Gerçek güç kırılganlığını kabul edebilmekte saklı
Küçükken destek istemeyi pek bilmezdim. Hep iyi olmam lazım algısıyla güçlü, yaralanmaz maskemi takardım. Bu yüzden hep mesafeliydim. İncindiğimi, iyi hissetmediğimi kimselere söylemezdim.
Küçük kız büyümeye başladığında da bu eğilimi pek değişmedi. Başkalarının iyi hissetmesi için uğraşırken Özde için evde olamadığım çok senelerim oldu. Bir sürü eğitimde hocalarımın anlattığı sözde anladığım şeylerdi ama hayata entegre etmesi kolay olmuyordu.
Konu ilişkilere geldiğinde bolca veren ama alamayan ya da istemesini bilmeyen oluyordum. Komik ama “Bana vermiyor” diye sızlandığım zamanları çok iyi hatırlıyorum. Neden komik, biliyor musunuz? Çünkü dürüstlükle hissettiklerimi konuşacak cesaretim yoktu, sadece kendi kendime sızlanmasını biliyordum.
Seneler önce çok sevdiğim biri vardı ve günün sonunda sevgim ve güvenim öyle bir sarsıldı ki uzun bir süre çok öfkeliydim. Etrafımdaki herkese kendimin ne kadar haklı, onun ne kadar haksız olduğunu anlatıp durdum. Çünkü öyle öğrenmiştim, bir ilişki bittiyse birinin, bir tarafın hep haklı olması lazımdı. Sırtımda taşıdığım ağırlığın farkında değildim.
Öfkeliydim çünkü canım yanıyordu. Bir yandan haklılığımın onaylanmasını istiyor, diğer bir yandan da halen olmayanı çekiştirmeye devam ediyor ve bırakmak istemiyordum. Yaşama karşı duruşum hep tutunmak üstüneydi. Bir şeyler “benim” olmazsa tutunarak, orasından burasından çekerek benim yapabileceğimi sanıyordum. Ve sanıyordum ki elimden geleni yaparsam, çekiştirmeye devam edersem, her şey eskisi gibi olacak. Hayatımın en derin uyanışlarından birini o zaman yaşamıştım. Aslında hiçbir şeyi çekiştirmek istemiyordum, sadece bilindik ve aslında pek de hoşuma gitmeyen bu konfor alanımda kalmayı tercih etmeye çalışıyordum. Çünkü konforun dışı rahatsız edici hislerdi.
Seneler sonra idrak ettim: Hayatımdaki herkes, hayatıma bir şekilde giren herkes elinden gelen her şeyi yaptı, bazılarıyla yollar ayrı düştü, bazılarıyla düşmedi, bazıları kalbimi çok acıttı, hiç iyi gelmedi, bazıları mutlu etti. Yani aslında insan, hayatına kendi penceresinden bakma inadını bırakıp, gerçekten karşısındaki insanı görmeye istekli olursa zaten öfke de kalmıyor, ortadaki sevgi büyüyor. Çünkü gerçek sevgi, karşıdakinin gerçeğini görebilme niyetinde saklıydı.
Neden bu elma sarı, neden bu elma yeşil, neden bu elma kırmızı? Neden bu ağacın dalları daha uzun, diğerinin daha kısa? Şimdi suçlu var mı? Gerçekten suçlu var mı?
Hayatımıza giren herkes aslında bir şeyleri göstermek, öğretmek için giriyor. Bazılarıyla o öğreti bitene kadar yol birliği devam ediyor, bazılarıyla öğreti bitse de yol birliği bitmiyor. Yani koca yaşam biz bir şeyleri öğrenelim diye bazen kolay, bazen zor yoldan bize hep rehber gönderiyor.
Tüm kalbimle söylüyorum ki şu an kime öfkeliysen ya da kırgın hissediyorsan, bil ki o kişi elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor. Ama bu kadar yapabiliyor. Aileden gelen öğreti, yönelim, yaralar… Bu kadar olabiliyor. Kahve bardağının içindeki kahvenin çay olmasını bekleyen senden başkası değil!
Sen de elinden geleni yaptın, yapıyorsun. Ama bu kadar yapabiliyorsun.
Gerçekten suçlu var mı?
Hayatımın uzun bir döneminde gerçek gücü destek istememek sandım.
Oysa gerçek güç, olanı cesaretle görüp nezaketle konuşabilmek ve kendi kırılganlığımıza, insanlığımıza yaklaşabilmekle doğru orantılıymış.
Gerçek güç, sürekli işaret parmağını dışarı yöneltmek değil, zarafet içinde kendine bakabilmekte saklıymış.
Gerçek güç, hikâyeye nereden başlarsak başlayalım, kendi yaralarımızı görüp sarabilmekle ilgiliymiş.
Bunu yapabildiğimizde kırılganlığımız gerçek gücümüzün doğum yeri oluyormuş!
İlginizi çekebilir: Yaşam her şeyi kapsıyor: İnsan olmaya dair her şeyi kucakla