Apollo Tapınağı’nın girişinde “kendini bil” yazıyor. Yüzyıllar öncesinden, kendini bilmenin bir kapıdan geçmek için ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor bizlere. Son yıllarda birçok yerde, belki çok kere kendini tanımak, bilmek ve sevmekle alakalı tavsiyeler aldık, okuduk, belki hak verdik. Peki şimdi sorsam sana “Kendini fark etmek neden bu kadar önemli?” diye ne cevap verirdin? Ezberden değil de, senin içinden geçenler ne olurdu? Gerçekten senin için hangi açıdan değerli?
Hepimizin kendine ait bir dünyası var; bambaşka geçmişler, alışkanlıklar ve kültürle donatılmış. 5 duyumuzla dış dünyayı algılıyor, onu içimizdekiyle birleştiriyor, kendimize düşünceler, duygular, anılar, hayaller ve belki kelimeye dökemeyeceğimiz deneyimler yaratıyoruz. Bu iç ve dış dünyanın birlikte yaşama süreci hayat boyu devam ediyor. Eğer dengedeysek ve merkezimizde duruyorsak tatlı bir uyumu hissetmek mümkün. Bununla birlikte bazen o dengeyi sarstığımız zamanlar oluyor, zor geliyor.
Mesela ben dengemi kaçırdığımda dışarıda olan biteni çok fazla içime yansıtıyorum. İçeride bir ses, bir kalabalık; nereye elimi atsam bir şeye değiyor. Ee içerisi bu kadar kargaşalı olunca, haliyle normalden fazla duygu ve düşünce uyanıp canlanıyor. Bu sefer de onları sakinleştirmek için nefes almak yerine, kendimi anlatmaya çalışıyorum. Kelimeye döktükçe eksiliyorlar, dinleyen kulaklar bambaşka duyuyorlar, üzerine bir açıklamalar, bir savunmalar derken, dış dünyamın sesi yine çok artıyor. Belki bazılarınıza aşina gelecek o kısırdöngü işte böyle başlıyor.
Bence farkındalık bizi, bunun gibi alışık olduğumuz döngüleri görüp değiştirmek konusunda destekliyor. Bazen hayat bize hoşumuza her gitmeyen şeyi değiştirme şansını vermese de; farkındalık bize -hoşumuza gitsin veya gitmesin- yaşadığımız her şeye verdiğimiz tepkiyi seçme şansını veriyor. Sanırım benim için en değerli yanı bu: Özgürlüğümü fark etmek ve ona sahip çıkmak.
Özgürlük kavramının dünya tarihindeki değişimi çok hızlı ve keskin. Eskiden şehirler bir duvarla ayrılıyordu ve özgür değildik arasında gidip gelmek için. Başka bir ten rengine sahip olduğumuzda istediğimiz okula gitmeye veya otobüse binmeye hakkımız yoktu. Başka sınıftan birini sevmek belki canımıza mal olurdu. Şimdi bunların hepsini yapmakta özgürüz, ancak tam anlamıyla özgür hissediyor muyuz, bilmiyorum. Kavramlar da bizim gibi zamanla değişiyorlar.
Bana göre tüm odağımız dış dünyada olursa, özgürce yaşadığımızı söylemek pek doğru olmaz. Özellikle günlük rutinler içinde kendimizi kapana sıkışmış veya kısıtlı tercihler arasında yaşıyor hissetmek çok kolay. Bu koşullarda bedende, zihinde veya kalpte bir sürü rahatsız edici hisle yaşamak; onları susturmaya, dindirmeye çalışmak için emek verirken amacını unutup kaybolmuş hissetmek çok doğal. Demin bahsettiğim iç ve dış dünyanın uyumu galiba böyle bozulmaya başlıyor. Sanırım çoğu farkındalık çalışması bu yüzden göz kapaklarımızı dinlendirip gözlerimizi içe çevirmeyi önererek başlıyor.
Farkındalık benim için uyanış demek. Dışarıdaki dünyaya az çok etkim olduğunu görmek, ancak onu kontrol edemeyeceğimi fark etmek demek. Oysa dikkatimi içime döndürdüğümde; yaşadığım her anda özgür olduğumu hatırlamak demek. Biyolojik, zihinsel ve duygusal bedenlerimde her ne oluyorsa, onları tanıyabileceğimi, anlayış gösterebileceğimi, sorumluluk alıp karar verebileceğimi hatırlamak, yani kendi gücümü tekrar elime almak demek.
Farkındalık literatürde daha derin bir ben anlayışını geliştirmeye, kendimize gösterdiğimiz şefkati büyütmeye ve sevgiyle hayata yaklaşmamıza fırsat veren bir biliş hali olarak açıklanıyor. Bu tanımlamaya katılmakla birlikte, ben bana özgürlüğümü verdiği için çok değerli buluyorum. Önce kendimi tanımakta özgürüm, sonra bilmekte, sonra kabul etmekte ve en son da kendimi “ben” olarak yaşamakta özgürüm.
Peki şimdi tekrar sorsam sana, “Kendini fark etmek neden bu kadar önemli?” diye, ne cevap verirdin? Ezberden değil de senin içinden geçenler ne olurdu? Gerçekten senin için hangi açıdan değerli? Ya da farkında mısın?
İlginizi çekebilir: Anda kalmak: Her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır