George Gurdjieff’in dördüncü yolu bizi nereye götürüyor?
20. yüzyılın başlarında yaşayan pek çok düşünür, batı ve doğu felsefeleri arasındaki boşluğu doldurma arayışına girmiştir. Bu arayışların sonuçlarını bütünlüklü bir şekilde bize sunan düşünürlerden birisi de George Gurdjieff’tir. 1866 yılında Ermenistan’ın Alexandropol kentinde doğan Gurdjieff, teosofik hareketleren ilham alarak ezoterik düşünürleri ve öğretileri anlamak için Orta Asya ve Orta Doğu’ya seyahat etmeye karar verir. Seyahatleri sırasında fakirin, keşişin ve yoginin manevi yollarını gözlemler. Fakir, dayanma ve acı gerektiren fiziksel bedenin hakimiyetine teslim olmaktadır. Keşiş inanç, dini coşku ve fedakarlık yoluyla duygularına dalmakta; yogi ise hayatını zihne bırakırken, bedenini ve duygularını küçümseme pahasına içsel varlığını geliştirmektedir.
Gurdjieff, bu üç yolu aydınlanmaya giden aşırı yollar olarak görür ve yaşamın belirli yönlerinden tamamen fedakarlık etmeden üstlenilmesi gereken daha kapsamlı bir yol olması gerektiğini düşünür, böylece Dördüncü Yol fikrini ortaya atar. Dördüncü Yol; fakirin yolu, keşişin yolu ve yoginin yolundan farklıdır çünkü üçünü de insanın tüm yönlerini aynı anda etkileyen yeni bir sentezde birleştirmeyi amaçlar. Diğer geleneklerin aksine, “Dördüncü Yol” bir guruya veya idole bağlılıkla uygulanan ritüeller gerektirmez. Uygulayıcıların evden, işten veya aileden vazgeçmeleri veya belirli yiyecekleri yemeleri ve diğerlerinden kaçınmaları gerekmez. Gurdjieff bu fikirlerle seyahatlerinden döner dönmez kendi ruhsal pratiğinin de temeli olacak olan bir dizi kitap yazar.
Gurdjieff’in tasarladığı Dördüncü Yol Pratikleri tam olarak nedir?
Dördüncü Yol’u kısaca kendimizi hipnotik bir ‘uyanık uyku’ halinden çıkarmak için kullanabileceğimiz uygulamalar olarak çerçevelendirebiliriz. Gurdjieff’e göre insanlar aslında modern teknolojinin ve toplumun etkileri nedeniyle hipnotik bir ‘uyanık uykuya’ dalmaktadır. Psişik işlevlerimiz yani düşünce, duygu ve bedensel duyumlarımız ergenlikten hemen sonra sertleşen dengesiz bir gelişim göstererek birbirinden kopmaktadır. Gurdjieff’in düşüncesine göre bu kopmalar nedeniyle olaylara sadece bir parçamızla tepki veririz. Böylece bilincimiz daralır ve hem benlik hem de dünya algımız tek boyutlu hale gelir. Görünürdeki benliğimizi oluşturan niteliklere odaklanırsak, o zaman zevk ve acıdan kaçınmak için kişisel tatmini vurgulama eğilimine sahip oluruz. Rahatlama, acı, bunalım, para, güç ve hırs yoluyla ya da kendimizi işe, felsefi ya da sanatsal arayışlara ya da dine kaptırarak sürekli bir tatmin arayışı içine gireriz.
Gurdjieff gerçek tatmin ve mutluluğun sıradan benliğin ötesine, duyularla temas edilemeyen “bir şeye” bakarak ve sıradan benliğimizden ziyade öz benliğimize göre yaşayarak bulunabileceğine inanır; kendini bilmeyenlerin, rutinleşmiş alışkanlıklarla dolu bir varoluş deneyimlediğini söyler. Bu ‘uyku’ halindeyken dikkati sürekli dağılan, köleleşmiş sahte bir ‘ben’ etiketinin kurbanlarına dönüşürüz. Ancak Gurdjieff’in görüşüne göre bir kez uyandığımızda, psişik işlevleri yeniden düzenleyen ve birleştiren gerçek ve kalıcı “Ben”i geliştirmeyi öğrenebiliriz. Dördüncü Yol, herhangi bir manipülasyon karşısında düşünce kontrolü altına girmeden kendi potansiyelimizi açığa çıkarabilmemiz için gereken kendini kontrol etme gücünü ve yüksek içsel gelişim imkanlarını elde etmenin yollarını sunan ‘Çalışma’ bağlamındaki uygumalarla deneyimlenebilir.
Kendini gözlemleme
Gurdjieff’in ‘ÇALIŞMA’ olarak sunduğu ilk adım, “Ben” dediklerimizin hayali ve çok yönlü doğasının farkına varmaktır. Kendini gözlemleme yoluyla, sahte kişiliğimizin ne yaptığına tanıklık edebilirsek, faaliyetlerimizin çoğunun, amacı olan eylemlerden ziyade yalnızca mekanik tepkiler olduğunu da görebiliriz.
Tanımlama ve etiketlemeden kaçınmak için kendi kendini gözlemleme her zaman ilk iş olmalıdır. Krishnamurti buna izleme veya pasif öz-farkındalık adını verir. Günlük olarak uygulanması gereken kendini gözlemleme ritüeli aracılığıyla, kişi kendi davranış ve alışkanlıklarını, özellikle de başkalarında görüp eleştirdiği olumsuz yönleri yargılamadan veya analiz etmeden fark eder.
Bu iç gözlem, aynı anda dış ortamın da farkında olarak yapılır.
Kendini gözlemleme halindeyken yargılama yapılmamalı ve kişinin gözlemlediği şey olmadığı akılda tutulmalıdır çünkü gözlemlediğimiz şey sadece modern toplumun ürünü olan sahte bir kişiliğin dış görünüşüdür.
Kendini hatırlama
Kendini hatırlama, geçmişte ne yaşandığını hatırlamaktan ziyade, geçmişte bizim kim olduğumuzu hatırlamamızın ifadesidir. Temeldeki benliğimiz her zaman oradaydı, daha yeni ve sahte kişiliğimiz tarafından boğuldu. Kendimizi hatırlayarak, her gün mümkün olduğunca sık, özellikle stresli olduğumuzda temel benliğimizin varlığını hatırlayarak bunun farkına varabiliriz, çünkü bu farkındalık sahte kişiliğimizin üzerimizdeki etkisini kırar ve bizi uyandırır. Kişi kendini hatırladığında derin keşifler de yapabilir.
Gurdjieff’e göre kendini hatırlama pratiği düzenli uygulandığında sahte benliklerimizin boğduğu öz benliğimiz de olumsuz her şeyden arınmış olarak ortaya çıkacaktır.
Gurdjieff’in vurguladığı başka bir konu da hem kendimizi hem de başkalarını her zaman “haklı” olduğumuza veya en azından suçlu olmadığımıza ikna etmek için bir şeyler yapmaktan vazgeçmemiz gerektiğidir. Bu davranışlar kişiliğin kendini savunmak için yaptığı şeylerdir, ancak ödediğimiz bedel, uyku halinden çıkamamaktır. Hatalarımızı açıkça kabul etmek cesaret ister ve ancak bu yapıldığında sahte kişilik pasif hale gelerek öz benliğin veya GERÇEK BEN’in kontrolü ele geçirmesine zemin hazırlanır.
Gurdjieff yaşamlarımıza büyük ölçüde korku, öfke, kıskançlık, nefret, sabırsızlık, endişe ve kendine acıma gibi olumsuz duyguların hakim olduğuna dikkat çeker. Bu duygularla doğmayız, onları erken dönemdeki çevremizden alırız. Onların bilincine vararak ve onlarla özdeşleşmeyerek, onları yalnızca sahte kişiliğimizin veçheleri olarak tanıyarak, daha yüksek bir bilince erişebiliriz.
Bencillik konusu da Gurdjieff tarafından analiz edilmiştir. Bencillik, sahte kişiliğin başlıca özelliğidir. Sürekli hakkımızın verilmeğini, dünyanın veya diğer insanların bize bir şey borçlu olduğunu varsaymaktan gelen bir duygudur. Bu yaklaşımın tam tersi eylemlerde bulunmak yani başkalarının bize ne borcu olduğunu düşünmektense bizim onlara ne borçlu olduğumuzu düşünmek daha işlevlidir.
Bencilliğimiz üzerinde çalışırken korku, cinsiyet, yalan söyleme, gurur, açgözlülük, güç, zenginlik veya hakimiyet benzeri şeylerin her eylemimizi nasıl etkilediğini fark edebiliriz.
Bencilliğin bir başka ifadesi de, şikayetler, üzüntüler, diğer insanların sorunları gibi konular hakkında yaptığımız içsel konuşmalardır. Günün (ve geçmişin) çeşitli olaylarını sürekli bu şekilde devam ettirmek için mazaretler bulmak büyük bir tuzaktır. İçsel konuşmayı durdurmak kişide olumlu faaliyetler için kullanılabileceği muazzam miktarda bir enerji açığa çıkarır. Aslında, şöyle alıcı bir gözle baksak en yorgun olanlarımızın en çok içsel konuşma yapanlarımız olduğunu da görebiliriz.
Kendini gözlemleme pratiği işlevli bir şekilde uygulanmadan ve anlaşılmadan kendini hatırlamaya geçiş pek de olası değildir. Bu iki süreç; bizi birbirimizden ayıran birçok ben’i veya psişelerimizin kişisel arzular yoluyla parçalanmasını yıkmak için kullanılan araçlardır. Gurdjieff varlığımızın iki parçadan oluştuğunu söyler: öz ve kişilik. Özümüz, doğduğumuz doğal parçadır, kişilik ise toplumda yapay olarak öğrenilen her şeydir. Varlığımız ise üç merkezden oluşur: entelektüel, duygusal ve fiziksel. Ve Gurdjieff’e göre kişi, daha yüksek ve entelektüel bir duygusallığa ulaşmak için çabalamalıdır çünkü insan ancak kendini bilerek yaşadığı çevreyi anlayabilir. Çoğumuz doyumsuz hissederiz ve nedenini anlayamayız. Kitlesel heyecanlar, iç sıkıntı, hayal kırıklığı ve değersizlik gibi sorunlarımızın çözümü için psikolojinin yüzeysel tarafı yalnızca zihinsel ve duygusal fenomenlerle ilgilenir oysa çözüm belki de kişinin kendi bilinçli evrimiyle meşgul olması ve her birimizin BÜTÜN’ün bir parçası olduğunun farkına vararak, onun engin iç huzuru, güzelliği ve uyumundan faydalanmasıdır.
Gurdjieff’in Dördüncü Yol felsefesi oldukça kapsamlıdır ve salt olarak bu yazıyla özetlenemeyecek kadar karmaşıktır ancak yüne de bu öğretideki iki kavrama daha değinebiliriz:
- Üç Yasası, her fenomenin aktif, pasf ve nötr olmak üzere üç kaynaktan oluştuğunu belirten bir yasadır. Bu yasayı olumlama, inkar ve uzlaşma gerektiren bir dönüşüm yasası olarak da düşünülebiliriz. Evrende molekülerden kozmik olana kadar tezahür eden her bir fenomenin, üç farklı kuvvetin etkileşiminin bir sonucu olduğunu iddia eden Gurdjieff ilk kuvveti (aktif), pozitif olarak; ikinci kuvveti (pasif), olumsuz olarak; üçüncü kuvveti de (nötr), uzlaştırıcı olarak nitelendirir. Aslında bütün kuvvetler aynı derecede etkindir ve ancak birbirleriyle ilişki içinde belirli bir anda etkin, edilgen ve uzlaştırıcı olarak görünür hale gelirler. Bu eylem üçlüsü, artan veya azalan bir oktav yaratır. Üçün yasası, hem evrenin hem de insanın içindeki her yapı ve eylemin simgesidir. Gurdjieff Üç Yasası formülünü şu şekilde sunar anlatır; “Ortayı bulmak için yüksek olan düşük olanla karışır böylece bir sonraki daha yüksek olan için düşük, bir önceki daha düşük olan için ise yüksek bir alan oluşur.”
- Yedi Yasası, Oktav Yasası olarak da bilinir. Doğada hiçbir şey sürekli olarak düz bir çizgide gerçekleşmez, her şey bir şekilde yoldan sapar. Buradaki geometri Gurdjieff tarafından, kuvvetlerin hareketinin önceki bir yönünden yedi sapma noktası ile belirlenerek tanımlanır. ‘Yerçekimi merkezleri” olarak da adlandırılan bu yedi noktanın varlığı ile bu noktalar arasındaki aralıkların varlığı birbirleriyle bağlantılıdır. Bu yasa aslında bizler sadece ‘aralıkların’ doğrudan sonuçlarıyla ilgilendiğimiz için gerçekten düşünemediğimizi ya da yapamadığımızı ve birçok şeyin bizim istek ve beklentilerimize ters düşen bir tarzda gerçekleştiğini de ortaya koyar. Her şeyi kapsayan bu yasa ayrıca müzik ve doğa arasında içsel bir bağlantı olduğu inancına vurgu yapar. Oktavdaki yedi ton, yedi çekim merkezine benzer ve tonlar arasındaki aralıklar, etrafımızdaki ve içimizdeki tüm süreçlerde farklı uzunluktaki aralıklara benzer. Yedi yasası; insan doğasının, amaçlarının ve çabalarının öngörülemezliğinden bahsetmek için de kullanılır. Bu yasaya göre evrende hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, her şey hareket halindedir, önlenemez bir şekilde her şey ya gelişir ya da aşağı iner.
Bu yasaların geometrik gösterimi daire içinde köşeli figürlerle tasvir edilir. Enneagram sembolü, Gurdjieff’in kendi yazılarında belirgin bir şekilde yer almaz. Bu nedenle, enneagram “çalışmalarının” çoğunu, Ouspensky başlatmıştır.
İnsan kişiliğini birbirine bağlı bir dizi kişilik tipi olarak tanımlayan enneagram kanıta dayalı psikoloji alanında henüz kabul görmemiştir.
Kendimize ve evrene şimdiye kadar alışık olduğumuz bakış açılarından farklı ve yeni bir yönden bakabilmek, ‘Metanoia’*ya yani fikir değişikliklerine açık olmak, Gutdjieff’in Dördüncü Yol için hazırladığı ‘çalışma’ya bizleri yakınlaştırabilir. Sahte kişiliğin zindanında bulunan zihin, normal seyrindeyken yeni olan hiçbir şeyi kabul edemez ve bilinçaltı gelen bilgiyi otomatik olarak zihnin zaten sahip olduğu eski bakış açısı ile uyumlu hale getirir. Bu nedenle, izlenimlerimizi alma ve kaydetme şeklimizin bilincine varmalıyız. Otomatik tepkilerimizi önleyebilmek için her yeni deneyimimizle ilgili ani refleksler üretmeden önce yaşamımızda duraklamalar yaratmalıyız.
Gurdjieff’in fikirleri, kişisel gelişim ve New Age hareketlerinde kullanılmasına rağmen hiçbir zaman geniş çapta popüler olmamıştır. Dördüncü Yol, kitlesel çekiciliği olan bir kavram değildir çünkü kişinin kendisini dürüst bir şekilde gözlemlemesi genellikle acı vericidir ve bununla yüzleşmeye hazır olmayanlarımız için endişe verici olabilir. Kimliğimizin katmanlarını soymak ve olumsuz kişisel özelliklerimizle yüzleşmek çok fazla çalışma gerektirdiğinden çoğu zaman kişide kaybolmuşluk hissi yaratabilir. Ancak insan kendisini etiketlerin sınırlarına hapsetmeden olanı olduğu gibi fark etmeyi her deneyimlediğinde daha yüksek ve bütüncül bir bilinç seviyesine de ulaşabilecektir. Bu uyanık yaşam seviyesinin ne kadar özgürleştirici olabileceğini denemeden bilemeyiz. Şimdiye dek dünyada pek çok ideoloji ve inanç sistemi denendi ve sabit fikirlerle yürütülen dünya işlerinin sonuçları hepimizin karşısında apaçık duruyor. Belki de artık geçmiş deneyimleri reddetmeden onları yeni fikirlerin ışığında değerlendirmenin, yaşamanın yeni yollarını bulmanın zamanı çoktan gelmiştir.
* Metanoia : Birinin kendini, ruhunu, fikrini değiştirip arınması
Kaynaklar:
Kathleen Riordan Speeth: The Gurdjieff Work
G.I.Gurdjieff: Beelzebub’s Tales to His Grandson
Gurdjieff: Life is real only then, when “I am” C.S.Nott: Teachings of Gurdjieff
J.G.Bennett: Gurdjieff: Making a New World
Düşünsel Yanılsamalar- Enneagram Tipleri
Harry Benjamin- Basic Self-Knowledge
Gaia Staff-Achieving Modern Enlightenment With Gurdjieff’s Fourth Way
Jacob Needleman- G. I. Gurdjieff and His School
İlginizi çekebilir: Neden unuturuz: Hafıza, anılar ve unutmanın anatomisi