Food Fashionista, La Petite Maison İstanbul’da!
İstanbul’da gerçek bir Fransız deneyimi yaşamak ister misiniz? O zaman sizi Nice, Londra ve Dubai’den sonra İstanbul’da da yerini alan La Petite Maison ile tanıştırmak isterim.
Fransız Rivierası’nın tatlarını, kültürünü ve atmosferini özgün bir sentezle İstanbul’a sunan La Petite Maison, Nişantaşı’ndaki tarihi Maçka Palas’ta yer alıyor. Cumartesi akşamı için rezervasyonumuzu yaptırıyoruz. Kapıda güler yüzleri ve kibarlıklarıyla bizi karşılayan ekip, masamız hazırlanana kadar bizi barda misafir ediyor. Yemekle arasında müthiş bir bağı olan bendeniz, içkiyle arasında pek bir bağ kuramamasına karşın, La Petite Maison’un kokteylerine bayılıyor. ‘Ne çok tatlı ne çok ekşi, Passion fruit’lu (Türkçesi Çarkıfelek meyvesi) bir şeyler olabilir’ diyorum ve önüme kırmızı renkte üzeri köpüklü ve tarçın ile süslenmiş bir kokteyl geliyor. Sunum harika derken, tadı daha bir harika diyorum!
Masamız hazır olunca yemek kısmına geçiyoruz. Mekanda son derece yüksek tavanlar, ferah ve açık renklerle dekore edilmiş bir ortam dikkat çekerken, 200 metrekarelik klasik bir Fransız bahçesi, başka bir deyişle “jardin à la française” ruhuyla tasarlanan keyifli mi keyifli terasının olduğunu da belirtmeden geçmeyeceğim.
Kokteylerimiz harika, ortam müthiş ve heyecanla yemeklerimizi seçmek için menüleri elimize alıyoruz. 4 kişi olduğumuz için başlangıç ve ara sıcaklardan neredeyse birçok şeyi sipariş ediyoruz. Biftek tartar, tuna tartar, kinoa salatası, buratta, zeytinyağında ılık karides, ızgara patlıcan yatağında mozzarella ve pesto soslu karides. Hepsi o kadar leziz ki hangisini ‘mutlaka yemelisiniz’ diye düşünürken zorlanıyorum. Ama sanırım ilk 3’üme ılık karides, kinoa salatası ve patlıcan giriyor.
Yemekler ağır ağır servis edildiği için, keyfine vararak yiyor olsak da başlangıçlarda yaptığımız cömert seçimler, ana yemekte bizi biraz cimri olmaya zorluyor:) Ortaya morina balığı ve kereviz püresi ile servis edilen buğulama dana yanağı söylüyoruz. Yine kusursuz, yalın ve bir o kadar da lezzetli. Tam ana yemeklere geçmişken ortamda bir anda canlı müzik sesleri yükseliyor. 4-5 kişiden oluşan bir grup tüm masaları tek tek gezerek adeta resital havasında enstrümanları ve şarkıları ile misafirlerin keyfini ikiye katlıyor. En başta kendileri o kadar keyifliler ki, masalar arasında dolaşırken bir bakıyorsunuz barın üstüne çıkmışlar ve oradan şarkılarını söylemeye devam ediyorlar.
Bunlar devam ederken, ne kadar yemiş olsak da, kullanılan malzemelerin kalitesi ve porsiyonları sayesinde midemiz de en ufak bir rahatsızlık hissetmiyoruz. Dolayısıyla da gözümüzü tatlı menüsüne çeviriyoruz. Baharatlı dondurma ile servis edilen Fransız Tostu (French Toast), tabiki bir Fransız klasiği olan Crème Brulée ve biraz ferahlamak için de Sorbe çeşitlerinden söylüyoruz. Hepsi çok başarılı ama özellikle Crème Brulée seviyorsanız, damağınızda ona mutlaka yer ayırın diyorum.
O kadar harika ve birbirinden yetenekli dört kadınla bu geceyi geçirdim ki, benim için yemeklerin lezzeti ile sohbetin lezzeti ahenkle dans etti. Dolayısıyla La Petite Maison deneyimi, benim için ‘keyifli bir gecenin’ tanımını yapmış oldu. Güzel yemek, harika bir atmosfer , bunu tamamlayan derin ve bol kahkahalı bir sohbet. E daha ne olsun ama di mi?
İyiki İstanbul’a da geldin La Petite Maison!
Bon Appetit!
Not: Fransız restoranı olmasının etkisi ile fiyatlar ortalamanın biraz üzerinde…Ama değer mi değer!