X

Göz doymayınca, gönül doymuyor: “İyi yaşam” çılgınlığına kapılmadan kendini dinlemek

Ceylan Ertem’in yeniden yorumladığı Neşet Ertaş’ın şahane eseri “Gel Sevelim” çalıyor bir süredir bende. Hem sadece çalma listemde değil; kafamın içinde, gönlümün en derinlerinde. Her bir sözü o kadar anlam yüklü ki; hala dinlemeyenleriniz varsa ya da dikkatsizce, öylesine dinleyiverdiyseniz şarkıyı, lütfen sözlerine kendinizi verin bir dahaki sefere. Pişman olmayacağınızı söyleyebilirim.
Şarkının bir kısmında diyor ki;
Gel sevelim sevileni, seveni
Sevgisiz gönüller gülmüyor canım
Nice gördüm dizlerini döveni
Giden ömür geri gelmiyor canım

Ben de üzerine bolca düşündüğüm, kendime yeni alışkanlıklar katmaya çalıştığım son beş yılın ardından; 2020’deki ilk yazımda, sonradan dizlerimizi dövmektense kendimize şu an iyi gelecek bir yaşam yaratmak için neler yapabilirizi konuşmak istiyorum. Bana bugüne kadar iyi gelenleri sizlerle paylaşarak tabi ki.

Benim için bu süreçteki en önemli madde “gözü doyurmak” oluyor. Çünkü yıllar içinde fark ediyorum ki; “göz doymadan, gönül doymuyor.” Gözümü doyurmak için önce en görünürden başlıyorum, her sabah aynanın karşısındaki kendimden. Birkaç sene önce sağlık problemleriyle köklü değişiklikler yaptığım ve etkisini net bir şekilde gördüğüm beslenme düzenimden pek şaşmamaya çalışıyorum. Peki neler mi yapıyorum?

Bedenime iyi gelen şeyleri yemeye çalışıyorum. Gluteni ve süt ürünlerini minimumda tüketiyorum ama “iyi yaşam” trendi olduğu için değil; yediğim ve yemediğim dönemdeki farkları vücudumda gözlemleyebildiğim için. Yeri geldiğinde ise kendimi mutsuz etmektense; o şahane pastayı hüpletmeyi de bilerek. Kendime acı çektirmeden, kendimi hep dinleyerek ve dengemi korumaya çalışarak. “Ben onu yemeden asla yapamamam” dediğiniz her ne ise; “İnsan nelere alışıyor, biraz fazla tepki göstermiyor musunuz?” demek istiyorum. Benim için yoğurt öyle bir şeydi mesela, günde 5 kez yiyordum bazen; şu an haftada 2 kereyi geçmeden gayet mutlu mesut yaşıyorum. Yani olabiliyor, yeter ki isteyin ve deneyin, şans verin kendinize.

Şimdi “Efenim bunlar yeni moda işler, biz böyle mi büyüdük?” yorumlarını kendi adıma dikkate almadığımı belirtmek istiyorum. Dünya değişiyor, bilgi değişiyor, üretim şekilleri değişiyor; eskiden iyi gelenlerin o eski halinden eser yok şimdi, bu böyle biline! Burada en önemlisiyse işimize gelmiyor diye; kulaklarımızı yeni bilgilere tıkamamamız. Okuyun, izleyin, araştırın, deneyimleyin; hangisi sizin kafanıza daha çok yatıyorsa onu yapın, seçim sizin.

Peki başka başka neler mi yapıyorum, gözümü doyurmak için? Mevsiminde yemeye gayret ediyorum, mümkün olduğunca paketli gıdadan uzak durarak. Eskiden domatesi yaz kış yiyen, o olmadan kahvaltı sofrasına oturmayan biriydim ben. Artık kışın domatesin ne renginin, ne de tadının tuzunun olduğunu fark edebiliyorum. Diyorum ki “Benim bedenim çöp değil ki, onu gereksiz şeylerle doldurayım.” Yediğimde yüzümü ekşiteceklerden, beni mutsuz edeceklerden uzak durmaya çalışıyorum. Alternatifleri neler olabilir diye bakıyorum; kuru domates nasıl lezzetli oluyor ya da kahvaltıda da salata yenilebilir kısmını böylece keşfediyorum.

Gözümün doymasına en büyük yardımcı gökkuşağı beslenme çabalarım oluyor. Adların, kavramların pek önemi yok; şu sıralar bal kabağı, pancar, kereviz, lahana, karnabahar ve daha niceleri ile sofram rengarenk olsun diye uğraşıyorum. Hayata lezzet katmadan olmaz diyerek; baharatların gücünden faydalanıyorum bol bol. Bazen antin kuntin yemek denemelerim hüsranla sonuçlanıyor, kabul ediyorum; bazense şahane sonuçlar çıkıyor. Denemeden bilinmiyor ki, değil mi?

Bir süredir “Az yemek, öz yemek; önemli olan vücudu dinlemek!” diyorum. Ama buradaki az, sıklık anlamında; yoksa kalori falan saymadan ne sağlıklıysa bol bol yiyorum, yani önce gözümü doyuruyorum. Günde iki öğün besleniyorum; eskiden hem kafamı hem bedenimi ne çok yormuşum, onu fark ediyorum. Evime, dolabıma, mideme bana iyi gelmeyen ürünleri sokmamaya çalışıyorum. Her gün “Onu mu yesem, bunu mu yesem; şundan mı kaçamak yapsam?” soruları ile kafayı yememiş oluyorum bu sayede. Bedenim de yemekten, düşünmekten yorulmuş, bunu anlıyorum. Yeme saatlerimi de belirli aralıklarda tutmak bana iyi geliyor; günde 6-8 saat yemek yiyorum diğer kısımlarda içecek harici bir şey tüketmiyorum. Aralıklı oruç diye geçen beslenme tarzını isterseniz siz de araştırabilirsiniz.

Şimdi burada bir ekleme yapmak istiyorum. Ne kadar şahane tablolar çiziyorum diye düşünülmesin. Şu ana kadar bahsettiklerim, benim normal günlük hayattaki rutinim haline geldi ve beni mutlu ediyor. Ama sanılmasın ki bir seyahatte hala oranın ne yemeği meşhursa onun peşinden koşturmuyorum. Beslenme şeklimden çok farklı olsa da, illa ki yiyorum deniyorum. Hatta görenleri şaşırtacak seviyede bir iştahla, merakla. Normal olanın da bu olduğunu düşünüyorum; “iyi yaşam” zırvalarına mükemmel uyacağım diye kendimizi hasta etmeden bir yolunu kendimiz için bulmanın daha uygun olduğuna inanıyorum.

Rutinler demişken kendime iyi gelen başka rutinlerim de var artık. Sabahları “Oilpulling” (ağızda yağ çekme) ile güne başlıyorum, ev yapımı elma sirkeli suyumu aç karnına içiyorum, Hindistan cevizli kahve ile de öğlene kadar hiç açlık hissetmiyorum. Burada yazdıklarımı görünce “iyi yaşam” üzerine ne demişlerse yapmış diye düşünebilirsiniz; ama emin olun çok daha fazlasını denedim. Bu konuda farklı farklı önerileri, rutinleri olan insanları örnek aldım. Ama denediklerim arasında sadece bedenimde olumlu etkisini gözlemleyebildiklerimi rutinim haline getirdim, diğerlerine devam etmedim.

Mesela oilpulling dişlerimi beyazlattı, nefesimi ferahlattı; elma sirkesi sindirime yardımcı oldu gibi gibi. İşte bu yüzden siz de size ne iyi gelecekse onlara şans verin bence. Çünkü “İyi yaşam, insanın kendine yakışanı giymesidir.” Eğreti duruyorsa, herkes yapıyor diye yapılıyorsa, moda diye peşinden koşuluyorsa; etkisi de pek olmuyor cana, bunu yapmalı küpe kulaklara.

Kendi evim bedenimden başladığım yolculuğuma, kendi bakım ürünlerimi yapmayı ekliyorum. Yıllarca cilt problemleri yaşamış, bir dönem çok ağır ilaç kullanmış birisi olarak yediklerimin cildimine etkisini ilk defa bu kadar açık gözlemleyebiliyorum. Ama daha iyisi mümkün diyorum ve ikinci adım olarak cildimi beslediğim ürünlere odağımı çeviriyorum. Hassas ve problemli bir cilt geçmişim olduğundan, geçen yıla kadar hep dermatologların önerdiği eczanede satılan ürünleri kullandım.

Daha doğalı mümkün mü?” sorumun cevabına farklı eğitimlerden ya da internetten ulaşmanın artık çok kolay olduğunu öğrendim. Bir süredir doğal yağlarla kendi hazırladığım cilt bakım ürünlerini kullanıyorum. Güzel haberse çevremdekiler de yavaş yavaş bu tarz ürünlere dönüyorlar, çünkü bendeki pırıltılı değişimi fark ediyorlar. Unutmadan burada bana iyi gelenleri paylaştığımı hatırlatmak istiyorum, size de bunlar iyi gelecek ya da dermatologa gitmeyin gibi mesajlar vermediğimi belirterek.
Kişisel bakımda da tavrım belli; mükemmeliyetçi bir duruş takınıp kendime dünyayı zehir etmekten çok uzaktayım. Deneyerek yanılarak; kah memnun kalarak, kah eskiye dönerek ilerliyorum. Sabun, doğal şampuan hangisi bana iyi geliyorsa orada kalıyorum mesela. Bilenlere, kullananlara, önerilere kulak veriyorum; deniyorum ve kendi seçimimi yapıyorum; sıfırcı hocaların yalnızca bu doğru diye dikte ettiklerini değil.

Bugünlerde benim için sırada evimin temizliğini daha doğala çekmek var. Geçtiğimiz günlerde bir market ürününün geçmeyen kokusu beni o kadar rahatsız etti ki; zehir soluyorum dedim suni çiçek kokuları altında. Yolum daha uzun, eskilere dönüşlü biraz; arap sabunu, sirke, uçucu yağlar ve yeni formüllerle. Hepsini denemeye hazırım; ama kendimi hasta etmeden yine. Günümüz takıntılı “iyi yaşam” karanlığına geçmeden; rutinlerime güzel uyanı ekleyerek, beni zorlayanı eleyerek.

Sadece fiziksel temizlikten, değişikliklerden fazlasına ihtiyacımın olduğunu biliyorum. Ruhuma iyi geleceklere yanaşıyorum. Pilates ile ne kadar katı olduğumun farkına varıyorum; esnemeye çalışıyorum hem makinada, hem hayatta aynı zamanda. Soğuk demeden kilometrelerce yürüyorum artık; hareket taze nefes veriyor, taze düşünceler getiriyor bana görüyorum. Sessizlik kampında tanıştığım Vipassana meditasyonunu tekrar yaşamıma katmayı deniyorum; anda kalmaya çalışıyorum. Meditasyon sonrası pamuk gibi oluyorum ve bu hisse bayılıyorum.

Aklımı temizlemek, aklımın kirini pasını almak içinse kitaplara hatırlatıyorum kendimi; çünkü bir süredir soğuktu aramız biraz. Anti teknolojik bir insan olarak podcast ile olmayan ilişkimi düzeltiyorum. İnanmazsınız suya girince alışıyorsunuz, haftada en az bir podcast dinliyorum. Yeni insanlar, yeni konular, yeni fikirler dünyasında mest oluyorum.

Hayatıma eklediğim bütün bu değişiklikler, yeni alışkanlıklar toplanıyor; aynadaki beni, sokaktaki beni, hayattaki beni daha mutlu ediyor. Her geçen gün gözüm gördüklerinden daha memnun oluyor, gönlümü doyurmaya başlıyor; farkı hissedebiliyorum.
Gönlü beslemek, gönlü doyurmak için de bana iyi gelenler olduğu aşikar. Hayat boyu öğrenci olmak, hep ben bilirim dememek, ilham verenlere yüzünü dönmek, paylaştıkça çoğalmak, can dostluklar, sayısındansa doluluğu önemli olan sohbetler yaşanmışlıklar, yeni yollar, kalemimden dökülen yazılar…

Bu süreçte gönlüme ekstra yük olanlardan da arınmaya çalışıyorum. Bana iyi gelmeyen insanlarla, ilişkilerle arama mesafe koyuyorum. Bol “canım”ları havada uçuşturan, ama hayatında gerçekten bir kere bile “can”ım dememiş olanları yakınımda istemiyorum. Hayatını maskeler arkasında yaşamayı tercih edenlerden uzak durmaya çalışıyorum. Bütün bunlar bana ne kadar iyi geliyor görebiliyorum.

Evimi, dolabımı hafifletmek, gönlümü de hafifletiyor. “Gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunu herhangi bir alışverişten önce hep sormak; “Dünya elden gidiyor!” söylemlerinde bulunup, sonrasında hızlı moda alışverişleriyle buna destek verenlerden olmamak; senelerdir geri dönüşüm yaparken, artık bunun yeterli olmadığının farkına varmak; israfın her haline dur demek; evdeki, dışarıdaki günlük rutinlerimi daha çevre dostu yapmaya çalışmak… Hepsi iyi geliyor benim gönlüme.

Bu senenin ilk yazısında bana iyi gelenlerden; gözümü doyuranlardan, gönlümü çoşturan davranışlardan, alışkanlıklardan ve rutinlerden bahsetmek istedim. Kendi hayatımın kapılarını açarak; belki size de faydası dokunur diyerek, hep birlikte daha güzele koşmayı diledim. Siz de kendi hayatınızda gözünüzü ve gönlünüzü nasıl doyuracağınızı, biraz durup düşünmek istersiniz belki de?

“İyi yaşam” çılgınlığına kendinizi kaptırmadan; moda diye ne varsa onu sorgusuz sualsiz yapmadan kendinizi dinlemeye karar verirsiniz, kim bilir? Gözün sürekli dışarıda kıyasta olmadığı; gözün doyduğu, gönlün doyduğu bir alternatif sizin için de mümkün mü diye sorgulamaya başlarsınız belki de? İçerideki yaraları sadece dışarıyı cilalayarak, boyayarak değil; içeriyi de düzenleyerek, parlatarak iyileştirirsiniz. Dizlerinizi döveceğiniz bir hayattansa, kendi yolum diyeceğiniz bir yaşamı seçersiniz; kim bilir?

Denediğim, inandığım, bildiğimse kendine iyi gelenleri yapmak; her gün her cana iyi gelecek. Diller, huylar, gözler, gönüller güzelleşecek. Tam da burada yine “Gel Sevelim” şarkısının sözleri hatırlanacak: Özü gülmeyenin, yüzü güler mi? Ve “Gülmez tabi ki!” diyeceğiz hep birlikte, en içimizden hissederek. Dilerim hem gözümüzü, hem yüzümüzü güldürmeye olsun bütün gayemiz. Ve herkesin gayesi de biricik olsun! Sevgiyle!

Not: Özümüzü, yüzümüzü, gözümüzü, gönlümüzü doyuran büyülü Kapadokya seyahatimizden fotoğraflar. İyi ki sevgili! 

İlginizi çekebilir: Zaman makinesi ileri sardığında: Peki ya ne olacak bundan sonrası?

Sinem Kocacan: Bir eylül sabahı Denizli'de gözlerimi açmışım dünyaya. Benim hayat yolculuğum küçük bir şehirden üniversite ile İstanbul'a taşınmış. Boğaziçi Uluslararası Ticaret'i tercih etmişim, yurtdışına açılan kapım olsun diye. Gerçekten okul benim bambaşka diyarlarla tanışmama vesile olmuş; gönüllü çalışma kampları, work&travel, değişim öğrenciliği... Hepsi beni insanların hikayelerine yoldaş yapmış. Sino derler bana, heyecan verenlerin peşinden koşarım hep; bol bol samimiyet ve gözlerinin içi gülen insanlar ise en sevdiklerim olur. Kendi dünyamı yaratmak, -meli -malı'lardan kurtulmak için bolca çabalarım. Yeni ve rengarenk olan beni kendine çeker; düşe kalka büyüyen, içindeki küçük kız çocuğunu yaşatmak isteyen biriyim ben. Kurumsal hayatta pazarlama yaparken, bir gün kendime başka yollar yaratma kararı aldım. Sırtçantamla Güney Amerika'nın altını üstüne getirirken, 30'unda Interrail yaparken buldum kendimi. Fark ettim ki yolda attığım her adım kendi özüme yaklaştırıyor beni. Hayat bana göre bir yolculuk; onu dolu dolu yaşamak içinse ihtiyacımız, o ilk adımı atmak ve fark etmeye başlamak. Yolculuklarımızla hep beraber büyümek ve hikayelerimizi birlikte paylaşmak dileğiyle.. Her şey gönlümüzce olsun.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale