Yoga yapanlar bilir; bazı pozlarda kalbi açmak tabiri çok kullanılır. Yogaya başladığımda en çok bu dikkatimi çekmişti. Kalbi açmak mı? Nasıl yani? Henüz uzman değilim, yolun başındayım, yine de pratikte derinleştikçe farkındalığım artıyor. Bu konuya yine bir yazı dizisinde dönerim. Şu an sadece kalbi açma kısmına odaklanalım. Neden mi?
Malum şubat ayındayız. Teoride kalıyor maalesef ama her gün sevgi günü olmalı. Bu 14 şubat bayağı gözümüze sokulduğundan önemsiyor oluyoruz bir nevi. Kendi adıma diyelim ya da. Kalp açmak o yüzden bu konuya paralel. Gerçekten kalbi açmak ne kadar kolay ve zor değil mi? Mesela bazı pozların içindeyken yogada ilk başta ne kadar zorlanıyoruz. Kapalı, çünkü o göğüs kafesimizde atmakta olan kalbin alanı. O alan genişlemedikçe, yeniye yer açmadıkça biz tıkanıklık yaşıyoruz ilişkilerimizde. O pozlardaki olma hali hayata karşı da nasıl baktığımızın bir ön gösterimi.
Bu yeni yılın ilk yazısı böyle romantik bir günden ilham alarak başladı. Sizi götüreceğim ilk yer yeni değil, 2019’da en son gittiğimiz yere geri döndük.
Yılı kapatırken Göbeklitepe’deydik. Okuyan insanlardan aldığım yorumlardan ve sonradan kendim de okuduğumda fark ettiğim şey şu oldu; son yazım aslında kısa bir gezi anlatımıydı. En heyecanlı yerde bitti, devamı sonra dedim. Yazı bir tekrar mı derseniz, baştan geçeceğim o Urfa’daki ilk günü. Bazı yerler de insanlar gibi anılmak ister, şu anki gibi birden fazla kere. Hadi yad edelim yeniden. 2020 yazısında sıfır noktası meğerse 2019 yılının son yazısıymış. Olur öyle… Bitti dediğimiz baştan başlar kendi hikayesine. Onun anlatacakları bizim aksimize bitmemiştir. İzin vermeli akışa.
Malum Atiye dizisi de buraya ilgiyi artırdı. Ne güzel de oldu. Tarihimiz fark edilsin de, yolların hepsi güzel. Açıkçası diziyi genel olarak sevdim. Bu yazının sonunda sizden -izlemeyen var ise hala- bir ricada bulunacağım. Bir sonraki yazı konusunda buradan esinlendiğim ayrıntılar olacak.
Kaldığımız yerden devam edersek hala Urfa’dayız. Güzel ve sıcak bir ekim ayı. Urfa’ya geldiğimiz otel merkezi. İlk gün erken başladı zaten, odalara yerleştik ve kendimizi hemen dışarı attık. İstikamet Göbeklitepe. Enteresan bir düzeni var buranın; gelenler görecekler. T sütunları ile çevreli bir ibadet yeri. Kolayca geziliyor. Minik bir hatırlatma; unutmayın daha ilk gün!
Göbeklitepe’ye gitmek şehir içinden çok kolay. Sıfır noktası durağından otobüsle oturarak gittik, yaklaşık 40 dk sürüyor. Taksi ve araba kiralama da seçenekler arasında tabii. Yollar pamuk tarlası ve muhteşem bir ambiyansa sahip. Gözlerimize hitap eden o bozkırlar iyi geliyor. Gezi alanı çok güzel korunmuş, turistik alan rahat geziliyor. Rehberlerden orada olanlara denk gelince kalabalığa illaki karışıldığından kulak misafiri olunuyor bir nebze. Hikaye ve konum zaten öyle müsait ki merakı ateşlemeye.
Enerjisi çok yüksek. Heybetli. Anlatarak değil gözle görülmesi gereken deneyimlerden. Bilgiye olan açlık burada gün yüzünde. Kazı alanı bitmeyen bir süreci de simgeliyor. Yıllar geçtikçe daha çok sırrın aydınlanacağı da ortada. Kim bilir neler çıkacak? Kaç kere geleceğiz buraya da gezeceğiz? Çünkü hemen yakınında yeni bir kazı alanı açılıyordu biz oradayken. Yaşamdan çok uzun sürecek bir süreç bu. Tarihi baştan yazmak!
Göbeklitepe gezimizi yine aynı yolla merkeze dönerek tamamladık. Dönüşte kebapçılardan birinde karnımızı doyurduk. Enfesti, eleştiriye kapalı bir mutfak tabii ki! Şimdi neredeyiz derseniz, şehir merkezindeyiz, hala yaz saati uygulaması sürüyor müzelerde. Madem öyle, dedik ki zaman kaybetmeyelim o halde, bugün onları da gezelim. Arkeoloji Müzesi bizim otelimize yürüme mesafesi şansımıza. O kadar güzel bir yapı ki, yakın zamanda restore edilmiş. Göbeklitepe gezisinden hemen sonra olması da anlamlı oldu. Çok sayıda çalışma kazı eserleri orada sergileniyor. Sıcağı sıcağına görmek kalıcı etki hafızaya. Tavsiye ederim. Orada bayağı zaman geçirilebilir. Biz kapanmasına 1 saat kala yetişebildik. Akabinde hemen yanındaki Mozaik Müzesi’ne kapanmaya yakın yetiştik. Göbeklitepe dahil tüm bu girişler müzekartla oldu. Müzelerin çevresi güzel yeşillendirilmiş. Kültür gezimizin ilk günü böyle geçti. Enerjimiz de bitti hakikaten. Biz akşam Urfa eğlencesine o yüzden katılamadık. Otelimizde günün kritiği ile geçirdik.
2. gün zaten uzun bir gün daha olacak. Sırada Halfeti! Sabah erken uyandık.Taksicilerle anlaşmalı gitmek Halfeti için iyi bir çözüm. Minibüslerle uzun ve yorucu. Araba kiralamak opsiyonu yoksa tabii. Biz iki kişi uygun bir fiyata anlaşarak taksi ile Halfeti’ye doğru yola çıktık. Yol yaklaşık 2,5 saat. Hava 2. günde hemen adapte olduğumuz Urfa sıcağı. Şimdi o sıcağı gel de arama! Yollarda pamuk tarlalarına denk gele gele çekim de yaparak devam ettik.Urfa fıstığı ağaçları da yollarda sıra sıra. Görsel bir şov benim için. Göz binalardan yılmış, böyle uçsuz bucaksız bozkır ne iyi geliyor. Her zaman mavi bir deniz olmayabilir. Hayat bize bunu sundu, şükür ne de iyi etti!
Halfeti’ye de ilk kez geliyorum ve doğasına hayran oldum. Çok yol yapıyorsun ve fazla zaman geçirmeye gerçekten gerek yok ama gelmeye görmeye değer.Vardıktan sonra hemen tekne turu yaptık. Sular altında kalan bu yapılara insanın içi cız ediyor değil mi? Ne yaşanmışlıklar olduysa bile çoktan tarih oldu bile! Bunu kabullenmek için bile süreç sindirmek üzerine. Farkındalığı buna verdiğinde nasıl bir davranış olabilir? Biz bunu turistik geziye çevirmişiz bile. Her olumsuz durumun bize hizmet ettiği bir sonucu var, her şerde bir hayır olması gibi…
Halfeti’de kendi adıma yaptığım tek hata yemek seçimi oldu. Sadece Halfeti’de çıkan bir balık türü olan Şaput balığı yedik. Tavuk sunumu gibi gelen, tad olarak da pek hoşlanmadığım bir seçimdi.
Halfeti çevresinde gezimizi bitirip taksimizle şehre geri döneceğiz, yine akşamüstü merkezdeyiz, önceki gün gibi. Zaman varken şehir merkezine inmeye karar verdik. Urfa’da son akşam. Melankolik olduk, hatta hemen alışılan şehirlerden burası. Kendini özletenlerden…
Balıklıgöl etrafında gezdik, fotoğraf çektik; o kuş cıvıltıları hala kulağımda ağaçlardaki. Tabii turistik ve o yüzden kalabalık yoruyor biraz. İkinci ve Urfa’daki son gün geze geze, baharatçılardan son alışverişler yapıla yapıla bitiyor.
Şimdi 3. gün ve yolculuk Adıyaman’a. Nemrut’ta olacağız. Mistik bir yazı bizi bekliyor baştan söylemiş olayım. Ayrıca izlemeyenler var ise Atiye’nin 5. bölümüne en azından bakmanızı rica ediyorum. Çok anlamlı ve bence dizinin en güzel bölümü. En mistiği hatta. Buradan ilerleyeceğim bir yazı olacak gibi. İzlemeseniz de siz bilirsiniz, sadece beni okumanız da mutlu eder.
Sevgilerimle…
İlginizi çekebilir: Tarihin sıfır noktasına yolculuk: Göbeklitepe yılına Göbeklitepe ile veda