Nisan ayındaki ilk yazımda baharın gelişini anlatmıştım uzun uzun. Bugünse baharı uğurluyoruz ve yaza geçiyoruz (sonunda!)…
“Bir de yazın gelişini anlatayım” diye başladım yazıma ama fark ettim ki yaz aşkım, baharı anlattığım kadar kısa olamayacak. Onun için en basitinden benim için yaz demek; “denize girmek, uzun günlerin tadını çıkarmak, atom karınca gibi enerjik, Pollyanna kadar pozitif olmak, …..” deyip, gerisini doldurmayı size bırakıyorum 🙂
Her ne kadar yaşaması, var olması kolay olmasa da, ciddi bir İstanbul aşığı olan ben, özellikle bahar ve yaz aylarında nereye gidersem gideyim, her dönüşümde boğazı görmemle aynı hisle buluşmam bir olur: “İstanbul senden güzeli yok!” Özellikle de açık havada, deniz manzarasına doyarak, dilediğiniz gibi vakit geçirme lüksünüz olmasıyla tadından yenmez –Pollyanna Merve konuşuyor :)-.
İşte tam bunları konuşurken yolumuz Maçka’da bulunan Hilton ParkSA’ya düştü. Meğer orada bir hazine yatıyormuş, gizlenmiş kalmış da haberimiz yokmuş…
Maçka’daki Hilton ParkSA; Nişantaşı, Taksim gibi alışveriş mekanları ve turistik alanlara yakınlığı sebebiyle turistlerin öncelikli tercih ettiği bir otel. Ama ben yerinin avantajından ziyade teras katının güzelliğine değinmek istiyorum. Otelden içeri girip yukarı çıktığınızda, böyle bir terasla karşılaşacağınızı hayal edemiyorsunuz. Manzarası, havadarlığı, rahat oturma düzeni, güler yüzlü, kibar ve oldukça ilgili servisi ile sizi hemen sarıp sarmalıyor.
Uzun zamandır yaz aylarının favori şarabı olan Blushlarımızı söyleyip, manzaraya karşı oturup menüyü elimize alıyoruz. Havuç cipsi ve incecik kıtır atıştırmalıklarla başlangıcı yapıyoruz. Çeşitli sebzelerin cips halini yemiştim ancak havuç bence içlerinde en güzeli olmuş. Hafif tatlı hafif tuzlu derken, ortaya süper bir denge çıkmış.
Sıcak demedik Executive Şef Andreas Scheuregger’in tavsiyesi üzerine “kırmızı biber çorbası” içtik. Kıvamı, rengi, tadı, her şeyi tavsiye edilen kadar güzeldi. Menüde her mevsimin balığı ve sebzesi için şefin önerisi gibi bir kısım var. Dönemin sebzesi enginar olduğundan, zeytinyağlı enginarı seçtik. Ana yemek olarak da, yine şefin tavsiyesi üzerine oyumuzu balıktan kullandık. Balık yemeyen ben, böyle güzel lezzetlere kesinlikle kayıtsız kalamıyorum, sevmediğim şeyleri bile sever oluyorum; onu bir kez daha anladım.
Tatlılara gelince; karışık bir tabak istedik, eksiksiz hepsi için onayı verdik! Ilık çikolatalı sos ile servis edilen vanilyalı dondurma ile doldurulmuş profiterol ve tiramisuya bayıldık. Ve tabii ki finali Türk kahvesi ile yapıp, fallarımızı kapadık 🙂
Hilton ParkSA, gözlerden uzak, manzaraya ve aynı zamanda dinginliğe doyacağınız, kendinizi rahat hissedebileceğiniz, sohbetinizi yapabileceğiniz, iş konuşabileceğiniz, misafirlerinizi ağırlayabileceğiniz, aile fertleri ile akşam yemek sofralarında buluşabileceğiniz; konforlu ve sıcak İstanbul noktalarından biri. Benden söylemesi!
Not; Böyle bir tarih ile karşılaşınca, Hilton Worldwide otellerini yakından tanıyalım, restoranlarının tadına bakalım, sizi de bilgilendirelim istedik. Gelecek yazılarda devam edeceğiz, takibe devam 🙂