Biz kadınlar erkeksiz, erkekler de kadınsız yaşayamıyor malum… Sadece fiziksel gereksinimlerimizin dışında paylaşmayı arzuladığımız başka duygular da var… Hatta çoğunlukla fiziksel paylaşımın bile önüne geçiyor. Böyle söyleyince direkt cinsellik algılanabilir, malum kafalarımız belli toplum mitlerinden ötürü algısal olarak bazı konularda otomatik pilota bağlayıp konuyu belden aşağıya vuruyor… Belden aşağısı da yukarısı da bize lazım, yaşamda yolumuz uzun, biri olmadan sadece diğeriyle yol pek de çekilmiyor.
Birlikte seyahat etmek, aynı evi paylaşmak, aynı şeylere ilgi duyup bununla ilgili sohbet etmek, keyifle bir konuyu tartışmak, evdeki bir oda için internetten tablo siparişi vermek, market alışverişi yapmak ,birlikte bir yaşam alanı kurmak gibi uzayıp giden bir liste aslında fiziksel temas…
Fizikselde belli doyum noktalarına ulaşınca malumunuz işin içine duygusal paylaşımlar da giriyor… Haz odaklı insan organizması karşılanmış temel ihtiyaçlarının içini daha da dolu yaşamak istiyor. Ne de olsa doymak bilmeyen, ilkel, hayvani bir tarafımız var. İki kişinin bir araya gelme yolculuğunda pek çok yaşanmışlık, birikim, acı, neşe, kazanç, kayıp, bitiş, başlangıç var. Yaşadıklarına kimileri yetişkin penceresinden bakmayı tercih ediyor. Kimileri de koşulları, çevreyi suçlayarak çoğunlukla mağdur rolünden çıkamayarak hayata ve kişilere karşı suçlayıcı olmayı tercih ediyor.
Söyleyince tanıdık gelen ifadeler var değil mi?
Hepimiz hayatımızın bir döneminde ,özellikle de acılarımız tazeyken, bize yarenlik edenlerle bu şekilde psikolojik oyunlar oynarız. Vazgeçilmez olmak için kimi zaman kurtarıcı rolünde bir kadın ya da bir erkek olarak, karşımızdakinin yetişkin olma alanına müdahale ederiz. Bunu da hep iyi niyetimizden yaparız. Hepimizin bildiği “İyilikten maraz doğar” tam da bu konuyu aydınlatan çok sevdiğim bir atasözüdür.
Arkasından kurtarıcı kahraman rolüne bürünen biz kadın ve erkekler, yaptıklarımızı karşımızdakinin özgürlük alanına müdahale etme hakkı ile sözde iyi niyetimizle takas ederiz. Ve bakarız ki orada işler pek de öyle görünmediğinde “evdeki hesabımız çarşıya uymaz”… Bu sefer de kurtarıcıdan suçlayıcıya düşeriz. Dahası da yetmezmiş gibi kendimizi bir anda yakın çevremize başımıza gelenleri anlatarak mağdur durumuna düşürmüşüzdür. Anlaşılmak için onaylanmayı bekler, çoğunlukla da hikayeyi bir parça eksik anlatırız. Ucundan kıyısından tanıdık geliyor mu bu hikaye? Bu drama üçgeninin içinde günün sonunda elimizde kalan tablo şudur: Yola çıkarken umduğumuz sevme ve sevilme ihtiyacımız yerine, elimiz yüreğimizde, hayalimiz askıda kalakalmış bir halde buluruz kendimizi…
Peki neydi bizi hak ettiğimiz ilişkiyi yaşamaktan alıkoyan?
Koşulsuzca sevebilmek için neydi ihtiyaç duyduğumuz?
Haklı çıkmak için daha ne kadar mutsuz olmayı tercih edecektik?
Bir ilişkide kurtarıcı rolüne geçmenizi söyleyen iç ses kimindi?
Bu yazıyı okuyup buraya kadar geldiyseniz, bitişi kendi kendinizle konuşarak onurlandırın. Yukarıdaki sorulara tüm içtenliğinizle cevap vermeyi deneyimleyin. Bakalım içinizde aslında sizin için her şeyin en iyisini bilen o bilge tarafınız hangi cevapları kucağınıza fısıldayacak…
Kendinize şefkatli kalın…
İlginizi çekebilir: Kendine yol olmak: İçinizdeki ebeveyn, çocuk ve yetişkinle bir toplantı yapma zamanı