Güvenli bölgede iyi miyiz, yoksa aynı döngüden çok mu sıkıldık?
Peki ne yapalım? Nasıl yapalım?
Fark ettim de bu ara sürekli “hayatımın şöyle / böyle bir dönemindeyim” diye giriş yapıyorum yazılarıma. Amma açılım olmuş bende çok farklı alanlarda. Hoşuma gitti şimdi… Çalışmalarımın, yaptıklarımın meyvelerini çok net görebildiğim harika bir dönem bu.
Hayatımda açılım olan bir diğer konu ise bu sıralar şu: güven alanımda çok sıkışıp, sıkılıp o alandan çıkma içgüdüsü.
Güven alanı derken şunu kastediyorum: günlük rutin hep bildiğin şeyleri yapmak, hep bildiğin yollardan yürümek, korktuğun şeylerden korkmaya devam etmek, ne olduğunu bilmediğin şeylere pek yaklaşmamak, seni hep rahat hissettiren şeyleri yapmak, hep güvende olduğunu bildiğin alanda soluk almaya çalışmak.
Bu konuda minik minik açılmalarım vardı son yıllarda evet. Ama çoook minik. Riske girmekten pek hoşlanan bir yapım yok. Korkularımın üstüne gideyim gibi bir hırsım da olmadı hiç. İyiyimdir genelde bildiğim yollardan yürüme konusunda hepimiz gibi. Pek sevmem dışına çıkmayı. Sevmezdim mi demeliyim, şu an bilmiyorum gerçi. Enteresan bir geçiş dönemindeyim. Hep gittiği restoranda, aynı yemeği sipariş eden tipler olur ya hani; heh işte tam da onlardandım!
Şimdi enteresan bir şey var üzerimde. Sanırım bıkmışım. Aynı şeyleri yapmaktan, aynı yemekleri yemekten, aynı yerleri gezmekten. Çok anlamsız hissettirmeye başladı bana içinde bulunduğum hayat. E hep aynı şeyler dönüp duracaksa yaşamanın eğlencesi nerede?
İlk önce pek fazla alakam olmayan bir davete katılmakla başladım. Kimseyi tanımıyorum, yeri bilmiyorum. Davet sahibi bile sadece selamlaştığım yakınlıkta. Normalde gitmek aklıma bile gelmez böyle bir şeye. Bir anda “gelirim tabii” dedim. Neyle karşılaşacağım konusunda hiç bir fikrim de yoktu. En kötü çıkarım yarım saatte ne olacak ki dedim kendime. Giyindim ettim ve gittim. Bence onlar da şaşırmıştır benim gitmeme. Derken çok tatlı bir sohbetin içinde buldum kendimi. Tanımadığım ama yazılarımı takip ettiğini ve çok beğendiğini yüzüme dillendiren çok tatlı bir kadınla tanıştım. Birinden çok acayip bir hayat hikayesi dinledim, bir başkasından hiç bilmediğim bir konuda bilgi sahibi oldum. Bir saat durduysam eğer, dolu dolu bir saat geçirdim orada. Öyle mutlu ayrıldım ki; “tamam Gamze budur!” dedim. Önüne çıkan fırsatları değerlendirme vakti, neyin nereden karşına çıkacağı, seni nerede neyin beklediğini hiç bilemezsin. Sadece git ve dene. Katıl hayata. Ne kaybedersin? En kötü ne olabilir? Denediğin şeyi hiç sevmedin mi? E sevmediğini kendin biliyor olursun artık önyargıların, korkuların seni yönlendirmeden. Ya da kendine hiç ummadığın yerden harika şeyler katarak çıkarsın. Kapı kapıyı açar.
Ondan iki hafta sonra gündelik hayatımda çok da görmediğim bir arkadaşımla yaptığım sohbet sırasında bana gittiği takı kursunu anlatması ve anlatırken gözlerinin parlaklığı benim ruhumda bir heyecan dalgası yarattı. “Aa ne güzel bende denemek isterdim” dedim. Meğer günlük çalışmalar varmış. Usta eşliğinde basit bir atölyede birkaç saatte kendi yüzüğünü yaratıyormuşsun. Hemen atladım gelirim diye! Yüzük yapmak falan; asla bir fikrim yok. Ama denemek istiyorum. Duyduğumda beni heyecanlandıran her şeyi ama her şeyi denemek istiyorum şu sıra galiba gerçekten…
Gittim de. Kumkapı’da ilkel diyebileceğimiz minik bir atölye. Olayı o ama zaten. Çok gerçek! Teknolojinin t’si yok. Oh! Ustanın adı Serop Benli. 50 senedir bu işi yapıyormuş. Şakaları, hikayeleri, bilgisi, anlatışı.. Enerjisine bayıldım. Orada benimle beraber kursta bulunan insanlarla tanışmak, hayata bakış açılarını izlemek. O atölyenin havasını solumak. Bir yüzük nasıl sıfırdan yapılır izlemek, deneyimlemek. Oradaki emeği, sanatı görmek. Çok çok keyifliydi! İyi ki dediğim bir aktivite oldu benim için. İlgisini çekenler için bu workshopun adı “Kendi Yüzüğünü Kendin Tasarla”. Özden Bulut’a ulaşabilirsiniz eğer böyle bir gün geçirmek isterseniz. Instagram’da adresi de lodosdesign; buradan ulaşıp detaylı bilgi alabilirsiniz. Velhasıl kelam, evde ya da yine hep aynı çevrede dönüp duracağıma hiç daha evvel aslında alakam olmayan bir konudan fırsat doğduğunda isteğim doğrultusunda katılmış olmam ve dolu dolu yaşadığım bir gün ardından başımı yastığa mutlu koymam. Paha biçilemez!
Şimdi ise bir inzivaya geldim Kapadokya’ya. Gülmeyin ama programda uyku tulumu ve çadırlarla mağarada kalmak var gece. Gülmeyin diyorum çünkü tüm tanıdığım samimi arkadaşlarım ki ben dahil; baya güldük bu duruma. Gülme kısmı tamamen benim karakterimle alakalı olduğundan dolayı tabii. Ben kim, mağarada kalmak kim Allah aşkına normalde? Uyku tulumunu kendi gözlerimle görmüşlüğüm yok. Normalde kendi banyosu olan temiz otelimde kalırım ve titizimdir de bu konuda. Ama bu defa başka. Duydum programı ve “tamam ben geliyorum” dedim hiçbir şey düşünmeden, planlamadan. Balıklama atlama olayı vardır ya; hah tam da ondan işte. Nasıl bir zincirlerimi kırma olayına girdiysem, ne çıkarsa bahtıma durumu yaşıyorum bu ara.
Hocam Ezgi de duyduğunda başka bir inzivaya katılmaktan bahsettiğimi sanmış. Beni bu hayatta en iyi tanıyan insanlardan biri olarak ihtimal vermemiş düşünün. Hiç inanamamış. Ve gözlerindeki şaşkınlığı görmek bile haz verdi bana desem yeridir. Herkesten önce bu ara kendimi şaşırtmaya ihtiyacım var, yepyeni deneyimlere atlayıp her şeyin tadına kendimin bakası var. Bunu da tavsiye ederim, çok eğlenceliymiş biraz da sonunu düşünmeden yaşamak. Korkularını önemsemeden olaya atlamak. Özgürlük, rahatlık, ferahlık, heyecan!
Çadır deneyimim nasıl geçti derseniz de… Şaşırtıcı derecede rahat ve harikaydı! Vadinin içinde kalmak, uyanmak, durmak, toprakta uyumak. Hatta derme çatma bir tuvalete gitmek için bile patika yoldan yürümek. Benim için enteresan bir ilkti. Zorlandım mı? Hayır! İki gündü zaten. Ama evet o iki gün duşa yaklaşmadım; o kadar değil benim için henüz. Programda bir akşam dolunayda atlarla yürüyüş vardı vadide. Heyecanlandım yine. Ama korku da bastı aynı derecede. Daha evvel sadece 5 dakikalık bir deneyimim olmuştu o kadar. At oldukça yüksek bir hayvan ve üzerinde onunla uyumlu olmak olay. Son dakikaya kadar katılıp katılmayacağıma emin olmadığımı söyledim. Kendimi dinlemem gerekiyordu her konuda olduğu gibi. Yeni bir şey denemek evet harika ama eğer yüksek dozda korku varsa da o keyfi çileye çevirmenin bir manası yok. Ama baştan reddetmedim en azından.
Gittim çiftliğe ben de grubun geri kalan üyeleriyle. İzledim bir süre. Sonra bir atın üstünde olma hissine bakmak istediğimi söyledim. Bindim ve “beni hemen indirin” dedim. Mümkün değildi o an benim için anladım. Korku her bir yanımı sardı. Üstüne de gidebilirdim evet, ama bazen de sınırları zorlayıp korkunç bir deneyim geçirmeye gerek yok. O an benim için doğru zaman değildi biliyordum. Burada bilmek çok önemli. Nasıl mı biliriz? Kendimizi, içimizi, hislerimizi dinleyerek; onlara kulak kabartarak. Bu konuda da her gün daha iyiye gitmekteyim günlük meditasyon pratiklerimle. Gurur duyduğumu söyleyebilirim kendimle. İnsanın kendisini bilmesi kadar hayatı yaşarken onu rahat ettiren bir şey yok. İçimde de kalmadı, aklım da kalmadı, pişman da olmadım diğerlerinin ay ışığında vadide gözden kaybolmalarını izlerken. Harika görünüyorlardı fakat ben de bir o kadar emindim kendimden. Bittiğinde ise: “Atlar o kadar güven veriyordu ki harika bir deneyimdi ama iyi ki gelmedin, gerçekten zorlayıcı olabilirdi o korkuya senin için” dediler. Biliyordum ben bunu zaten o atın üstüne çıktığım an.
Vadiye, kampımıza geri dönüş yolunda ise 15 dakikalık dar, yokuşlu ama zorlu olmayan bir yoldan yürümek gerekiyordu. Öyle yorgundum ki benim için imkansızdı o yoldan yürümek. Hatta şehirde kalmak konusunda teklifler aldım o halde olduğum için. “Yok” dedim, “tamamlayacağım ben bu inzivayı”. Başladığım döngüyü tamamlama konusuna önem verenlerdenim. Yarım bırakmak pek hoşuma giden bir durum değil. Neyse döndük ki kaldığımız yere bakan ve bize orada yemek, çay, her konuda yardımcı olan güzel ruh Emin hala kamp alanında bizi bekliyordu. İstememiş bırakmak orayı tüm eşyalarımız orada diye sağ olsun. Mini bir motosikleti var. Allah biliyor ya inşallah gitmemiştir diye dua ettim. Ki gitmemişti… Emin geldi motoruyla ulaştırdı beni mağaraların olduğu yere. Yürümek durumunda kalmadım ve üstüne üstlük vadinin içinden gece daracık patikadan motorla gitmek gibi müthiş bir deneyim yaşamış oldum. Uykudan ve yorgunluktan ölen Gamze ayıldı o beş dakikada. Bir daha gittiğimde bütün vadiyi bu şekilde tatmak istediğime karar verdim. Ah çok büyük keyif aldım. Hiç beklemediğinizde yaratıyor hayat size en güzellerinden ortaya karışık bir şeyler. Bu da onlardandı. Nicelerine!
Anlatmak istediğim şu aslında: kendinizi rahatça hayatın kollarına bıraktığınız an ve kendinizi dinleyip bildiğiniz an, yaşam harika bir kombinasyona dönüşüyor. Hem yeniliklere açık olmak ama aynı zamanda kendinize de net olmak. Hem hiç denemediğiniz şeylere atlamak, hem de onun size ne kadar iyi gelip gelmeyeceğini tartabilmek.
Önünüze gelen bir fırsata bakın derim. Duyduğunuzdaki “ilk an”a. O an, asıl gerçek cevabın olduğu yer. Duyduğunuzda size heyecan veriyorsa, kalbinizde bir şey zıplatıyorsa sebebini henüz sizin bile bilmediğiniz; o deneyimin peşinden gidin. Hiç düşünmeden! Zihni sokmayın işin içine, çünkü hemen bir dakika sonrasında başlıyor “zaten nasıl olacak, yapamam” gibi konuşmalara. Herkesin yaptığı bir şeyse rahatlıkla, ilginizi çekiyor ama içinizde bir şeyler sizi o kadar da huzurlu hissettirmiyorsa eğer; bırakın onu orada. Vardır bir sebebi. O an uygun değildir sizin için. Bu sonra uygun olmayacağı anlamına gelmez tabii ki ama o anki siz önemli olan.
Ben böyle bir döneme girdim işte. Eğlenceli, değişik, zevkli. Ne varsa önüme çıkıp kalbimi çarpıtan; hoop dal Gamze! Bakalım sana neler getirecek, arkana yaslan ve izle sonrasında da. Tavsiye ederim. Hepimize.
Çok çok bol bol sevgi ve cesaretle…
İlginizi çekebilir: Zihnin hapishanen de olabilir, özgürlüğünde; seçim senin