Hamburg/Feldstrasse’de sade görünümlü bir kafe aslında Yoko Mono. Onu özel kılan yine biz olduk, tıpkı Frau Möller gibi.
Bütün dönem boyunca hep bizden birileri gidiyordu oraya, müzik dinlemeye, bir şeyler içmeye. Ne zaman ‘Dün gece oraya gittik, çok güzeldi’ diyen biri olsa, ‘Bize bir denk gelmedi’ dediğimiz bir yerdi. Hamburg’taki son gecemizdi. Erasmus grubumuzun hepsi dönmüş, sadece biz 4 Türk kalmıştık ve 3’ümüz ertesi günü dönüyorduk, bir diğer gün de diğerimiz.
Aniden bir telefon
Ev arkadaşımla bütün günü koşuşturmacalar, koli doldurmalar, valiz toparlamalarla geçirmiş, akşam olduğunda duşumuzu almış, yorgunluktan bayılmak üzere bir haldeydik. Sonra bir telefon geldi diğer ikiliden: ‘Biz Feldstrasse’ye gidiyoruz, gelsenize.’
‘Uyusak mı artık?’ derken gelen bu telefon, tabi ki benim ‘Var mısınız?’ sorusuna dayanamayan yapım ile olumlu yanıt buldu!
Bu vesileyle nail olduk bu kafeye Hamburg’taki son gecemizde. Önce ‘Buranın en güzel dönercisi’ dediğimiz yerden geçerken o son kez ki dönerimizi yemeden geçmedik Feldstrasse’ye gitmişken. Sahi Almanya’nın dönerleri ayrı bir başlık altına girmeyi hak ediyor gerçekten!
İlgili yazı: Hamburg’ta yaz: Elbe Nehri’nin kıyısındaki eğlence şehri
Gitmeden son bir kez
Hepimizde bir ‘gitmeden son kez’ mottosu var malum. O zaman son bir kez o çok sevdiğimiz Erdinger’den içmeliydik. Gecenin bir saati açık bulduk Yoko Mono’yu. İlginç bir şekilde, kafenin içinde de bizdeki tatlı hüzün ve durgunluktan vardı.
Üç kişi sakince bilardosunu oynuyor, bir kız da onları seyrediyordu. Diğer iki genç adam barda oturmuş biralarını içiyorlardı sessizce. Barda içkileri veren tipik Alman görünümlü bir çift vardı, bir de biz. Biralarımızı almış bulduğumuz boş masada laflıyoruz. Barda duran gramafon ise gecenin başrol konuğu oldu, zira hepimizin ilgilisi ondaydı gece boyu. Gramafonun başına geçen dar, diz boyu etek giymiş şuh ve bir o kadar da tuhaf kadın, adeta bizim için çaldı o gece, eskilerden, sakin, kafa dağıtıcı, dinlendirici. Ortam daha güzel olamazdı yani.
Biralarımızı üzülerek bitirdik, arkasından da geceyi. Gece otobüsü olmalıydı yakınlardan geçen, Reeperbahn’dan. Metroyla gidip, gece otobüsüyle dönmek, tüm şehri bir kez daha gecenin içinde ışıl ışıl görmemizi ve şehrin ‘özet’ bölümünü tamamlamamızı sağladı bir nevi.
Sabaha karşı evimize vardık ve gecenin huzuru üzerimizde, birkaç saat sonra başlayacak dönüş maratonumuza hazır olmak adına, o çok sevdiğimiz evimizdeki son geceki uykumuza daldık.