Günümüz dünyasında her şeyi bilim yoluyla çok kolay ve zahmetsiz açıklayabiliyoruz değil mi? Yerçekimini biliyoruz mesela; kütlesi olan hiçbir şeyin dünya düzleminde havada asılı kalamayacağını. Sürtünme katsayısını da biliyoruz; kış mevsimi geldiğinde can güvenliğimiz için arabaların lastiklerini değiştiriyoruz, gerektiğinde zincir takıyoruz. Peki ya ısı kanunları? Daha ufak bir bebekken sıcağın elimizi yakacağını öğreniyor ve hayatımızın geri kalanını bu bilgimiz üzerine inşa ediyoruz.
Peki sıra genetiğimize geldiğinde ne yapıyoruz dersiniz? Ya ailemizin genetiğinde şeker, yüksek tansiyon ve hatta kanser geçmişi varsa? Size ne olduğunu söylememe izin verin; büyük çoğunluğumuz çocuk yaşlarımızdan itibaren bu hastalıkların genetik olduğunu, bizler için kaçınılmaz son olduğunu duyarak yetiştik: “Yazık, babası da kanserden ölmüştü.”
Birine kanser teşhisi koyulduğunda ilk olarak hemen soyağacına bakıyor ve ailede kanser olan başka yakınlarını bulunca “Hastalık genetik” diyoruz. Ancak atlanan bir gerçek var; kanser olan ebeveynlerin evlat edinilen çocuklarının da (öz evlatlarıyla aynı oranda) kansere yakalandığı gerçeği. Evet, yanlış duymadınız: Evlat edinilen çocuklar da en az biyolojik çocuklar kadar kanser eğilimine sahip… Neden mi? Bizi kanser yapan şeyin ailemizden aldığımız genetik mirasımızdan ziyade, aile ve çevremizden aldığımız inanç kalıpları olduğu kanaatindeyim. Yani bir insanda ne kadar kanser eğilimi olursa olsun çevresel şartlar bunu tetiklemediği sürece (yoğun stres, yaşanan travmalar vb.) hastalık ortaya çıkmayacaktır.
Gelin bu konuda dünyaca ünlü genetik bilimci Prof. Dr. Bruce H. Lipton’ın sözlerine kulak verelim; “Genetik çağının başlangıcından beri, genlerimizin hizmetinde olduğumuzu kabul etmek üzere programlandık. Şu an dünyada sürekli beklemedikleri bir anda genlerinin onlara düşman olacağı korkusuyla yaşayan bir sürü insan var. Patlamaya hazır birer bomba olduklarını sanan bir yığın insan düşünün. Annelerinin, kardeşlerinin, teyzelerinin ya da amcalarının hayatlarında olduğu gibi kendi hayatlarında da bir gün kanserin beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmasını bekliyorlar. Diğer milyonlarca insan da bozulan sağlıklarının “zihinsel, duygusal ve ruhsal sebeplerin” bir araya gelmesine bağlı olarak değil de, “vücutlarındaki biyokimyasal mekanizmalardaki yetersizliklerden dolayı oluştuğuna inanıyorlar.”
Oldukça acımasız değil mi? Hepimiz genlerimizin saç rengimizden tırnağımıza kadar her şeyimizi etkilediğini ve kendi genlerimizin kurbanı olduğumuzu düşünüyoruz. Ve ne düşünüyorsak hayatlarımızda onu yaratıyoruz.
Aynı zamanda şunları da ekliyor ünlü genetik bilimci Bruce H. Lipton; “Beta Talasemi ve Kistik Fibroz gibi bazı hastalıklar hiç şüphesiz bozuk bir gen yüzünden ortaya çıkıyorlar. Ancak sadece genler yüzünden oluşan hastalıklar nüfusun yüzde ikisinden daha azını etkiliyor; bu dünyadaki insanların büyük çoğunluğu mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini sağlayacak genlerle doğuyorlar.”
Biraz daha ileri gidelim;
“Araştırmacılar kanser ve kalp-damar hastalarının sadece %5’inin kalıtım (genetik miras) nedeniyle ortaya çıktığını düşünüyorlar [Willett 2002]… Kanser hastalarının önemli bir çoğunluğunun durumunun kötüye gitmesi bozuk genler yüzünden değil, çevresel etkilerden oluşan Epigenetik değişikliklerden kaynaklanmaktadır” diye devam ediyor Dr. Bruce Lipton.
Şimdi lütfen düşünün; sadece öyle olacağına inandığınız için hayatınızda hangi hastalıkları var etmiş olabilirsiniz? Ya hastalıklarınızı yaratan ailenizden ve çevrenizden aldığınız inanç kalıpları ve yaşadığınız travmalarsa? Artık bu inançlarımızı saniyeler içinde dönüştürecek bir yönteme de sahibiz: Thetahealing.
Thetahealing yöntemiyle ilgili ayrıntılı bilgiye ve eğitimlerin içeriğine www.esindemir.com sitesinden ulaşabilir; her türlü sorunuz için benimle Instagram hesabımdanwww.esindemir.com ve info@esindemir.com mail adresim üzerinden iletişime geçebilirsiniz.
Tekrar görüşünceye kadar sevgiyle, esenlikle kalın…
Kaynak;
İnancın Biyolojisi (Dr. Bruce H. Lipton)
İlginizi çekebilir: Hastalıklar zihinde başlıyor 2: Çağımızın önemli hastalıklarının ruhsal nedenleri