İnsanın farkındalık yolculuğu evrim sürecinde ben ve öteki ayrımına varmasıyla başladı. Varlık bilincindeki bu gelişim kendini ötekilerden ayıran insanın; duygularını, düşüncelerini, arzu ve isteklerini fark etmesine giden yolculuğun ilk adımıdır. Binlerce yıl sonra gelişen zihin, modern yaşam insanın sadece kendini birey olarak fark etmesini değil aynı zamanda eylemlerinin temelinde yatan davranış kalıplarının da fark etmesine yol açtı.
Bugün ‘mindfulness’ı bu kadar popüler yapan en önemli etkenlerden biri bunun zaten asli doğamızda varoluşudur. Modernleşen ve hızlanan insan yaşamı doğası gereği hareket halinde olan zihinle de kolayca uyumlandı. Bu uyum aynı anda birçok şeyi yapma yeteneği kazandırmış olsa da an’nın kalitesini düşürerek insanı tüketen bir yere götürüyor. Her şeye yetişme isteği, her şeyi kontrol etme isteğiyle birleşiyor. Oysa ki yaşamın içinde gerçekleşen olay ve durumlar her zaman öngörülemezlik ve belirsizlik özelliğiyle geçici ve sonlanan bir etkinliktir. Yaşanan olumsuz durum ve olayları kalıcı hale getiren zihnimizdir. İki eşit şey arasında olumsuz ya da daha kötü olanın dikkatimizi çekmesi tamamen zihnin yaşamda kalmak için olumsuzluk ön yargısıyla kendini güvene alması vardır. Örneğin; bizler; ormanda uzaktan gördüğü ağaç kabuğunu ağaç deyip geçmeyen acaba ayı olabilir mi diye kontrollü bir şekilde yürüyen ataların torunlarız. Ağacın ayı olma ihtimaline karşı taşıdığı olumsuzluk ön yargısı bizi hayatta tuttu ve zihnimizde böyle evrildi. Olumsuza yatkınlık, kocaman iyi şeyin içinde ufacık kötü bir şey bile olsa onu fark etme bilincinin gelişimesine neden oldu. Günümüzde çoğu insan an içinde olmayan bir problemle ilgili onun gelecekte gerçekleşme ihtimaline karşı endişe duyuyor. Gerçek olan an’ın içinde öyle bir problemin olmadığıdır. Ama olumsuzluk ön yargısıyla “ya ağaç değilse” der. Mindulness an içine yönlendirilen dikkatle bu zinciri kırar. Gerçek olan neyse onu olduğu gibi görebilme yeteneği kazandırır.
Dünyanın en ünlü akademik dergilerinde olan Science’ın 2010 yılında yayınladığı “A Wondering Mind Is an Unhappy Mind” başlıklı makalenin ilk paragrafı:
“Diğer hayvanların aksine insanlar şu anda gerçekleşmeyen, geçmişte yaşanmış olaylar, gelecekte olabilecekler ya da olmayacaklar hakkında düşünerek çok zaman geçirirler “gezinen zihin” ya da “uyarandan bağımsız düşünce” beynin varsayılan çalışma modudur. Bu, insanların öğrenmesi, sorgulaması ve planlama yapmasına izin veren ve evrimsel açıdan çok önemli bir beceri olsa da duygusal maliyeti vardır. Pek çok felsefi ve dini gelenek mutluluğun şu anda olduğu öğretmektedir. Bu geleneklere göre gezinen zihin mutsuzdur.” Haklılar mı?
Harvardlı araştırmacı Matt Killingsworth yazdığı makalede, mevcut anın gücünü vurgulayan eski geleneklerde hem fikirdir. Bununla ilgili zihni an’da tutmanın mutlulukla ilişkisini ortaya koymak için bir araştırma ekibi kuruyor ve iphone’da geliştirdikleri “Track Your Happiness” uygulamasıyla, kişilerin gün içinde mutluluk seviyesini puanlanması isteniyor. Çalışmanın sonuçları göstermiştir ki insan zihni zamanının yarısını geçmiş ya da gelecekte düşünerek geçiriyor. Bu gezinmeler sırasında akıldan geçen düşünceler olumsuz ya da nört düşüncelerdir ve bu durum insanların daha az mutlu olmasına neden olur. Geçmiş ve gelecekten bağımsız anbean zihinden geçenleri fark etmek bile başlı başına dönüştürücü bir eylemdir.
Bilinçli farkındalık Buddha’nın Dharma öğretisinde “Sati” kelimesine karşılık gelir. Günümüzde hem Doğu hem de Batı kültürünü çevreleyen bu kavram Antik dönemden beri gelişme gösterdi. Farkındalık her ne kadar Budizm kökenlerine dayanıyor olsa da uygulamaların Antik Yunan felsefesi, Varoluşçuluk akımı, Batı kültürünün Doğalcılığı, Amerikan kültürünün Hümanizmi gibi felsefelerle de ortak kavramlarının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda farkındalığı bir inanç, dini bir sembol ya da bir ibadet biçimi olarak düşünememek gerekir. Buna göre farkındalık uygulamaları, dağılmış, parçalanmış olan insan zihninin dinginlik ve sükunete kavuşmasını hedeflemektedir. Batı dünyası tarafından bir kültür unsuru ve bir dini görevden ziyade, bireylerde var olan değerlerin birikimi olarak kabul edilerek seküler bir bir yol gösterici yorumu kazanmıştır.
An’da olma bireyin “şimdi ve burada” olma halidir. Anda olmakla anlatılmak istenen bireyin hem dış hem de iç dünya ile temas edebilmesidir. Bu şekilde işlevsiz davranış kalıplarının yerine koyabileceği sağlıklı davranışları geliştirebilir.
Psikolojide düşünen ve gözlemleyen benlik olarak ayrılan kavram, farkındalıkta yapma modu (doing) ve olma modu (being) olarak nitelendiriliyor. Yapma modu, benliğin inanç, hatıra, hayal ve plan gibi düşünce üzerine yoğunlaşan kısmıdır. Olma moduysa benliğin yaşam boyunca beden değişirken, düşünceler, duygular, hayattaki roller değişirken tüm bu değişimlere tanıklık eden, bu değişimleri izleyen ve kendisinde hiç değişmeyen benlik parçasıdır. Kişilerin içsel yaşantılarına, acı verici deneyimlerine ve kaygılarına rağmen bu benlik parçalarını fark etmeleri psikolojik esnekliklerini arttırarak değerlerini fark etmelerini kolaylaştırır. Değerler, kişilerin gündelik yaşamı içerisindeki rutinden uzaklaşarak kendilerine “Bu hayatı ne için yaşıyorum?” sorusuna verdikleri cevaplardır.
Yaşamının sorumluluğunu alacak ve onu anlamlı kılacak tek kişi kendimiziz. Kişi duygu ve düşüncelerini yargısızca ve özgür bir biçimde keşfedebilir. Farkındalık, düşünceleri rasyonel-irrasyonel, olumlu-olumsuz diye ayırmadan olduğu gibi kabul etme, geçip gitmelerine izin verme temellidir. Bunun için kişinin meditasyon aracılığıyla zihnini eğitmesi gerekir. Eğitilmemiş bir zihin daldan dala gezen ve geçtiği her dalı gerçek kabul etmemiz için bizi manipüle eden kötü bir arkadaşa benzer. Gündelik yaşamdaki uygulamaları ve meditasyonu pratik ettikçe, dikkatinin kalitesi ve kapasitesi artar. Bu durumda an ve an ortaya çıkan düşüncelerin ve duyguların farkına varmak daha da kolaylaşır. Bu bağlamda mindfulness uygulamalarının duygu töleransında etkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Farkındalığın amacı mutluluktan daha farklı öznel bir iyi oluş halidir. Burası mutluluğun bir üst aşamasıdır. Çünkü mutluluk belli noktada dış koşullara da bağlı. Sevdiğim birinin başına bir şey gelmesi kişiyi elinde olmayan sebeplerle mutsuz edebilir. Ama öznel iyi oluş hali, bireyin duygusal dengesi ile yaşamdaki olumlu ve olumsuz duygular arasındaki ilişkisidir. Bu hem mutluluk gibi olumlu duyguları kapsar, hem de bireyin içsel alanıyla bağ kurar.
Mutluluğu doğrudan bir amaç olarak görüp yaşayarak mutlu olunamayacağı düşüncesi on dokuzuncu yüzyılda yaşamış filozof John Stuart Mill tarafından savunuldu. Düşünüre göre, mutluluk bir yan üründür ve asıl önemli olan insanın bütün kalbiyle isteyerek yaptığı ve sonucunda kendisini mutluluğa eriştirecek şeylerin ne olduğunu keşfetmesidir ve bu keşif ancak öznel bir iyi oluş haliyle mümkün olabilir. Bunun içinde kişinin düşünen zihinden (doing) gözlemleyen zihne (being) geçiş yapması gerekir. Eğitilmemiş bir zihin yaşam boyu duygusal olarak zorlayıcı olacaktır. Kişi daldan dala geçen her düşünceye inanmamayı ve peşinden gitmemeyi öğrenmelidir. Bunun içinde yaşamda bedenimize iyi baktığımız gibi zihnimize de iyi bakmayı ve an’nın içinde olanlara dikkatimizi yönlendirerek zihnimizi eğitmek için çaba göstermeliyiz.
İlginizi çekebilir: Mindfulness nedir, nasıl alışkanlık haline getirilir?