Genetik etkenlerin bireyin yaşamı üzerindeki etkileri anlaşılmaya başlandığında insanlık pek çok şeyi bu etkenlerle açıklamaya da başladı. Yaşam süremiz, kilomuz, boyumuz, psikolojik durumumuz, zevklerimiz ve daha birçok şey genetik biliminin konusu haline geldi. Ancak bu durum öyle ilerledi ki işler çığırından çıktı ve bir süre sonra kendimizi genetiğin üzerimizdeki etkinin abartıldığı bir noktada bulduk. Oysa ki bu, yaşamımıza kaderci bir şekilde yaklaşmaktan başka bir şey değildi.
Bu konuda belki de en etkileyici örnek ABD’li doktor Terry Wahls’a ait. Genlerimizin kaderimiz olmadığını ifade eden doktor Wahls, bunun nedenini kendisinin uzmanlık alanı olan ‘epigenetik’ branşını anlatarak açıklıyor.
Epigenetik nedir?
DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmamakla birlikte kalıtımsal olan değişimleri inceleyen epigenetik, bir diğer ifadeyle genetik olmayan ama kalıtımsal olan fenotipleri incelemektedir.
Fenotip, vücudun performansı ve görünüşünün gizli olduğu DNA molekülleridir. Sağlıklı bir fenotip, hastalıklara karşı dayanıklıdır. Ancak çevresel faktörler sağlıklı fenotipleri hastalıklı ve bozuk fenotiplere çevirebilir ve bu durumda fenotiplerin hastalıklara karşı direnci kırılır. Üstelik çevresel faktörler bunu yaparken, DNA dizisine işaretler bırakır. Bu ise çevresel etkenlerden dolayı yaşadığımız bir hastalığın çocuğumuza, torunumuza ve hatta onun da torununa geçmesi anlamına gelir.
Fenotipi etkileyen çevresel faktörler
Bu bilgiden sonra söz konusu çevresel etkenlerin neler olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Doktor Wahls, bu noktada kendi hikayesine değiniyor. Bir süre önce multiple skleroz ya da yaygın bilinen ismiyle MS hastalığına yakalanan Wahls, hastalığının bilinen bir ilaç tedavisi olmadığının farkındaydı. Öte yandan hastalığı ilerlemeye devam ediyordu ve sonunda onu tekerlekli sandalye kullanmaya zorladı. Bu süre zarfında meslektaşı bilim insanlarının MS hastalığıyla ilgili kaydettiği ilerlemeleri sürekli takip eden Wahls, bazı vitamin ve mineraller kullanılarak kobay farelerde olumlu sonuçlara ulaşıldığını fark etti.
Kendi DNA’sındaki fenotip moleküllerinin yapısını değiştiren çevresel faktörlerin neler olduğunu araştırdığında ise karşısına çok bilindik bir etken çıktı: Beslenme tercihleri. Ardından, deneylerde olumlu sonuçlar elde edilen vitamin ve mineralleri içeren yiyecekleri dahil ettiği özel bir beslenme düzeniyle 1 yıl gibi kısa bir sürede tekerlekli sandalyede kalkıp spor yapmaya başladı. Bu diyet bugün bilim dünyasında “Wahls’ Protocol” olarak biliniyor.
Wahls, yanlış beslenme tercihlerinin fenotipler üzerinde zararlı etkilerini şöyle açıklıyor:
“Yediğimiz yiyecekler bize yaşamın kimyasını yönetmemizde yardımcı olan vitamin ve mineralleri, gerekli yağları ve antioksidanları sağlıyor. Ancak sırf tatlı ya da lezzetli olduğu için sağlıksız şeyler yediğimizde, bu temel kaynaklardan mahrum kalıyoruz. Bunun sonucundaysa ihtiyacımız olan moleküller ya oluşmuyor ya da yanlış bir şekilde oluşuyor. Bunlardan biri şeker. 1700 yılında ortalama bir kişi bir yılda 5 kilodan az şeker tüketiyordu. 2000 yılına gelindiğindeyse bir kişi ortalama 70 kilo şeker tüketir hale geldi. Ve şu an çocuklarımız bundan bile daha fazlasını yiyor. Şeker vücudumuza yıkıcı bir şekilde zarar veriyor. Fenotiplerimizi bozuyor ve onları çocuklarımıza bırakacağımız sağlıksız moleküllere dönüştürüyor.”
Fenotiplere zarar vererek DNA’mızda işaretler bırakan diğer yiyecekleri merak ediyorsanız aşağıdaki videoyu izlemenizi öneririz:
İlginizi çekebilir: Hatıralarımızı DNA aracılığıyla gelecek nesillere aktarmanın yolu