Garantici davranıp tatsız bir hayat yaşamak mı, risk alıp canlı hissetmek mi?
Hayat uzun ve gerçekten yaşadığımızı hissetmek belki de sanıldığı gibi basit değil. Peki, gerçekten kendimizi canlı ve yaşıyormuş gibi hissedebiliyor muyuz? Yoksa günlük rutin ve koşturma içerisinde oradan oraya savrulurken, sorumluluk adını verdiğimiz yüklerimizi ağırlığında zamana mı oynuyoruz?
Ailemizin beklentileri ya da ebeveynlik rollerimiz, çalışma şartlarımızın ekonomik durumumuza etkisi derken gerçekte hiç istemediğimiz bir hale dönüşebiliyor yaşantımız. Ya da hiç sorgulamadan başkasının hayallerini yaşatıyoruz kendi hayatımızda. Şimdi şöyle dediğinizi duyar gibiyim: “Ülke şartları malum… Nasıl ulaşabiliriz ki istediklerimize?”
Hiç kolay değil, en baştan kabul edelim, dış koşullar nedeni ile hiç gerçek olmama ihtimali var hep. Ancak risk almadan, denemeden, hayal kırıklıklarını göğüsleme cesaretini göstermeden yaşadığımız hayat bir süre sonra anlamsız ve içi boş gelmeye mahkumdur.
Kierkegaard’a göre riske girmek anksiyeteye yol açar ama riske girmemek kişinin benliğini kaybetmesi demektir. O halde ben de ilk olarak şu soruyu sormak isterim: Kaçımız hala hayal kurabiliyor? İnsanlar hayal kurmaktan vazgeçmiş gibi.
Sanki hayaller sadece küçük çocuklara özgü bir şey olmak zorundaymış gibi… Sanki hayal kurmak tembellik etmekmiş gibi…
Sanki doğru yola sadece mantığın söylediği ile ulaşılacakmış gibi…
Oysa hayallerimiz bize aslında ne olmak istediğimizi gösterir. Duygularımız gibi onlar da içimizde olanları görmemiz için, bizi neyin rahatlattığını fark etmemiz için, eksik bıraktığımız ihtiyaçlı hale dönen yanımızı doyurmamız için çabalar.
Bazen de aniden aklımıza bir düşünce gelir. Bir sahne canlanır gözümüzün önünde… Tam da içimiz sıkışmışken… Bir anda gelen panik atağımızdan tam da önce bir imge belirmiştir zihnimizde… Belki de bir ses bazen “Şöyle olsaydı” diyen… İşte o anda tüm bu duygu ve hislerle kalabilmeli, onlarla birlikte gösterdikleri yöne yürüme cesaretini gösterebilmeliyiz.
Hayallerimiz bir nevi kendimizle karşılaşma alanımızdır aynı zamanda. “Ben ne istiyorum?”, “Bana iyi gelen ne?” sorularının cevaplarını içinde taşır. Bu soruların yanıtlarını görmek bazen de bizi dış dünyaya karşı çok fazla sorumlu hissettirebilir.
Nihayetinde harekete geçtiğimizde birçok şeyin hayatımızda değişme olasılığı çok yüksektir. Kendimizi suçlu ya da bencilce davranıyormuş gibi hissedebiliriz. Ya garantici davranıp kuru hayatlar yaşarız ya da hayal kırıklıkları yaşamayı göze alabildiğimiz, ancak canlı hissettiğimiz hayatlar süreriz. Seçim sizin…
İlginizi çekebilir: Hayatın inişlerini de çıkışlarını da kabul edebilirsiniz