Hayat algımız çevremiz ile şekillenir. Evimizin hemen karşısında kocaman yemyeşil ağaçlarla kaplı bir park olduğunu hayal edelim. Ne kadar güzel bir manzara sunmaktadır bizlere değil mi? Sonra günler ve yıllar geçsin, bu manzara bizim için “nasıl olsa” sahip olduğumuz olur. Artık gözümüze o kadar da bulunmaz o kadar da farklı o kadar da yemyeşil özellikli görünmemeye başlar… Ve o anda eve yeni bir misafirimiz gelmiş olduğunu hayal edelim. İlk defa bu parkı gördüğünde sizce nasıl tepki verecektir? Tam olarak parkın yeşilliği ile manzaranın güzelliği ile büyülenecek ve bu nasıl bir güzellik diye sormaktan kendini alamayacaktır…
İşte etrafımızda “gördüklerimiz” daha doğrusu görmeyi becerebildiklerimiz, görecek kadar detaylı ve istekli baktıklarımız hayat olarak algıladıklarımızı da şekillendirir. Eğer o parkı, o yeşilliği, o özellikli manzarayı “normal” olarak görecek olursak, sahip olduğumuz bu ev için kendimizi şanslı hissedemez oluruz. Daha az teşekkür ve şükür içindeyizdir. Bir de tam tersini düşünelim, bu manzaranın güzelliğini her gün daha net görebiliyorsak dünyanın en şanslı kişisi olarak hissederiz. Enerjimiz farklılaşır yükselir. Biz güzelliğe layık olduğumuza inanırız. Tüm bu güzellikler için teşekkür ve şükür içinde oluruz. Hayatımızın kıymetini daha iyi biliriz ve en önemlisi etrafa neşe saçarız çünkü mutluyuzdur, özel olduğumuzu ve bu özel olmak halimizde karşımızdaki her kişinin de özel olduğunu bilmekteyizdir…
Ben bu yazımda sizlerle “odaklandıklarımıza” özellikle çevremizde başarı olarak görebildiklerimize ve başarısızlık olarak nitelendirdiklerimize bakalım istiyorum. Birçoğumuz “Denedim olmadı, kim denedi başarabildi ki, o gerçekten başarılı mı, ben öyle düşünmüyorum, ortada bir başarı da göremiyorum” gibi ifadeler kullanırız. Bunların birçok versiyonu da vardır. Fakat tüm bu ifadelere baktığımızda ortak noktası görülmeyen, beğenilmeyen ve hatta başarı olarak nitelendirilemeyecek olanlardır.
Neden bu şekilde çevremize olanları başarıları veya en önemlisi “ortada verilmiş olan emeği” yadsıyacak şekilde, gerçekten bunları anlayamayacak bir tavırla yaklaşmaktayız? Bu sorunun cevabı için işte hep birlikte yine kendimize dönüyoruz; ben başarıyı nasıl algılıyorum sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Başarı gerçekten nedir? Eğer X kişisi “bizce” yeterince başarılı değilse verdiği tüm emeklere karşın bir firmayı ayağa kaldıramamışsa, en iyi üniversitelerden mezun olup bir servet kazanamamışsa başarısız mıdır? Tam tersi, tam olarak bir servet sahibi olup da halen güzel bir aile kuramamışsa bu etkenlerden hangisi bu X kişisini bizce gerçekten başarılı veya gerçekten başarısız yapmaktadır? Sorumuzu şöyle de sorabiliriz, tüm bu etkenler o kişinin başarı veya başarısız olduğuna karar verebilmemiz için yeterli midir?
Bakın sevgili Sandra Anne Taylor güzel eseri Kuantum Başarı ile bunu nasıl yorumluyor:
“…Kişisel hayatınız açısından bakıldığında başarı -veya başarı eksikliği- ilk olarak bilincinizi dışarı vurur. Çevrenize bakıp sekteler ve zorluklar görüyorsanız bu sizin bilincinizin bir ürünüdür. Eğer bereket ve başarı görüyorsanız bu da sizin kuvvetinizdir. Dışarı vurduğunuz her şey, önünüzdeki kaynayan bir kazan misali duran, daha sonraki zamanlarda hayat olarak adlandıracağınız şeyi size karıştırarak hazırlayan bilinç enerjinizdir. Dışa vurum yasası nettir: Eğer bilinciniz gerçekliğinizi yaratıyorsa, ilk etapta içinizde tamamıyla şekillenmeyen hiçbir şeyi öylece dışarıya vuramazsınız. Başarıyı, onun nasıl göründüğüne ve nasıl hissettirdiğine dair berrak bir bilgiye sahip olmadığınız takdirde tecrübe edemezsiniz.”
Başarı inancımız, dünyada gördüğümüz, takdir ettiğimiz başarı kavramı aslında içimizden yansımaktadır. Bir insana kolayca eline sağlık diyebiliyor muyuz? Eğer dışarıdaki emeğe bu şekilde saygı duyabiliyorsak aslında kendi emeğimize saygı duymaktayızdır. En basit bir iş için bile teşekkürü bir borç biliyorsak aslında kendi işimize ne kadar önem verdiğimiz ve bunu yapabilmeyi ne kadar önemsediğimizi görmekteyizdir. Kızımızın sınavdan aldığı düşük bir notu bile takdir edebiliyorsak ve onu incitmeden kırmadan gücendirmeden özenle bir sonraki sınava daha çok çalışmasını öğütleyebiliyorsak bu insan olarak emek verip hata yapabilmek ve başarıya giden yolda düşmek hakkımızın da olduğuna ne kadar inandığımızın bir göstergesidir.
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, hayatınızda tezahür eden başarı inançlarınıza kendinizi ve çevrenizi gerçekten başarılı bulduğunuz anlara ve noktalara yeniden odaklanmanızı dilerim. Gerçekten küçük de olsa verilen emekleri takdir edebiliyor musunuz veya mükemmellik tahtınıza oturmuş en üstten yükselen acımasız sözlerinizle acımasız değerlendirmelerinizle insan olduğumuzu unutmuş olarak hataları başarısızlık olarak yargılamaya devam mı ediyorsunuz? Başkalarına yaptığınız ve başkaları için düşündüğünüz her şey aslında kendinizin aynasıdır, kendi kendinize verdiğiniz savaşların da kavgaların da yargılamaların da özüdür. Bu yüzden gelin başarısızlıkları bir kenara koyalım sadece başarıya giden yola odaklanalım. Evet, düşeceğiz kalkacağız yanlış da yapacağız ama bileceğiz ki bir gün elbet ve mutlaka başarabileceğiz…
İlginizi çekebilir: Yüzyıllardır eskimeyen soru: Aşk için ne yapardınız?