Geçen ay her şeyi bir anda bırakıp ani bir kararla Tayland’a gittim. Burada yerin önemi yok, zira ben yoga eğitimi için aşramı ilk aradığımda Hindistan’da ikamet ediyorlardı. Kayıt için form doldurduğumda Kamboçya’ya taşınmışlardı, biletimi gitmeden bir gün (özelliğim bu, onlarla ilgili değil) önce Tayland’a aldım. Yetti mi? Hayır yetmedi, gittiğimin ikinci günü aşram, su kenarından orman içine taşındı. Bana da bu yakışır dedim, hiç takılmadım!
Aşramın bundan sonraki yaşamının ilk gününe tanıklık ettim! 15-20 yıl önce, zaten bu adada kurulmuş aşram. Yuvasına geri dönmüş şimdi, anne kucağı bir nevi. Aşramın yerleşmeye çalışması, Bay Guru, öğretmen olduğunu sonradan anlayacağım tatlı aşram halkı, benim hayat döngümün bir aynası gibiydi. Baştan başlayacağım anlatmaya!
Dönüş eğitmen modülü yeni bitmiş, arabada bir yandan şarkı söyleyip, bir yandan hayaller içinde İstanbul’a doğru geliyorum. Tüm çalışmayı, keşfettiklerimi bir bir gözden geçiriyorum.
Esneme hareketlerini yaparken, içimde oluşan çoşkuyu anlatamam. Çünkü birazdan dans edeceğiz!
Hiçbir şey beni böyle heyecanlandırmamıştı son zamanlarda.
O kadar çok spritüel çalışmaya katıldım ki son 10 yıldır, genelde heyacan ve korku aynı anda işledi en etkililerinde, en aşık olduklarımda bile. Burada sadece benim için, kendim için, zevk almak için, neşelenmek için, kutlamak için, bir hazırlık vardı.
Bir an, bacağımı esnetirken bir sızı saplandı kasığıma, o kadar canım yandı ki!
“Neyin var, neden korkuyorsun, neye direniyorsun?” diye sordum.
“İstemiyorum,” dedi
“Neyi istemiyorsun?”
…
“Neyi istemiyorsun? Eğlenmiyor muydun?”
“Çok eğleniyorum!”
“Sorun nedir?”
“Hep dans etmek istedim!” dedi.
Çok ağladım, o kadar bilmiyordum ki bastırılmış özlemlerimi… Çocukken balerin olacak bu kız, hep parmak uçlarında yürüyor derlerdi. Hep beni bir bale okuluna göndereceklerini düşündüm ve hayal ettim. Sonra o gün hiç gelmedi.
O kadar çok utandım ki hareket etmekten daha sonraları, hiç o balerinler gibi olamadığımı düşünerek. Çocuk işte, içinde kalmış.
“Dans etmek istiyorum!”
Kasığımdaki gerginlik geçti ve ben ayağa, çocukluğumdan beri duymadığım bir sesi duymanın verdiği motivasyon ve güçle kalktım. O kampta bir saniye durmadım, bir an utanmadım, hiçbir şeyden korkmadım. Çocukluğuma borcumu ödemek için elimden geleni yaptım.
İşte bu kamp sonrası eve dönerken, bu hayeller ve düşünceler arasında, daha da ustalaşmak, bedenimi metafiziksel boyutta da tanımak, öğretmenliğini yapmaya hazırlandığım ve ufaktan başladığım dönüşü, ayakları yere basan bilgilerle anlatmak için; önceden pek de sevmediğim yoga eğitmenliğini almaya karar verdim. Sağlıklı olmak için kereviz suyu içmeye razı gelmek gibiydi benimkisi.
Ama arzuma, yeni aşkıma hizmet etmek her şeyden önemliydi o anda!
Yakın bir arkadaşımı aradım, yoga öğretmeni. Senelerdir Hindistan’da gittiği bir aşram var ve ondaki değişim ve bilgi dağarcığına çok hayranım. Tavsiyesiyle “Shri Kali Ashram”a kayıt yaptırdım.
“Guru”yla tanışma
Koh Phangan adasına vardığımda, dışarıda Hint elbiseleri giymiş, minnoş bir genç kadın elinde “Esra” yazan bir kağıtla bekliyordu beni. Koşarak aşağı indim ve hızla ona doğru yürüdüm, beni görse de arkamda başka birilerini aramaya devam etti gözleri. Gidip “Benim!” dedim gülümseyerek.
Kısa bir sarılmayla, skooter’ının yanına doğru yürüdük. Sonradan öğretmenim olacak olan bu genç kadın Jeana, seni erkek bekliyorduk dedi.
“Annem, babam da öyle bekliyormuş!” dedim.
Hikayemiz buradan başladı. Benim için Esra bebeğinin doğum hikayesinin tekrar gösterimi gibiydi.
(Tabi akılcı birçok cevabımız ve konuşmamız var, Ezra bir musevi erkek ismi, bu yüzden böyle sanmışlardır. Ama bizler çoklu dimensiyonlarda var oluyoruz ve her şey birçok anlamda aynı zamanda.)
Motoru uzun saçlı, kara bir Hintli kullanıyordu. Videolardan hatırlıyorum bu adamı.
“Seni tanıyorum,” dedim.
“Evet, bunu söylüyorlar,” dedi gülümseyerek.
Guru beni karşılamaya gelmiş. Çok tatlı! Valizimi bacaklarının arasına sıkıştırıp beni de arkasına alarak, sahildeki aşrama götürdü. Daha önce bir guru ile bu yakınlıkta olmadığımdan, nasıl davranacağımı da pek bilemedim. Sonuçta daha önce tanıştığım başka bir guru motor kullanmayı bırak, ellerini hava ile temas ettirmiyordu neredeyse! Ayaklarının altına gül yaprakları serilmeden tabanlarını yere koymuyordu.
Belki de bu biraz yeni bir “guru”dur. Yeni olmuştur yani, ya da tam olmamıştır. Ne bileyim! (Pahalı değilse, ambalaj janjanlı değilse, içeriğe bakmadan yargılar çünkü akıl! Bizler, güdüleri ateşlenerek büyütülen neslin çocukları, seçimlerimizi hep, bizim için seçilmişlerden yaptık. Adına da özgür irade dedik, paketinde öyle yazıyordu çünkü!)
Biraz sahilde dolaşıp, -“Evet, hayal değil, buradasın Esra” diye kendime seksen beş kere tekrar ettikten sonra- doğal güzellikler karşısında bir türlü gözlerine inanamama durumu yaşadığım için hep, kendimi telkin ile sakinleştirmek zorunda kaldım.
Kasabaya doğru yürüyüşe çıktım. Malum sivrisinekler yavaş yavaş kendilerini göstermeye başlamıştı. Birkaç eksik tamamlamak iyi olacaktı. Yolumu kaybettim bir yerde, tahmin ettiğiniz üzere dert edinmedim, hatta kaybettiğimi arkamdan bağıran Guru’nun sesi ile algıladım.
Yanlış yöne gittiğimi tahmin etmiş ve arkamdan gelmiş. (Nasıl bir imaj bıraktıysam artık!) Sinek ilaçlarımı aldım, motora atladım ve bir yandan sohbet ederek adayı dolaşmaya başladık. Guru, sürekli espriler yapan, çok komik ve cidden sevilesi, yumuşacık bir adamdı. Normal şartlarda otorite karşısında tutulan bedenim ve dilim, onun karşısında kendini rahat hissetti.
Bir yere oturduk, sütlü çay içmek için.
“Sormak istediğin merak erttiğin bir şey varsa sor.”
“Bilmem, ne bildiğini bilmiyorum ki! Sana neler sorabiliyoruz Bay Guru?” dedim.
“Her şeyi, merak ettiğin her şeyi. Cevap vereceğim, gerçekten,” dedi.
“O ne özgüven o,” dedim hemen içimden. (Böyle yargılarda bulunurken kendimi, elimde 5 şiş ile, patik ören ince dudaklı, yaşlanacakmış ama kendini bir yerde sabitlemiş, boynu hep tutuk, huysuz ve meraklı teyzeler gibi hayal ediyorum. Bir ters iki düz diye devam ediyorum bir yandan!)
“Senin guru olmana kim karar verdi?” diye sordum. “Yani bir gün kalkıp kendi kendine ‘oldum ben’ mi dedin?” (Yani bizde böyle özgüven pek hoş karşılanmaz da!)
Pek anlamaz şekilde baktı ve;
“Dharma,” dedi.
“Dharma mı?”
“Dharma, kişinin kendisini tezahür ettirmesidir. Benim varlığım böyle tezahür etti. Ayrıca 10 yaşımdan beri eğitim alıyorum. Eğitimler sonucunda geldiğim mertebe budur.”
Çok şaşırdım! Bendeki guru algısı, peygamberler gibi bir mucizeye sahip ve oradan keşfedilen, aydınlanmış kişi. Bir eğitim süreci olduğunu bilmiyordum!
“Okul gibi yani? Peki okuldan her mezun olan guru oluyor mu?” (Yani, şimdi düşünsenize! Burada da patik ören teyzeye dönüşüyorum!)
“Bu bir ömür alıyor. Ben 10 yaşımdan beri eğitim alıyorum. Herkes guru olmak istiyor. Ben de diyorum ki, ‘Guru olmayı istemeyin, bunu öğrenin!’ Anlıyor musun?”
“İnşallah,” dedim.
“Hindistan’da insanlar beni görünce bana sarılıyorlar, öğrencilerim her söylediğimi not alıyor,” dedi.
“O bana da oluyor,” dedim, rahatça. Çok güldük!!!
“Sadhguru diye bir adam var,” dedim, “biliyorsun ‘eğitimsiz guru’ demek sadh. Nasıl olabiliyor o zaman? O nasıl guru oldu, o ne biliyor?”
“O siz batılıların bilmediğini çok iyi biliyor,” dedi ve gülerken kendini kaybetti beyaz bıyıklarının ardında.
Komik bir diyalog gibi görünse de beni çok etkiledi, o kadar market ürünü besleniyoruz ki, paketlemesi güzel olanı sorgulamadan alıyoruz. Kim bilir daha neler var?
“Ben birçok videosunu izledim, çok doğru şeylerdi?” dedim birkaç örnek verirken. “Bu kadar gömmesek mi acaba?” (Patik ören kadından, Ayşe Arman’a bağladım. Hem havalıyım, hem meraklı!)
“Bu sözler bir Bhagavanın sözleri, Sadhguru tantrik bir guru değil. (Tantrik guruya bhagavan deniyor.) Osho’nun lafları bunlar! (Yine gülüyor.) Osho komik bir adamdı, Amerika ona tuzak kurdu, biliyorsun,” dedi dudaklarını hafif büzüp, gözlerimin içine bakarak.
Sonra Osho ile konuşmalarını anlattı. Bir arkadaşı çok merak etmiş Hindistan’da, sanırım o sıra yaşları bayağı küçük. Koşa koşa aşramdan içeri girip Osho’yu gösteriyor arkadaşına, sonra kendi çıkıyor, bunun umuru değil! O etrafla ilgilenirken Osho gelip, “Senin burada ne işin var özgür ruh! Benim sana anlatacağım bir şey yok,” diyor. Sonra çokça görüşmüşler, çok seviyor onu. Okuldaki resim öğretmenine olan sevgisi tadında bir dille anlatıyor.
Yoga bir spor değil, yaşama uyumlanma yöntemi
Ertesi günlerden birinde, Uplifers yazımı yazıyorum masada, geldi yanıma.
“Ne yapıyorsun, acıkmadın mı?”
“Acıktım,” dedim, ama yazımı bitirmeliyim. (Zira akşama yeni aşrama taşınacağız, orada da internet yok.)
“Hmm,” dedi dudaklarını büzüp, o beyaz komik bıyıklarını oynatarak. “Akşama yaparsın!”
“Patron sensin Bay Guru,” deyip atladım motorunun arkasına. Önce tüm aşramın gittiği yere sebzeli pilav yemeye gittik. İan ve çocukları oradaydı. (İan ve Jeana aşramda yaşıyorlar 7 yıldır, hem öğretmenlerim hem de çok sevdiklerim. İki de mucize çocukları var, Hindistan cevizi kadar doğal ve özeller.) Sonra guru beni aşrama bırakıyordu ki, “Yeni aşramı görmek ister misin?” diye sordu.
“Elbette görmek isterim!” Sanırım saat geçirdik yollarda, çünkü Bay Guru aşramını bulamadı!
“Bir guru düşün ki, aşramının yerini bilmiyor!” diyerek gülüp durdu kendine saatlerce. Sonunda 30 günümü geçireceğim yeni evime gelmiştik. Evim diyorum, çünkü bende gayrı hiçbir his uyandırmadı ilk andan itibaren. Odaları dolaştık tek tek, pırıl pırıldı. Mobilyalar almış, masanın başına oturup bir şey yazıyormuş gibi yapıyor!
“Burada oturup çalışabilirsiniz değil mi?”
“Evet!”
“Beğendin mi?”
“Çok beğendim!”
“Herkes rahat eder mi?”
“Bilmem, ama ben ederim. Herkes de eder sanırım! Neden etmesin?”
“Burası çok güvenli bir yer. Öğrencilerimin herhangi bir şeyden rahatsız olmasını istemem. Önce sizin güvenliğiniz ve rahatınızla ilgileniyorum. Bu önemli.”
(Babacım!!! Burada babasının dizine sarılmış 3-5 yaşındaki Esra gibi görünüyorum kendi gözüme.)
“Hadi,” dedi, “seni köpeklerimle ve kedilerimle tanıştırayım.”
Tüm Hindistan, Kamboçya onlarla birlikte seyehat etmiş. Her gün İrina gelip, onları sevip besliyor. İnanın küçük çocukları besler ve sever gibi. Hiç bir fark yok.
“Benim geldiğimi anlıyorlar. Arkadaşlarım onlar, nasıl bırakırım? İyi dostuz,” dedi. Hindistan, Kamboçya’dan Hindistan’a tekrar girerken sınırdan almamış hayvanları, bizim guru da Nepal’den girmiş.
Canım…
Sabah 09.00’da, ayurvedik masaj ile başlayıp, sonrasında iki saat yoga, 3 saat ara, 3 saat yoga, akşam yemeğinin hemen ardından da akşam dersleri şeklinde bir programla başladık eğitimlere. Yoga ile ilgili bilgim olmadığı gibi bolca yargım vardı. Ben yoga nedir bilmemişim ve hiç anlamamışım önceden. Anladığım o ki, buralarda (istisnaları tenzih ederim) anladığımız yoga da biraz daha farklı.
Guru diyor ki, “Yoga bedene meditatif olmayı öğreten bir bilimdir. Siz batıda, kalçamızı açacağız, biraz daha zorlayacağız, kas yapacağız diye uğraşıyorsunuz. Evet, yaptığınız her şey yoga hareketleri ama amacı ve kullanımı doğru değil. Yoga bir spor değil, yaşama uyumlanma yöntemi. Pranayı dengelemek, meridyenlerinizin efektif çalışması için gerekli bir sistem.
Bunun sonucunda dayanıklılığa ve uzun kaslara sahip oluyorsunuz, evet, ama amaç bu değil. Sonuçlardan bir tanesi. Bunu beğeniyorsunuz, beğendiğiniz için de buna yoğunlaşıyorsunuz ve sistemin doğruluğundan uzaklaşıyorsunuz. Böyle olduğunuz için sizi yargılamıyorum. Çünkü aklınız bölerek çalışıyor, bütünsel olarak algılayamıyorsunuz ve göremiyorsunuz. Sadece şuramıza çalışalım, ya da böbreğim hastalandı iyileştirelim diyemezsiniz. Çünkü böbreğiniz sizden ayrı değil, belki de başka bir organınızın yaşadığı bozukluğu o manifeste ediyor. Her şeyi bütün olarak görmelisiniz!”
Bütünsellik ve birlik bilinci ile ilgili ne çok şey okuyup, konuştuk. Elbette haksızlık etmeyeceğim, çok da anladık. Ama bunun içinde yaşamak başka bir his. Çünkü değişmeyen, bölünmeyen, ayrışmayan bir enerji var. Dolayısı ile bilgi, enerji, pürüzsüz ve çapaksız olarak akıyor.
Tantra, spiritüelleiğin içinden cinselliğin çıkarılmamış halidir
Başka bir gün tantradan bahsediyor Guru. Hepimizin aklında ve dilinde deli sorular. Kıs kıs gülüyor bizimki de, kim bilir kaç yıldır aynı soruları cevaplıyor, hem de her seferinde kendini daha eşsiz sanan uykudakilerin.
“Herşey bütündür. Tantra=seks değildir. Sizin aklınız sadece sekste. Çünkü bilmiyorsunuz. Onu ayırdınız ve başka bir yere koydunuz, bu yanlış okunmuş ezoterik bilgiden kaynaklı. Tantra metafiziksel bilgidir. Evrensel bilgidir.”
“Peki tantra ile ilgili birçok çalışma düzenleniyor batıda. Çoğu seksüel imaj ve içerikler taşıyor. Bunlar gerçek değil mi?”
“Elbette seksüel bir kısmı var. Çünkü gerçekliğimizde seks var. Seksüel bir aktivite sonucu dünyaya geldiniz, nasıl lanetliyorsunuz? Akıl var mı burada? Nasıl bir yere giderken böbreğinizi, açlığınızı bırakıp gidemiyorsunuz, cinsel organlarınızı ve hislerinizi de yok sayamazsınız. Yaşadığımız hayat gerçektir. Bizler gerçeğiz. Cinsellik gerçek, açlık gerçek. Spiritüelleiğin içinden cinselliğin çıkarılmamış halidir tantra. Diğer öğretilerde bunu ayırırlar. Tantrikler bütünsel bakarlar. Bu ayrım sizlere bu soruları sordurup, sorunlar yaşamanıza sebep oluyor. Bu konuya o kadar takıntılısınız ki, bütünü göremiyorsunuz.
Ayrıştırma bunu yapıyor, bütünü gören ve her şeye hakim olan halimizi, bir ayrıntıya kilitleyip bırakıyor. Dünyamızı küçültüp bizi asla cevaplanmayacak bir sorunun içine hapsediyor. Bütünsel bakış, (daha önceleri bahsettiğim gözlemci hali bunu sağlamaya yardımcı olur) genelin ve tamamın nasıl etkilendiğini görmemizi sağlıyor. Asanalarınızı yapın iyi olacaksınız, bilinçaltınız anlayacak…”
Sonra sistemi anlattı biraz. Karma, dharma, artha, kama, moksha’ya hakim olana guru ve bunların yanında tantra öğretisine hakim olana da Bhagavan denirmiş. Hindistan’da tanrı olarak gördükleri, “guru gi” dedikleri mertebe.
“İzin verin size kendimi tanıtayım, ben Bhagavan!”
Hocalarımız tanrı değil, insan
Bir an tüylerim diken diken oldu. (Bizim sütlü çay içtiğimiz komik bıyıklı Hintli değil mi bu adam?)
O kadar iyi biliyor ki oyunu, en ufak yanlış anlaşılmaya yer bırakmıyor Bhagavan. Neye saygı duymamız gerektiğini net ve tertemiz anlattı ve öğretti bize. Ambalaja prangalı zihinlerimizi, asıl bağlı olması gereken yere taşıyıverdi, hem de hiç telkinde bulunmadan. Olduğu hali ile.
Hayatımda ilk defa Guru gördüm. Bilgisine saygı duyduğum ve yanında iyi hissettiğim. Ve bir şey anladım; guru olmadığımı! Komik mi geldi? Hocalık yapan kime guru diye bakmıyorsunuz? Beklentilerimizi sıraladığımızda, karşınızda görmek istediğimiz idealize tipe batı gurusu diyoruz. Sürekli namaste! (şimdi çok gülüyorum işte!)
Bir hoca hata yaptığında, tanrı hata yapmış gibi kızıyorsunuz değil mi? Yaşama dair öğretilerini kendisi uygulamakta zorlandığında, acımsızca yargılıyorsunuz. Size orada kendinizi sınavda hissettiren nedir, yada yarıştığınız? Beklediğiniz kurtarıcı olmadığına mı kızıyorsunuz, insan olduğunu unuttuğunuz için kendinize mi? En acısı da, buna, bu beklentiyi karşıladığına inanan hocalar var…
Oysa insanız, hepimiz! Hem düşeriz, hem kalkarız. Ama bilgi tek, usul usul verene saygı duymak şart. Tanrıcılığa gelirsek veya guruluğa, sadhgurunun da dediği gibi (ya da Osho’nun, bilmiyorum) 6 milyar tanrı olmasını isterdim! Aradaki fark net mi? Ustaca insanlığa devam etmek lazım hayatta… Kendini bile öğrene…
Günler geçtikçe, tüm gerçekliğim oradaki odama, şalaya çöktü. Bütünlük algısı her şeyde geçerliydi. Tüm aşram sürekli hareket halindeydi. Yeni şala yapılıyor, elektrik tesisatında sorunlar çıkıyor, günlerce durmadan yağmur yağıyor…
Aşramla birlikte benim de elektirik kablolarımda sorunlar oldu, onlar fazları artırdı, ben masajları… İyileştik. Hüngür hüngür ağlarken içimden, yağmurlar durmadı gökyüzünde ve yan odamda ve bir yan odamda ve diğerinde…
Birimiz düzelince hepimiz düzeldik. Hepimiz düzelince geride ağlayan kalmadı. Köpeklerden birini tekmelemişler, arka ayağı sekiyordu, tam bir gün boyunca onunla aynı acıyı kendi bacağımda yaşadım, belki başka tekmelenmiş ağayı seken köpeklerin… Durduk yere, gözleri dolu dolu, yürüyemiyor insan!
Son bir hafta kala, içime kapanmaya başladım. Dönmek istemiyorum. Babamın evinden çıkmak istemiyorum.
“İsterseniz bizimle yaşayabilirsiniz,” dedi Bhagavan, durduk yere.
“Yok dedim, ben daha guruluğu öğreneceğim!”
Neler öğrendim?
Ders 1, her suyu kaynağından iç.
Ders 2, her şeyden ve herkesten istisnasız sorumlusun.
Ders 3, önce kendine kulak ver.
Ders 4, insan olmakta bir sıkıntı yok, kendini ejderhalar ve Poseidon ile kıyaslama.
Ders 5, tek hayat var, bir tane ben var.
Ustalaşmak, gerçeği görmek için bildiğinizi bildiğinizden emin olun. İç sesiniz hep bilir. Duyduğunuzun farkında olmasanız bile bilir ve yönlendirir, korkmayın. Bildiğiniz size aittir. Bunun emaneti olmaz; utanmayın, korkmayın.
Yaşadığımız dünya, elinde bir sürü oyuncağıyla ortalığı birbirine katmış çocukların dünyası. Gerçekler ile oyuncakları birbirinden ayırmakta ustalaşmalıyız, hepimiz… Kendi yolumuzun koruyucusu olmak biraz böyle bir şey, enerjini, gücünü kendini gerçekleştirmeye harcamak. Ama dersleri hiç unutmamak. Sorumluluk önemli, bütünü algılamak ve ahenginde hareket etmek bizi iyileştirecek olan yegane yöntem. Dışındaki diğer her şey, bir tasvir, bir betimleme…
Yıllar önce yatılı okul için İzmir’e gideceğim için çok heyecanlıydım. Ama bir yanım da daha çok küçükmüş meğer, bunu yıllar sonra anladım. Ağır gelmiş çocukluğuma aileden uzak yaşamak, başarılı bir çocuk olduğumu ispatlama uğruna, onlara layık olduğumu… Aynı hüzün çöktü üstüme, daha doğrusu bu çöken hüznün; eskiden kalma, hiç bakmadığım hüzne ait olduğunu gördüm, o günü gördüm.
Gitmeden yarım saat önce, Jeana geldi yanıma.
“Gitmeden Bhagavan’ı görmek ister misin? Şu an müsait,” dedi.
“Tabii ki!” (Burada çizgi filmlerde hızla uçan kahramanın yüzüne gelir kamera, rüzgarın şiddetinden biraz buruşmuştur, ama bir gözü keskin bir şekilde hedefe bakmaktadır! Oyum!)
Odasına girdiğimde biraz söyleniyordu. Yeni yemekhanenin çatısı manzarasını kapatmıştı.
“Görüyor musun?” dedi, “Hiç düşünmüyorlar, manzarayı kapattılar,” dedi suratını buruşturarak. Söyleyecek bir şeyim yoktu, öyle üç yaşındaki ağzı bir karış açık kız çocuğu halimle oturuyordum.
“Korkuyorum dedim, geri dönmek istemiyorum!”
“Genelde korkarlar. Merak etme iyi olacaksın. Sadece neşeni paylaş, mutluluğunu paylaş. Başka yapabileceğin hiçbir şey yok! İnsanlar batıda çok mutsuzlar, öyle de kalmak istiyorlar.”
“Ben yeterince neşeli miyim ki?” diye düşündüm.
“Önce kendine iyi davran, asanalarını yap. Yemeğini ye, hiçbir şeyin yok!”
“Gözlerim dolu dolu, ağlayacağım galiba,” dedim.
Şefkatle gülümsedi o beyaz uzun bıyıklarını oynatarak.
“Bu kağıt işleriyle uğraşıyorum, 15 gün dediler. Bu ne demek biliyor musun? 15 gün Bangkok’ta kalsaydım sana veda edemezdim ve öğrencilerimle hiç vakit geçiremezdim. 3 günde bitirdim, bazen müdahale etmek gerekiyor,” dedi.
(Gülümsedim.)
“Anladım,” dedim.
“Elbette,” dedi.
Sarıldık, boğazımda kocaman bir top, ne aşağı iner, ne çıkar yukarı!
Beni çok sevdiğin için çok teşekkür ederim hayat!
Agustine ve Juniper iyi yolculuklar diyerek bacaklarıma sarıldılar, o minnoş Agustine (pardon, genç adam) kendinden büyük valizimi arabaya taşırken sordu:
“Birilerinde telefon numaran var mı?”
“Evet, var, arayacak mısın?”
“Sanmam!”
“Peki neden?”
“Senin gibi yüzlerce insan geliyor, hatırlayacağımı bile sanmıyorum!”
“Peki öyle olsun, yakında geleceğim, o zaman anlarız hatırlayıp hatırlamadığını!”
“Yakın derken? Senin yakının ne zaman? Bazıları için iki ay, bazıları için 3 sene,” dedi, ağzı hafif muzurca yana kaymış flörtöz bir tavırla.
“Birkaç ay,” dedim.
“Gelirken Türk lokumu getirmeyi unutma,” deyip koşarak yanımdan ayrıldı 9 yaşındaki flörtüm.
Siz gidecek olursanız, çifte kavrulmuş götürür müsünüz benim için? Orada yaşayan bir ailem, çok sevdiklerim var benim…
İlginizi çekebilir: Temizlik zamanı: Hem ruhunuzda, hem bedeninizde, hem evinizde