Bu aralar küçükken izlediğim filmleri tekrar izlemeye ve bambaşka şeyler görmeye başladım. En son Jim Carrey’nin Truman Show filmini izledim ve sizinle paylaşmak istediklerim var.
Filmi hatırlayanlarınız var mı?
Minik bir hatırlatma yapmam gerekirse; bir bebek doğduğu andan itibaren naklen canlı yayın olarak bir televizyon programının başrolü. BBG programlarını hatırlarsanız biraz kafanızda şekillenebilir belki. Fakat BBG’den farklı olarak başrolün yani Jim Carrey’nin bundan haberi yok ve 30 yaşlarına doğru bu durumu çözmeye başlaması üzerine bir hikaye.
Yaşadığı dünyada her şey mükemmel, herkes her an çok mutlu. Güneş hep en tepede müthiş parlıyor vb. (Filmde gökyüzü, güneş ve denizin bile yarattıkları show için tasarlanmış olup gerçek olmadığını belirtmem gerek) Aslında oldukça yapay ve sahte bir dünya her yönüyle.
Mesela filmde her sabah aynı saatte, aynı yerden, aynı insanlar, aynı şekilde geçiyor ve Jim Carrey bunu 30 yaşına kadar, taa ki dikkatini çeken günlük hayatında yer almayan, değişik bir olayı görene kadar fark etmiyor.
Bu durum tabiî ki biraz abartılı bir hal, fakat sizce bazılarımız da hayatlarımızda çok mu farklıyız? Eğer farkındalıklarımızı arttıracak herhangi bir şey yapmıyorsak çok otomatik yaşamaya meyilli değil miyiz? Otomatik sohbetler, otomatik tepkiler, otomatik eğlence anlayışları; otomatik yaşamlar… Daimi aynı kısır döngülerde daireler çizerek, başladığımız noktaya geri dönerek geçiyor sanki hayatlar. Bu sizce de çok sıkıcı değil mi? Son zamanlardaki popüler soruma tekrar dönüyorum bu noktada: O zaman gerçekten yaşamış oluyor muyuz?
Burada bir durup gözlerinizi kapatıp kendi hayatlarınızı gözde geçirmenizi isterim. Cevaplar sizde.
Dikkatimi çeken başka bir konuya gelecek olursak; Jim Carrey filmde hayatında hep Phi Phi adalarına gitmenin hayalini kuruyor. Eşine söyleyip duruyor fakat tabii eşi show aksamasın ve hiçbir şey anlaşılmasın diye maddiyatı vb bahane ederek durumu sürekli erteleme halinde. Başrole aşık bir kadın var aslında; bu televizyon şovuna çok kızan ve başrolün hayallerini, hayatını çalmalarıyla suçlayan bir kadın. Tam o noktada program yaratıcısı şöyle karşılık veriyor:
“O gitmek istese hiç birimiz tutamazdık! O korktu!”
O an tekrardan görmemi sağladı. Birçok isteğimiz, hayalimiz diye adlandırdıklarımız aslında sadece ne kadar dilimizde. Sadece dilimizde diyorum çünkü kalbimizde olsa hiçbir sebep ya da bahane önümüzde duramaz! Gerçekten tutkumuz olsa, peşinden gitmemiz için bizi hiç bir şey yıldıramaz. Korkumuzun tutsağı olduğumuzda aslında yine aynı soruya dönüyorum: O zaman gerçekten yaşamış oluyor muyuz?
İzlemek isteyenleriniz için filmin sonunu söylemeyeyim ama özgürlük güzel şey! Hatta cesaretle gelen özgürlük; paha biçilemez!
Sevgiyle,