Sevgili Dünlük!
Sana günlük demem için önce dünümü anlatmam gerekli gibi geldi bana… Bu nedenle önce dünüme bir sesleneyim, sonra bugünüme gelirim diye umuyorum…
Dünümde ne oldu da ben şimdi ona sesleniyorum? Bir yığın hayal kırıklığı, olgunlaşma çabaları, bir yeniden kabuğa çekilmeler ile geçen bir süreç misin sevgili dünüm? Belki öylesin, belki de ben sana fazlaca kötü anı bıraktım ki seni öyle hatırlamak işime geliyor, kim bilir?
Dünüm orada duruyor… Tüm hatalarıyla, tüm hayal kırıklıkları ve çıkarılan derslerle… Dünüm bana en çok hatalarımı sevmemi öğretti. Hatta zaman zaman ona baktığımda, uzakta beni sevgi ile büyütmüş, hayatı öğretmiş, sonra mezun etmiş, Hababam Sınıfı merdivenlerinden gururla bakan Mahmut Hoca gibi uğurluyor beni bugünüme…
Ve Mevlana’nın dediği gibi; “Dünle birlikte gitti cancağızım ne var düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
İşte ben de dünüme diyorum ki;
Ey dünüm! Sana, beni bugünüme taşıdığın için şimdiden teşekkür etmeye başladım bile…
Başladım çünkü bugünüm hala yaşanıyor. Bugünüm, “dün”üm olmadan bana hep güzellikler getirsin diye sabırla bekliyorum…
Dünüm benim için mutsuzluk, biraz karanlık ve umutsuzluktu…
Mutsuzluk nedir?
Neden mutluluk diye sormadım? Çünkü negatifi düşünmek görece daha kolaydır. Bence de önce mutsuzluğun ne demek olduğunu iyi bilelim ki, mutluluk geldiğinde onu hemen tanıyalım. Sonra alalım hayatımızın baş köşesine.
Ben mutsuzluğu iyi bilenlerdenim maalesef pek çoğumuz gibi… Sanırım ben mutsuzluğu gri bir yağmur bulutunun içinde nefes almaya çalışmak olarak adlandıracağım.
Evet, benim için tam olarak da bu idi mutsuzluk… O gri bulut beni yıllarca takip etti. İçinden çıkmak için epeyce çabaladım. Meğerse ben bulutu bırakmak istememişim ki gitsin… Sonra “Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir; ağaç değilsin” (Jim Rohn) sözü ile tanıştım ve anladım. Hemen hareket ettim, yönümü, bakış açımı değiştirdim, çünkü ağaç değildim!
Hareket ettim ve ettikçe bir süre daha bulut da benimle geldi, nereye gitsem peşimdeydi. Hala nefes alamıyordum ancak vazgeçmedim. Mutlaka vazgeçecekti, mutlaka iyi anlar gelecekti. İnancın, sabrın, sakinliğin o iyileştirici, yatıştırıcı gücünden yararlandım. Güneşin çok yakında açacağına inanıyordum. Doğaya baktım, her kış yapraklarını döken güzel ağaçlar baharda nasıl da yapraklarla bezeniyordu. Sanki kışın hiç yapraksız kalmamış gibilerdi.
Dedim ki, doğa nasıl yenileniyorsa biz de yenilecek, yeniden yapraklarımızı açacağız.
Gri bulutum bir süre daha direndi ama en son güneşim o kadar inandı ki parlayacağına, bulutlarımı da aldı götürdü.
Şimdi artık, gelecek güzel güneşli günlere olanca inancımla, göğe korkmadan bakıyorum. Ve sanırım artık güneşli günler de beni seviyor.
Şimdi içimi açan, hayatın her zaman o kadar da gri olmadığını ispatlarcasına benimle parlayan, “İnandın! Oldu bak” diyen bir güneşim var.
Zaman zaman gene bulutlanıyorum ama bir yerlerde güneşin açacağını hep biliyorum.
Çünkü, öğrendim ki güneş benim! Ben, ışığımla parlamak istediğim sürece parlarım.
Ve sen de bil… Sen de güneş ol! Güneş ol ki; çevren de seninle aydınlansın…
Ve dilerim ki, tüm bu dönüşüm sürecinden sana da bir katkım olsun.
Hadi sen de dön bak dününe… Sevgin ile teşekkür et… Gri bulutuna, uçurtma yap dününü… Bırak gitsin…
Gelen yeni güneşli, parlak gün senin nasılsa… Keyfini çıkar!
İlginizi çekebilir: Kozadan kelebeğe: Her şey kendi gücünü keşfetmekle başlar