Dolmuş durağının karşısındaki kumlu park çocukların çok ilgisini çekiyordu. Salıncakların rengi o kadar güzeldi ki çocuklar sallanmak için uzun uzun sırada bekliyordu. Salıncakların yanındaki ahşap duyuru panolarında çocukların astığı resimler ve şiirler vardı. Panoların yanında durmuş bir taraftan kızımı izliyordum, diğer taraftan da asılı yazıları okuyordum.
“Bir gül baygın durur bahçede,
yaprakları serin.
Sen sarı güllerin en sarısı,
yağmur gibisin.”
Sarı salıncağın karşısına oturdum ve kızımı seyrediyordum, sanki ben onu izlerken herkes de bizi seyrediyordu. Onun gülümsemesine karşılık verirken, diğer yandan da sanki nasıl o salıncak kızımı taşıyorsa ben de kendimi o zincirlerle demire asılmış gibi hissediyordum. Etrafımdaki seslere rağmen kızımın bedeniyle ilgili acıklı yorumlarını duyar gibiydim, duymazdan geliyordum. Böylesi daha iyi oluyordu.
Her an birbirimizden ne kadar farklıyız, birinin yaptığını eleştirirken bir diğerinin yaptığının yanlış ya da doğru olduğunu söylüyor ve yargılıyoruz. “O, bu, şu yaptı, böyle yaptı ama bu olsaydı daha iyi olurdu. Şöyle olsaydı muhteşem olurdu.” Ya da “Bu sana yakışır, o bana yakışmaz. Onun tarzı bu değil. O kişi ile bu kişi olmamış” vs…
Doğuştan böyle öğrenerek, bu sistemin içinde büyüyerek geliyoruz. Kendi düşüncelerimizi ve duygularımızı değil, etrafımızda büyüdüğümüz sistemin mirasını devralıyoruz. Yani görebildiğimiz, görmek istediğimizdir. İçimizdekinin bize yansıma hali.
Hayat denilen bu enerji tek düzeymiş gibi görünürken üzerine eğildikçe sanki manası da derinleşiyor, farklı farklı seçenekler sunuyor bize. Ama biz insanlar bütün hırslarımızla, doymazlıklarımızla saldırıyor, sonra çığlıklarla kanat çırpmaya başlıyoruz. Kızımın varlığı hayatıma girinceye kadar ben de böyledim.
İçimizdeki teklikte, sadelikte kalabilmek, oradan ana bakabilmek, üfleyince devrilmeyenlerden olabilmek, yarattığımız bu kast sisteminin içinde kendimize ve bulunduğumuz topraklara kök salabilme marifetini gösterebilmek, ufkumuzun genişliği kadar olabiliyor maalesef. Sarı salıncaktaki güzel gülüşlü kızımı izlerken bu düşüncelerimi bu kadar koruyabiliyordum ama sadece benim mi değişmem gerekiyordu?
Sınırlar sınırsızlığa doğru giderken içimizde yarattığımız kastlar birer köstebek gibi yolunu bulmaya çalışırken, tabii ki bu kast ıstırabını isteyerek kucaklayacak bedenler olacak. Neyle sarmalanıyorsak en büyük tesir alanımız orası oluyor. Oradan besleniyoruz, büyüyoruz ve olgunlaşıyoruz, tabii ki sonra da o sistemin içinde hizmet etmeye başlıyoruz.
Bu parkı hayatımızın merkezine aldığımızda kızıma da bana da fazla gelen zahmetli duygulara karşı sınırlarımızı güçlendirmeliydik. “Kendimizle olan temasımızı derinleştirmeliyiz” diye düşünerek her gün, özellikle her şeyle, tüm farklılıklarımıza rağmen bu parka gelip birbirimize gülümsüyorduk.
İlginizi çekebilir: Bırak, dağınık kalsın: Hayatta neleri toparlamak zorunda hissediyorsun?