Hayatımın büyük bölümünü “başarı” diye bize öğretilen tanımların hakkını vermeye çalışarak geçirdim: İyi öğrenci, örnek evlat, kurumsal şirkette işe başlayan yeni mezun, işinde yükselip yönetici olan beyaz yakalı…
Ve bunlar her ne kadar tüm çevremde başarı olarak tanımlansa, başkalarının çocuklarına örnek olarak gösterdiği sıfatlar olsa da, ben kendimi hiç “tamamlanmış” hissetmedim. Hatta “tamamlanmış” olmanın ne demek olduğunun farkında bile değildim. İçimde yüzeysel bir gurur vardı, “başarılı olduğum”, başkalarını mutlu ettiğim, onları iyi hissettirdiğim için kendimi kandırdığım bir sahte mutluluk. Hep bir şeyler eksikti. Zaten beklenti de buydu: “Bir şeyi iyi yapınca, bir sonraki adımda neyi daha iyi yapacaksın?” Durma şansın yok, tökezleme, vazgeçme, hata yapma… Görevin hep sana biçilen rolü oynamak, senden bekleneni yapmak… Yoksa başkaları hayal kırıklığına uğrar, başkaları üzülür, başkalarının gözünde değerin düşer.
Bu öyle bir döngü ki, ne yaptığının, ne için yaptığının farkında bile olmadan sürekli kendini yeni bir başarı yarışında bulma ve özünde başarısız hissetme hali! Herkese göre her şeyinin tam olduğu, ideal eş, evlat, çalışan olduğun, sana göre ise neden olduğunu bilmediğin, hatta sürekli “Neden böyle hissediyorum?” diye kendini yargıladığın kronik bir mutsuzluk, depresyon hali… Bazen önüne geçilemez bir yemek yeme isteği, sık sık baş ağrıları, enerjisiz, renksiz bir ifade, bazen bir dışavurum, “Bu ben miyim?” diye sorduğun durumlar, davranışlar…
Ne zaman ki, aslında kendimi tam hissettiğimi sandığım, mutlu olduğum anların, aslında sadece başkalarını mutlu etmek, bana öğretilen doğruları uygulamak ve ailemi gururlandırmak için olduğunu anladım, işte dünya o zaman değişti.
Hayatında hiç “tam” hissetmemiş bir insanın bunu fark etmesi ve artık merkeze “kendini” koyması nasıl bir bilinmez, nasıl bir konfor alanından çıkış! O kadar alışmamışsın ki “Ben ne istiyorum?”, “Ben nasıl mutluyum?” diye düşünmeye… Başta cevapların yine senden beklenenler oluyor. Sonra yavaş yavaş hissetmeye başlıyorsun. Kendini, ruhunu, gerçekten ne istediğini, kim olduğunu…
Ve çevrendekilerin ne hissettiğini bir kenara bırakıp kendin için değerli bir şeyler yapmaya başladığında, işte o zaman kimse “başarılı” olduğunu düşünmese de kendini gerçekten “başarılı” hissediyorsun.
Örneğin o zorlu yolculuğa çıktığında… Örneğin “İşine sahip çık”, “Ekmek aslanın ağzında” bilinçaltı mesajlarını bir kenara bırakıp ayaklarının geri geri gittiği işinden ayrıldığında… Örneğin “Bu işte para yok”, “ Bu işin geleceği yok” cümlelerini duymayıp, hayalini kurduğun işi yapmaya başladığında… Örneğin herkesin “Olmaz” dediği, “Yapma” dediği, o zor kararı verdiğinde…
Evet biraz sancılı olacak, bazı kararlarından sonra bir bakacaksın senden başka herkes mutsuz, kabullenememiş, ama sen kendini iyi hissediyorsun, doğru yolda. İşte devam etmen gereken yer burası. Tamamlanma duygunun peşinden gittiğinde, seni gerçekten seven herkes seninle birlikte mutlu olacak, belki zaman alacak ama anlayacaklar. Senin enerjin, içinde hissettiğin başarı, tüm çevreni ve tepkileri değiştirmeye yetecek.
Haydi gelin bu hafta bize öğretilen “başarı” tanımlarını içimizden silkeleyip, oraya buraya saçılan ama bize ait olmayan tanımlardan kurtulma zamanı olsun. Terfi yerine gelişmek, takdir almak yerine birinin yaşamına dokunmak, ideal evlat, eş yerine kendin olmak gibi…
Kendimizin “başarı” tanımını yeniden yazalım kısacası, ama bu sefer hissederek, kendimizi merkeze koyarak, neden olduğunu anlayarak.
İlginizi çekebilir: Siz kimsiniz: Mesleğinizden çok daha fazlası olduğunuzu unutmayın