Geçmiş, gelecek ve şimdi üstüne yazılmış sayısız satır vardır. Çünkü zaman insan için hep anlamlandırılması ve yorumlanması gereken bir kavram olmuştur. Hepsinin gücü birbirinden farklıdır ve kişiye göre bambaşka anlamlar taşır şüphesiz. Bununla birlikte, herkesin “geçmiş”le ilgili söyleyecek bir sözü vardır, çünkü tek bildiğimiz o’dur, esasen. Geleceği planlayabiliriz, şimdiyi ise yaşarız ama geçmişi biliriz. Beynimiz bildiklerimizi yorumlar. Hatta bazı şeyler o an içinde değil, yaşandıktan sonra anlaşılır, anlamlandırılır. Dolayısıyla geçmiş çok kıymetlidir. Hatta öyle ki, genlerimizde sadece genetik bilgileri değil, geçmişten gelen bilgileri de taşıdığımız söylenir.
Kişisel geçmişimizde yaşadığımız deneyimlerden öğrendiklerimiz, şimdimizi ve geleceğimizi şekillendirme gücüne sahiptir. İşlenmiş bilgiler benzer durumlarla karşılaştığımızda paketlendikleri yerden çıkarılır ve kullanımımıza sunulur. Bu bir nevi hayatta kalma mekanizmasının parçasıdır. Fakat bazı durumlarda önceden paketlenmiş bilgiler bize fayda getirmeyebilir. Özellikle ikili ilişkilerde, içinde bulunduğumuz bir durumu hemen eski bir senaryoyla kıyaslayıp etiketlerimizi ortaya çıkarırız. O senaryoyla ilgili daha önceden deneyimlediğimiz şey ne ise ona uyan etiketi yeni duruma yapıştırır ve çıkarımlarımıza göre bir tepki ortaya koyarız.
Eğer yaşadıklarımızdan anlamlı dersler çıkarabildiysek, yüksek ihtimalle tepkilerimiz bu sefer aynı hatayı yapmaktan bizi koruyacak ya da eskisi gibi iyi bir fırsatı kaçırmamızı önleyecektir. Fakat durum her zaman böyle olmayabilir. Eğer çıkarımlarımız çok köşeli, etiketlerimiz çok yapışkan ise yeni durumlar karşısında esnekliğimizi kaybedebiliriz ve geçmişte öğrendiklerimiz yarar yerine zarar getirebilir.
Peki, böyle durumlarla karşı karşıya kalmamak için neler yapabiliriz?
Öncelikle genellemelerden uzak durmalıyız. Geçmişte yaşadığımız olayları o zamanın şartlarını dikkate alarak değerlendirmeli ve bugünün şartlarının ne olduğuna da dikkat etmeliyiz. Kıyaslamalarda da genelleme yapmaktan kaçınmalıyız. Karşımızda eskiden bildiğimize benzer bir davranış gördüğümüzde, o kişiyi önceden bildiğimiz belli kalıplara sokmamalıyız. Kimse tek bir davranıştan ibaret değildir, bütüne bakmak en iyisidir. O belli davranışa vereceğimiz tepki bildiğimiz yerden geldi diye, kişiyi tamamen çözdüğümüzü düşünmek yanıltıcı olabilir. Ayrıca, her bir kişiyle kurulan bağın diğer bir kişiyle kurulan bağdan farklı olduğunu da hatırlamalıyız. Aynı kişiyle bile önceden kurulan ve sonradan kurulan bağlar birbirinden farklı olur çünkü insan sürekli değişen dinamik bir varlıktır.
Duygu-düşünce-davranış analizini de dikkatlice yapmalıyız. Geçmişte yaşadığımız bir olaydan çıkarım yaparken hissettiğimiz duygunun adını koymaya, arkasındaki düşünceyi doğru anlamaya ve davranışlarımızla bağını doğru kurmaya çalışmalıyız. Bu üçü birbirini her daim besler, dolayısıyla sadece birine odaklanmak yanıltıcı olacaktır. Hepsini bir arada tutarak yaptığımız çıkarımları şimdiye taşımak daha yararlıdır.
Geçmişten edindiğimiz dersler her zaman içe yani kendimize dönük olmalıdır, dışarıya değil. Öğrendiğimiz benzer bir durumla karşılaştığımızda o durumu değiştirebileceğimiz yanılgısına düşmemeliyiz. Bizler ancak o durum karşısındaki kendi tutumumuzu değiştirebiliriz. Ve ayağımıza takılan tüm – di’leri, – miş’leri süpürmeliyiz. Geçmişten bugüne taşıdıklarımız deneyimlerimiz ve öğrendiklerimiz olmalıdır, geçmişin kendisi değil. Aksi halde çok ağır bir yükle ilerlemeye çalışırız. Yaşanan her şey bizi bugüne ulaştırmıştır. Yaşanması gereken tüm deneyimler bizi bugünkü biz yapmıştır. Deneyimlediklerimizi cebimizde taşırken, ön yargılardan uzak kalıp her yaşanan şeyi yeni bir bakışla anlamaya çalışmak ilişkilerimiz için en yararlısı olacaktır.
İlginizi çekebilir: En temel ihtiyaçlarımızdan biri: Değerli hissetmek