Geçenlerde Instagram’da bir videoya rastladım. 45’lerinde bir kadın, 25’lerinde bir adamla yaşadığı ilişkiyi anlatıyordu. Mikrofonun başında elleri titriyor, gözleri doluyordu. Çok kalpten bağlandıkları belliydi. Kadın, adamın bir süre sonra çocuklara olan düşkünlüğünü görünce, bu ilişkinin bitmesi gerektiğini hissediyor. Kadının çocukları var ve çocuk konusunu kendi içinde kapatmış, başka çocuk istemiyor! Aileler ya da çevreleri için buraya kadar olan bölüm zaten hiç anlaşılamıyor. Şaşırdık mı? Kadın ilişkiyi bir şekilde adamın istediği gibi çocukları olsun diye bitiriyor ve hatta onun başka bir kadınla tanışmasına vesile bile oluyor!
Kadın bunları anlatırken gözleri nasıl doluyor ve elleri nasıl titriyor anlatamam!
İşte gerçek sevgi…
Böyle sevildiğin ve sevdiğin bir ilişkinin içinde değilsen, sürekli ittiriyorsan yürüsün diye, gerçekten gerek var mı?
Günümüz ikili ilişkileri yalnız kalamayan mutsuz insanlar toplulukları.
Kimsenin iyi olmadığı ortamda yalnız kalmamak için koşturan ve daha çok yara alanların sayısı daha da artıyor.
Yalnız kalmamak için neden bu kadar koşturuyoruz?
Neden birileri olsun yanımızda istiyoruz?
Neden ufacık sevgi kırıntılarının peşinden gitmeye layık görüyoruz kendimizi?
Neden olmayanı ittiriyoruz?
Hiç düşündünüz mü?
Kafamızdaki görseli yanımızdaki kadınları ya da adamlara yerleştirmeye başlıyoruz.
Ve gerçekte olana değil de, o görselin şiirselliğine kendimizi kaptırıyoruz.
Sonra da buna sevgi diyoruz!
Oysa bu tam olarak yalnız kalmamak için seçilmiş birliktelik.
Gerçek sevgi, karşındakinin gerçeğini, sana verebileceklerini ve veremeyeceklerini görebilmekte saklı.
Arkadaşlar, verebilmek için önce bunu kendimize verebilmek gerekiyor.
Başarılı, başarısız, mükemmel, kusurlu ne yanımız varsa olduğu gibi kendimizi görebildiğimizde başkalarına aynı şefkat merceğinden bakabiliyoruz.
Ama bunu vermek için kendimizle zaman geçirmek gerektiğinden yalnız kalmamak için kendimizi meşgul etmek için ne gerekiyorsa yapıyoruz! Sonra da giderek kendimizden uzaklaşmaya başlamak, kaçınılmaz oluyor.
Çünkü gerçekten kendinizle yalnız kaldığınızda hissettikleriniz, hoşunuza gidenler ve gitmeyenler çok netleşmeye başlıyor! Ve bu netlik kendinizi bilmenin ilk adımıdır.
Ancak kendimizle zaman geçirip, olduğumuz gibi kendimize bakabildiğimizde, başkalarına o olanı verebiliyoruz.
Gerçek sevgi, gerçek anlayış toprağa ektiğin tohumun ağaç olmasını istemek değildi. Büyüsün diye, çırpınmak hiç değildi.
Gerçek sevgi, bir adım geri çekilip o tohumun toprağa tutunamama olasılığına da açık olmaktı. Ve onu da sevebilmekti. O, tohumun kaderini belirlemeye çalışmak değildi. O tohumun her ihtimale rağmen bu yaşamın parçası olmaya devam etmesini sevmekti.
Çünkü tohum hep bu yaşamla birdi aslında… Bir olması için ağaç olmasına gerek yoktu. Toprağa tutunursa ne güzeldi, tutunamazsa da ne güzeldi.
Seni sevmem için toprağa tutunmana gerek yoktu, toprağa tutunamama haline de kalbimde geniş bir yer vardı.
Gerçek sevgi, ormana girdiğinde aldığın oksijen gibiydi. Ve asla daha azı değildi!
İlginizi çekebilir: Ne kadar bilsek de her öğretinin deneyiminde yeniden öğrenmeye başlıyoruz