Gerçek özgürlüğü deneyimleyebilmek için: “Kıyaslama” hapishanesinden kurtulabilmek
Yaşadığım yerde kendimi şanslı hissettiğimden sıklıkla bahsediyorum. İdeali arama kaygımı bırakıp olduğum yerdeki güzellikleri takdir etmek, sanırım zamanla kazandığım bir alışkanlık oldu. Genelde zihnimiz eksikliklere odaklanır, yüzyıllar süren evrimimizden gelen bir miras bu. Bir bulmacayı çözer gibi iki resim arasındaki 7 farkı arar durur. Resimlerden biri hayalimiz, diğeri de o anki gerçeğimiz diye düşünecek olursak “Şimdide ne var?” diye bakmaktansa “Şimdide ne eksik var?” diye bakmaya meylederiz. Bu doğal eğilim kendini her yerde gösterir: Geçmişle, gelecekle, toplumla, onunla ve bununla değişir durur. Bulmacalar farklı olsa da yöntem hep aynıdır.
Lao Tzu’nun çok sevdiğim bir sözü var; “Doğada telaş yoktur, yine de her şey tam görünür.” Bu sözü ben bazen şöyle yorumluyorum; “Doğada kıyas yoktur ve her şey tam görünür.” Mesela doğada yeni açmış bir çiçeğe bakıp “Taç yaprakları tam da olması gereken açıklıkta değil” demeden güzelliğini takdir edebiliyoruz. Veya bir çam ağacının yeni dikilmiş fidan haline, 20 yaşında genç bir ağaçlığına veya 100 yaşını devirmiş olgun köklerine önem vermeden olduğu haliyle kabul edebiliyoruz, hatta bunu çabasızca yapıyoruz. Doğada kimi kavramları rahatlıkla uyguladığımızı ve kavrayabildiğimizi görmek bana ilham veriyor. Peki bunları günlük hayatımızda neden yapamıyoruz acaba?
Geçenlerde Instagram’da mor salkımların olduğu bir hikaye gördüm. Sonrakine geçince benzer bir görsel vardı ve altında “mor salkım begonvili döver” yazıyordu. Bu yorumun aslında mor salkımın güzelliğini övmek ve takdir etmek için yapıldığını biliyorum. Yine de bir iltifat için neredeyse Bodrum’un simgesi olmuş, ayrıca da çok güzel başka bir çiçeği üzmenin gereği var mı onu bilemiyorum. İşte bence bu bir alışkanlık, hayata bakışımızın alışkanlığı. Doğanın hediyelerini dahi kıyaslayan bilincimiz, kim bilir kendi yaptıklarımızı, hatta yapamadıklarımızı kıyaslayıp neler diyordur bizlere?
Kıyaslamanın olmadığı bir hayatı yaşamak nasıl olurdu? Hayal etsene… Örneğin çocukluğunda kardeşlerinden veya arkadaşlarından referans alınmasaydı nasıl olurdu? Ergenliğinde “Zaten herkes bu yaşlarda bu süreçlerden geçiyor, he he” diye yaşadığın hislerin sıradanlaştırılmasaydı nasıl olurdu? Büyüdüğünde bile ailen senin emek verdiğin kariyerini bilmem kimin kızının/oğlunun hiç bilmediği işleriyle kıyaslamasaydı nasıl olurdu? Ya bu düşünce tarzı senin bilincinin derinliklerine hiç kazınmasaydı, başkalarını bırak da, ya sen hiç bilmeseydin kıyaslamanın ne olduğunu? Hayatında ne değişirdi? Şimdiki bedenini eskisiyle, şimdiki başarılarını potansiyelinle, şimdiki seni başkalarıyla kıyaslamayı hiç bilmediğini hayal etmeye çalışsan, nasıl hissederdin?
Bu süreç hem içte, hem de dışta işliyor; içte ne varsa, dışa o dökülüyor. O yüzdendir ki değişimin kaynağını aramaya başladığımızda dönüp dolaşıp kendimizle karşılaşıyoruz. Yine de başlangıç noktaları değişebilir, bazen tümdengelim daha kolayken bazen tümevarım daha mantıklı gelir.
Bugün hangisini seçmek istersen oraya doğru bir adım atmaya ne dersin? Dilersen içten başla, kendini kıyaslamamayı dene; dilersen dışarıdan bak ve gördüklerini kıyaslamadan kavramayı deneyimle. Eğer zorlanırsan herkesin veya her anın farklı bir çiçek formu taşıdığını düşleyebilirsin. Belki bu hayal, bir şeyleri olduğu haliyle kabul etmenin tadını yakalatabilir sana. Sonuçta bir mimozayla bir erguvan karşılaştırılır mı? Ya da bir papatya bir karanfille? O yüzden bu aralar etrafına iyi/kötü, başarılı/ezik, doğru/yanlış terazisi yerine, apaçık gözlerinle bakmayı denemek ister misin?
İlginizi çekebilir: Her şeyin bir zamanı var: Tomurcuklar hazır olduğunda çiçek açar