikten sonra uygulamazsan, bu sır seni içten içe ve yavaş yavaş yiyip bitirecek. Unutma; kullanmazsan bu sır başına bela olur. Hazır mısın?”
Öğrenmeye hazır olan Platon “Evet” demiş, “Sırrı kullanacağıma dair söz veriyorum ve kullanmazsam olabileceklerin tüm sorumluluğunu kabul ediyorum.”
Ya siz?
- Siz de hazır mısınız bu sırrı öğrenmeye?
- Öğreneceğiniz bu sırrı kullanacağınıza söz veriyor musunuz?
- Kullanmazsanız bu sırrın size yapacaklarının sorumluluğunu alıyor musunuz?
Eğer bu sorulara “Evet” cevabını verdiyseniz devam edebiliriz.
Bilge, Platon’un hazır olduğunu görünce yanına yaklaşmasını işaret etmiş, “Yaklaş ve kulaklarını dört aç o halde, sana dünyanın en büyük sırrını vereceğim.”
Plato bilgeye yaklaşarak söylediklerini duymak için hafifçe eğilmiş, bilge sakin ve güçlü bir tonla dünyanın en büyük sırrını ifşa etmiş:
5. Yap, sadece yap!
Plato şaşkınlıkla geri çekilip bilgeye bakarak “Ama” demiş, “ama bu çok basi…”
Daha sözünü bitiremeden bilge bu kez yüksek sesle tekrarlamış: “Yap! Soru yok, yorum yok, endişe yok… Yalnızca yap. Sana dünyanın tüm kapılarını açacak yegâne sır bu’.
- Eğer muhteşem bir hayat istiyorsan git ve yap.
- Eğer başarı istiyorsan git ve yap.
- Eğer harika bir ilişkiyse istediğin git ve yap.
Hepsi bu. Herhangi bir işi bitirdiğinizde hissettiğiniz o hafiflik, huzur, rahatlık var ya, işte o his her şeyden daha büyük bir tamamlanmışlık hissi ve mutluluk içermiyor mu? Bir düşünün: Bu mutluluk hissini Facebook’a bakınca ya da bir bilgisayar oyunu oynayınca yahut herhangi bir internet sitesinde vakit geçirince tadabiliyor musunuz? Cevabın “Hayır” olduğunu siz de ben de biliyoruz, çünkü daha önce defalarca deneyimlediğimiz bir şey var: Yapılması gereken bir işi tamamlamanın verdiği hazzı başka hiçbir şey veremez!
Hakikat: Asla yeterince hazır olmayacaksınız!
Şöyle söyleyelim: Hiçbir zaman yeterince hazır olmayacaksınız. Ve bilin ki hazır olmayı bekledikçe, başlamanız ve elbette başarılı olmanız güçleşecek.
- Hazır olmayı,
- Mükemmel koşulların oluşmasını,
- Doğru bağlantıların karşınıza çıkmasını falan beklemektense,
Artık sahip olduğunuz sırrı uygulayın ve size kattığı gücü kullanın: Yapın!
Sadece, gidin, başlayın ve yapın. Bunun için de aşağıdaki tüyolardan faydalanın:
- Elinizde her ne varsa başlamak için yeterlidir, onları kullanın. Elinizdekileri kullanmaya başladığınız anda daha önce farkında bile olmadığınız parlak fikirlerin hücumuna uğradığınız harika bir yaratıcı süreç başlayacak.
- Şunu mutlaka anlayın: Mükemmel koşullar diye bir şey yok! Ve emin olun ki; mevcut şartlar, aklınıza gelen fikri uygulamaya sokmak üzere çalışmak için düşündüğünüzden çok daha uygun ve yeterlidir.
- Ulaşmanız gereken kişi ya da nesnelere ulaşmak, size göründüğünden daha kolay. Tek yapmanız gereken konuyla ilgili harekete geçmek. İhtiyaç duyduğunuz bağlantılara nasıl ulaşacağınızı düşünmeye başladığınız anda çok sayıda alternatif yol aklınıza düşmek üzere sizi bekliyor.
Hatırlayın: Hayatta ilerleyenler; koşulların, kendisinin, ortamın hazır olmasını bekleyenler değil; deli cesareti gösterip ellerinde ne varsa onunla yola çıkanlar oldu hep.
Başarısızlık korkusu ve mükemmeliyetçilikten uzak; dilediğiniz zaman dilediğiniz işe kolaylıkla başladığınız ve odağınızı net ve keskin tutabildiğiniz, birçok şey yaparak mutlu hissettiğiniz harika bir hafta diliyorum hepinize. Deli cesaretiniz bol olsun!
Bana ulaşmak isterseniz lütfen yazın: [email protected].