“Eyvah! İlişkimizde tutku kalmadı!”: Eros’un okları ilişkiden çekildiğinde
Eros, lüle lüle sarı saçları, tatlı ve aşk dolu bakışları, elinde oku ve yayıyla insanları birbirlerine aşık etmek için gökyüzünde kanat çırpıyor. Ve biz faniler o oklardan birinin bize isabet edip etmeyeceğinden, ederse eşleşeceğimiz diğer talihlinin kim olacağından habersiz yeryüzünde dünyevi işlerle meşgul olmaya devam ediyoruz. Eros’u aşk tanrısı diye tanırız ama o zevk ve arzuların da tanrısıdır. Bu nedenle “erotik” sözcüğüne isim babalığı yapmıştır hatta. Eros eski Yunan dilinde aşkı ve sevgiyi ifade eden dört sembolden biridir. Bu dörtlünün diğer isimleri Agape, Philia ve Storge. “Storge” aile sevgisi, “philia” arkadaşça sevgi, “agape” gerçek aşk, “eros” ise tutkulu aşkı temsil eder.
Yazımız Eros’un oklarının hedefine giren talihlilerle ilgili… Tutku dolu, aşk denen o duyguyu ilişki ile taçlandıranlarla… Ayakları yerden kesilip, cennetin nimetlerini bu dünyada tadar gibi doruklara çıkanlarla… Aşk şarabı ile kadehlerini doldurup yudumlayanlarla ilgili… Yani faniler dünyasının efsaneden nasibini almışlarıyla…
Eros’un okuyla diğerine bağlanınca, kendisini böyle bir şansa sahip olduğu için ayrıcalıklı saymaz da ne yapar insan? Öyle ya, sonunda aradığını bulmuştur! Duygular çağlayan gibi gürler adeta. Gözler başka şey görmez olur, hep birlikte olmak ister, hep onunla bir şeyler yapmak ister, her şey onunla bütünlenir ve anlamlanır. “Ben” değil, “biz” vardır artık. Ve ilişki adım adım yol almaya başlar. Bazen nikah masasında, bazen imzasız da olsa bir yastıkta ve sonra birçok zaman da “evli, mutlu, çocuklu” olarak sürmeye doğru gider. Ta ki aşkın büyülü vaatleri, yaşamın gerçekleriyle buluşuncaya dek…
Schopenhauer, “Doğa bizi aşkla kandırıyor,” diyor. Tüm amacı soyu devam ettirmek olan evrenin bu sistemi, “aşk” denilen o güçlü duyguyu motive edici bir unsur olarak adeta ruhlarımıza, kalplerimize koyuyor. Eros’un yaptığı tam olarak bu… Ancak tutku veya arzu dolu aşk, soyun devamı için gerekli koşulları sağlayıp da görevini tamamladığında (soy devam etse de etmese de) huzurlardan bazen yavaş yavaş, bazen de hızlıca ayrılıyor. Buna bir de gündelik hayatın stresleri, sorumlulukları, upuzun “yapılacak işler listesi” eklenince işin tadı tuzu daha çabuk tükenmeye başlıyor.
Evlilik veya uzun soluklu ilişki, tutkuyu alaşağı eden, arzuyu katleden bir mekanizma gibi çıkıyor karşımıza çünkü alışmak denen de bir hal var doğamızda. Kötü duygular da iyi duygular da gelip geçiyor. Oysa biz faniler o baştan çıkaran güçlü hisleri seviyoruz. Sevmeliyiz sevmeye ama ne zaman ki ona uzun süre tutunmak istiyoruz, tüm hazlar sonsuz olsun istiyoruz. İşte orada işimiz çıkmaza giriyor. Kötü haber vermek istemesem de söylemeliyim ki, hazların geçiciliğini er ya da geç kabul etmek gerekiyor. Tüm diğer duygular gibi… Eros’un oklarını geri kazanmanın tam bir formülü verilemez elbette, ancak yine de, arzuları ilişkinin tam ortasında olmasa bile güzel bir köşesinde tutma şansımız olabilir. Çoğunlukla “farkında olmakla” başlayan bir şans bu.
Eğer âşık olduğumuz kişiye yönlendirdiğimiz ekstrem tutkunun geçici olduğunu bilirsek, bunu bir yenilgi gibi almamayı da başarabiliriz her şeyden önce. Çünkü bize ilişkide en kötü hissettiren şey beklentimizin gerçekleşmemesidir ve beklenti hazların sonsuza kadar sürmesi olduğunda o zaman yeni tutku nesneleri aramaya, o güçlü duyguları yaşatacak yeni kişiler aramaya yönelir insan, sonra bir yenisi, bir yenisi daha, bir yenisi daha… Ancak öte yandan onu geçici bir heves diye görüp değersizleştirmek de ilişkinin kökünü kurutan bir başka tutumdur. İlişkide bedensel zevkler öncelikli unsurlardan biri olmalıdır. Doyurucu bir cinsel yaşam ilişkinin bekası için son derce önemlidir. Onu hor görmek, dünyevi görüp kenara itmek ve hatta yasak veya ayıp sınıfına sokmakla, bir yandan ona duyduğumuz ihtiyacı gizlemek arasında sıkışıp kalmamalıdır insan… İlişkimiz bizim yuvamız ise her çeşit sevgiye bir oda ayrılmalıdır. Storge’nin, Philia’nın, Agape’nin odaları gibi, Eros’un odası da temiz, derli toplu, ziyarete açık ve albenili olmalıdır.
İlginizi çekebilir: “Eyvah! Beni artık sevmiyor mu?”: Bir Cuma akşamı hikayesi