Zorlu ve kesinlikle değişik bir dönemden geçiyoruz. Bir ay bile çok uzun bir zaman. Bir alışkanlığı kazanmanın ve bırakmanın yirmi bir gün sürdüğünü düşünürsek; köklü değişiklikler yaşayıp, tam olarak farkına bile varamadan adaptasyon sürecine geçmiş olabiliriz her birimiz.
Kendi “değişikliklerim”e gelirsem; bir kere “evden çalışmak”, yani “home office” belli bir disiplin gerektiriyormuş, bir ayın sonunda biraz biraz fark ediyorum. Saatleri ayarlama –ev ve çocuklarla olan koşturmacanın da etkisiyle tabii- büyük bir ciddiyetle ele alınması gereken bir konuymuş. Mesai sonunda servise bindiğim saatte, evde de bilgisayarı kapatmam gerektiğini, bunu ben yapmazsam hiç yapılamayabileceğini anladım. Ya da iş yerindeki öğle tatili vaktini evde de bilgisayar açılmayan kutlu bir zamana çevirmemin hayati olduğunu… Bunu bir yapabilince yük nispeten hafifliyor. Çünkü her alanda ve her yaşta “rutin”lere ihtiyacımız var. Ve onları her kaybedişimizde bocalıyoruz, yeniden bir dengeye ulaşabilmek için yeni rutinler arıyoruz.
“Rutin ihtiyacı” sadece bu alanda değil tabii. Okulsuz dönemde evde coşan, yer yer deliren çocuklarımı gözlemlemeye çalıştım elimden geldiği kadar. İlk günler müthiş bir şölendi onlar için. “Benim için de” diyemiyorum çünkü işim maalesef çok yoğundu, ama dilediğim an onlara sarılabilmek paha biçilemez bir mutluluk. Anne evde, baba evde. Her an ellerinin altındayız, okul yok, her daim oyun, her daim eğlence, her daim coşku, sınır yok…
Bir süre sonra -kendim de ev, iş ve çocuk dengesinde yorgunluktan bitap düştüğümde- gördüm ki; sınırlar kalktığında daha mutlu değil, aksine daha huzursuz ve doyumsuzlar. Duygu iniş-çıkışları çok daha şiddetli, çünkü günden ya da “zaman”dan ne bekleyeceleri konusunda hiçbir fikirleri yok, uzay boşluğunda gibiler…
Her gün düzenli bir rota izlediğimizde, aslında çok daha huzurlular. Oyunların ve işlerin bir sırası var artık. Belki okul gibi bir yerde… Çok katı değil tabii kurallar ve zaman içinde tamamen evrilebiliyor. Misal şu dönem kahvaltı sonrası buz kırma zamanları var, bazen sığınak oyunuyla, bazen de jimnastik saatiyle devam ediyor. Yataklar beraber toplanıyor ve pijamalar beraber katlanıyor. Çikolatanın, kitabın, boyamanın, bahçede bir tur atmanın, balkonda beraber bir şeyler yemenin zamanı var. Ani sarılmalar, öpmeler ise hepimize her an serbest…
Ben kendimi kaybedip bağırırsam birine, karşıma dikilip “Bana bağıramazsın” deme hakları var beni uyarmak için, benim de özür dilemem için bir alanım. Hatta o “bağıramama” alanı da genişledi artık; “Kardeşime bağıramazsın” davar “Abime bağıramazsın” da var. Birbirlerini kollayan iki çocuk var artık bu evde, ne güzel…
Her birimiz ormanda yürüyeceğimiz patikaları belirliyor gibiyiz. Çok iyi bildiğimiz bir alanda, hiç bilmediğimiz bir oyunun içinde gibiyiz. O yüzden tüm kurallar, rutinler yeniden yazılıyor. Ben mutfağı, yemek sonrası ofise çeviriyorum misal. Ve çocukların odasında dinleniyorum, o odada yalnızken kendi çocukluk odama gidiyorum zihnimde, çok heyecanlanıyorum. Tarifte zorlanıyorum hislerimi, çok ama çok özgür zamanları, sorumlulukların çoğunu ebeveynlerime bıraktığımı, hayal ve heveslerimi ne ciddiyet ve keyifle yaşadığımı anımsıyorum. O oda, şu dönem bana ihtiyacım olan enerjiyi ve tazelenmeyi sunuyor.
Ve yine önemli bir tespit daha, kimi ve neyi en çok özlediğinizi, istediğinizi ve belki de sevdiğinizi daha iyi anlamanıza yardım ediyor bu süreç. Bir telefon hakkınız varsa kimin için kullanacağınızı ya da her şey mümkün olduğunda yeniden, neleri hayatınızdan çıkaracağınızı ya da neleri kendinize katacağınızı…
“Artık”lı o kadar çok cümle kuracağız ki bu sürecin sonunda her birimiz. O “artık”larda şaşıp kalmamak için, herkesi usul usul “korona günlüğü” tutmaya davet ediyorum ondan. Bir yerlere yazın, yazın ki hatırlayın daha sonra olan bitenlerin size ettiklerini…
Vaka ve ölümleri takip ettiğimiz günleri, gürül gürül koşamadığımız, kumu görüp elimizi sokamadığımız, çimeni görüp uzanamadığımız, sevdiklerimizi görüp sarılamadığımız günleri yazın bir kenara. Yazın ki, duyun size neler dediğini. Duyun ki, tutabilin elinden yıllar sonra aniden karşınıza çıktığında. Tanıyorum seni, diyebilin.
Aşkla…
İlginizi çekebilir: Iskalamadan yaşamak için sorulması gereken soru: “Sevgi neydi sahi?”