Size bir şeylerin iyi gelmediğini nereden anlarsınız? Ve size bu durumun iyi gelmediğini keşfettiğinizde bırakmanız mı, yoksa üstüne mi gitmeniz gerektiğinin ayrımını yapabilir misiniz? Ve ayrımı yaptığınızda bu yolu kalbin kabulünden geçirebilir misiniz?
Hayatta çok uzun süre bana iyi gelmeyen şeyleri anlamayacak kadar inatçı bir kız çocuğu oldum. Orasından burasından çekiştirdiğim şeylerin gerçek olabileceği yanılsamasına kapılıyordum. Sanıyordum ki yeterince emek verirsem bir şeyler istediğim gibi olabilirdi ama benim elimde olan şeyler ve asla elimde olamayacak şeyler vardı. Bunu anlamamak için sanırım çok direndim.
En büyük teslimiyet halini, bu yaşamdaki varlığımızın son bulabilme ihtimaliyle karşı karşıya geldiğimizde yaşarız.
Arkadaşlar, tüm inkârlar, gözyaşlarından sonra öyle bir an geliyor ki, sonunda anlıyorsunuz. Neyi mi? Kelimelerin anlamsız ve boş olduğu o yerde beliren derin kabulü. Sizden daha büyük olana duyduğunuz güvenin baş döndüren varlığı, gerçek teslim olma haliyle tanışmanıza yardımcı olur.
Size iyi gelmeyen durumları, olayları size gelmeye çalışmasını sağlayarak, görmezden gelerek, uzatmaları oynayarak iyi edemezsiniz. Kendinizi meşguliyetle oyalayarak durumlara karşı hissinizi değiştiremezsiniz. (Modern insan hep buradan sınanıyor.)
İster ilişkiniz, ister işiniz, ister sağlık durumlarınız, isterseniz konu başka bir şey olsun! İlk adım gerçekten olanı tüm çıplak haliyle görebilmekte başlıyor. İyileşmenin ilk bebek adımları tam burası, arkadaşlar! Kaçmaktan vazgeçip durumu netlikle görebildiğinizde neyin sizin elinizde, neyin sizin elinizde olmadığının ayrımını yapabilmeye başlıyorsunuz. Ve ayrım netleştikçe kabul de belirmeye başlıyor.
Hepimiz sevilmek ve kabul görmek istiyoruz. Ama arkadaşlar, bunu kendimize verme konusunda cimriyiz ve bir haberim var: Genelde yüzeydeki durumların farkında olduğumuzu söylesek de, ancak bir terapistle konuştuğumuzda halının altına süpürdüğümüz ve varlığından bile haberdar olmadığımız karanlık yanlarımızı görebilmeye başlıyoruz. Terapist ile danışanın arasındaki bağın gücü de burada yatıyor aslında. Donanımlı bir terapistin yanında ne anlatırsanız anlatın, içinizdeki o küçük kız ya da erkek çocuğunun dışlanmayacağını, kabul göreceğini hissettiğinizde karanlık kapsanmaya başlıyor.
Artık biliyordum, verdiğim nefes gibi tutunduğum ne varsa bırakma alanına davet edebilirdim. Artık biliyordum, tutunma çabalarımın hepsi yine benimle ilgiliydi. Her nefeste bana yeni yaşam veren Varoluş, her boşalan nefeste onu alıyordu. Artık biliyordum, bir şeyler elimin içinden gidiyorsa, tam burası yeni olasılıklara gebeydi ve işin en sihirli tarafıydı. Burayı doldurmama gerek yoktu. Eninde sonunda dalga kıyıya vuracaktı. Tek yapmam gereken, gerçekte olanı görebilme isteğiyle bakabilmek ve buraya güven duymaktı.
Sağlıklı olmayan her şeyin aslında en derinde hep farkında oluyoruz, sadece görmek istemiyoruz. Eğer açığa çıkarsa, açığa çıkanla ne yapacağımızı bilemediğimizden, korkuyoruz ve maskemizi takıyoruz. Ta ki, günün birinde bir şekilde hakem sert bir şekilde o düdüğü çalana kadar. Sert düdük de herkesin hikâyesine göre değişiyor.
Belki bugün o uzatmaları oynadığın ne varsa, onu yanına oturmaya davet edersin. Bir şey yapmaya, düzeltmeye çalışmadan onunla kalabildiğin kadar kalırsın. İşte burası yaşamın yeniden seni doğuracağı yerin de kendisi. Merak etme, kocaman yaşam anbean sana yaşamı üflüyor, boşa geçirme hiçbir nefesi.
Son senelerde hayatımdan bir şeyleri çıkartırken ilk yaptığım: Bedenimi, kalbimin atışını, duyumlarımı gözlemlemek ve sonra da konu neyse onu nazikçe karşıma alıp bir süre acele etmeden kalmak ve alan yaratmak oluyor. Bazen ağlamak, bazen bedendeki o yoğunlukla temas etmek ve vakti geldiğinde konuyu şefkatle yaşama bırakmak… “Ama”lar, “falan”lar gibi zihnin senaryoları belirdiğinde “Bilmiyorum” diyebilmek ve bir sonraki adıma büyük bir aşkla yürüme cesaretini gösterebilme haline açık olmak…
Eğer hayatında seni sıkıştıran bir konu varsa dünyanın en sinir bozucu kelimeleri şu olur: BIRAK, KABUL ET! Oysa bu iki eylemin gerçek anlamını vermek zaman alır. Hayatın en büyük dilemması da budur: Çabanın bittiği yerde eylemin kendisi açığa çıkar.
Çabayı bitirmeye çalışmanın ilk adımı yavaşlamaktır. Durumlar, şartlar ne olursa olsun değerli olan sensin! Diğer her şey sadece senin verdiğin anlamın ifadesi olabilir.
“Bırakmam, kabul etmem lazım” bakışı yerine, durumun sana ne hissettirdiğini görmeye istekli olabilir ve bu filmin tüm renkleriyle senin olduğuna güvenebilirsin!
Ve tüm yaşam burayı sadece senin yapman üzerine kurulu bir sahne! Bu sahnenin mağduru değilsin! Asla olmadın! Kendi sisteminin güneşi sensin. Başka kişileri, olayları, durumları güneş sanma. Kendi hayatını sıkıştırmadan var olmak mümkün!
UNUTMA;
Güneş sensin!
Parla, parla, parla!
İlginizi çekebilir: Esneklik neden önemlidir: Hayatın akışına esneyerek uyum sağlayın