Geçim ekonomisinin değişen yüzü
Hangimiz günde 8-9 saat yerine 3-4 saat çalışmak istemez ki? Hayır, part-time bir işten söz etmiyorum. Çalışma süreleri neden 3-4 saatle sınırlı kalmasın? Böylece hobilerimize, ailemize ve kendimize daha fazla zaman ayırma imkanı bulabiliriz. Peki sizce bu mümkün mü, günde 3-4 saat çalışarak hayatımızı devam ettirebilir miyiz?
Türkiye nüfusunun çok büyük bir oranının ekonomisi ancak geçinmelerine yetiyor. Peki, acaba bundan yüzlerce hatta binlerce sene önce de insanlar geçim derdindeler miydi? Saatlerce çalışıp kıt kanaat mi yaşıyorlardı?
Geçim ekonomisi kuralsız, kralsız, tanrısız olarak addedilen; devletsiz, yani ilkel toplumlara ait bir terimdir. Yapılan çalışmalar, ilkel toplumlarda insanların çoğunlukla günde 3-4 saat çalışarak, kendilerine yetecek kadar ürün ürettiklerini ve artı ürüne ihtiyaç duymadıklarını, geriye kalan saatlerde çalışmadıklarını ortaya koymuştur. İşte geçim ekonomisi insanların kendilerine yetecek kadar üretmeleri şeklinde işleyen, artı üretimi olmayan, ilkel toplumların ekonomi tanımıdır.
Peki ya biz medeniler?
Makinelerin icadı, teknolojinin gelişmesi gibi insanlık için çok önemli ilerlemelerle, bizler artık saniyelerle ifade edilebilecek sürelerde üretim yapabiliyor, dünyanın bir ucuyla yine saniyelerle ifade edilebilecek sürelerde iletişim kurabiliyoruz. Yani teknolojinin de gelişimiyle artık insan gücüyle yapılan üretimden çok daha fazlasını, çok daha kısa sürede elde edebiliyoruz. O halde yanıtlanması gereken soru şu: “Neden saatlerce çalışıyoruz?” Hani teknoloji ve makineler insanlığa hizmet için vardı ve işlerimizi kolaylaştırıyordu? Bir tarafta geçinebilmek için 3-4 saatlik zamana ihtiyaç duyan ilkel insanlar, diğer tarafta geçinebilmek için günde 8-9 saat çalışmak zorunda olan modern insan… Siz hangisi olmayı yeğlersiniz?
Bu düşünsel tartışmayı ucu açık bırakıp sizlere bu konuda düşünsel zenginlik sağlayabilecek bir kaç kitap önermek istiyorum. İlk olarak önereceğim kitap Pierre Clastres’in Devlete Karşı Toplum adlı eseri. Aslen antropolog olan Clastres’in eseri, ilkel toplumlar hakkında bilinmeyenleri aktarıyor. Bu kitabın ardından günlük çalışma saatleriyle ilgili olarak Bertrand Russell’ın Aylaklığa Övgü kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Teorinin içinde kaybolduktan sonra, pratik hayatta çalışanlara yönelik faydalı bir kaç bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Pek çok çalışan İş Kanunu’ndaki hükümleri bilmiyor. Madem ki konumuz çalışma saatleri, sizlerle İş Kanunu’nun çalışma süreleriyle ilgili olan önemli bir kaç hükmünden bahsetmek isterim.
Pek çok işveren, işçisini deneme süresi neticesinde işe almayı tercih etmektedir. Burada işe gireceklerin dikkat etmesi gereken husus deneme süresinin “toplu iş sözleşmeleri” hariç 2 aylık süreden daha uzun olmasının mümkün olmadığıdır (İş Kanunu md.15). Deneme süresi içerisinde, hem işçi hem de işveren sözleşmeyi, bildirim sürelerini gözetmeksizin tek taraflı olarak tazminatsız feshedebilir. Sözleşme feshedildiği takdirde işçiye çalıştığı gün sayısı karşılığı ücreti ödenir.
Bir kişi kanunen günde en fazla kaç saat çalıştırılabilir?
Genel olarak haftalık maksimum çalışma saati 45 saattir ve bu aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça çalışılan günlere eşit olarak bölünür. Bu hesap bizi yalnızca hafta içi çalışanlar için günde 9 saatlik bir süreyi veriyor. (İş Kanunu md. 63)
45 saatlik çalışma süresi tarafların anlaşması kaydıyla haftanın çalışılan günlerine 11 saati geçmemek üzere dağıtılabilir. Yani kişi pazartesi 11, salı 11, çarşamba 11, perşembe 11, cuma 1 saat çalışarak haftalık 45 saatlik çalışması gereken süreyi tamamlayabilir.
Ulusal tatiller, işçinin kendi isteğiyle izin alması ve benzer nedenlerle yapılan işin önemli derecede azalması halinde iş veren en fazla 2 ay süreyle telafi çalışması yaptırabilir. Bu süre günde 11 saati geçmemek kaydıyla, çalışma sürelerine günde 3 saatten fazla eklenemez ve tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz. (İş Kanunu md. 64)
Bir tarafta haftada 3-4 saat ile geçimini sağlayabilen ilkeller, diğer tarafta bazen günde 11 saate kadar çalışmak zorunda kalan asgari ücretle çalışan modernler… Hani makineler ve teknoloji hayatımızı kolaylaştıracaktı? Yoksa modern insanın doymak bilmez açlığı ve hep fazlasını istemesi mi bizi bu noktaya getirdi… Karar sizin…
Yazar hakkında:
Mert Nomer – Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde ¨Kamu Hukuku¨ alanında yüksek lisans çalışmalarına devam etmiştir. Mert, halen Bahçeşehir Üniversitesi’nde Genel Kamu Hukuku Anabilim dalı kürsüsünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.
Mert Nomer yarı akademik kişisel blog: www.mnomer.com