X

“Eyvah! Beni artık sevmiyor mu?”: Bir Cuma akşamı hikayesi

“Geliyorum, lütfen bekleyin” diyerek kapattığı telefonu çantasına tekrar yerleştirmeye çalışırken ayağına vuran topuklulara rağmen biraz daha hızlı koşmaya çalıştı. İşten erken çıkabildiği bu ender günlerde servisi pisi pisine kaçırmak hiç de hoş olmuyordu. Arkadaşını arayıp beklemelerini rica etmese böyle olacaktı ya, neyse ki nefes nefese de olsa yetişip arka kapıdan attı kendini içeri. Yerleşti bir cam kenarına.

Çok gergin bir gün geçirmişti. Trafikteki araba kıyametine bakarken tek bir şeyin hayali serinletti içini. Eve gidiyor, Kerem’le güzel bir sofra kuruyorlar, bir kadeh şarap eşliğinde kocasına günün kızgınlıklarını, saçmalıklarını anlatıyor. Sibel Hanım’ın bütün gün süren kaprislerini Kerem’in konu hakkındaki esprileriyle yumuşatıp, biraz neşelenip teselli buluyor… Bu sakin cuma akşamına öyle ihtiyacı vardı ki uzun dönüş yolunu fırsat bilerek kuracağı sofradaki en ince detayı bile düşünüp planladı. Şu yeni açılan mezeciden bir şeyler sipariş edecekti. Beş yıl önce evlenirken annesinin ısrarıyla alınan mavi sofra takımını hiç kullanmadığını anımsayıp ona bir şans vermeyi dahi kararlaştırdı kafasında.

Nihayet yol bitip de evine kavuştuğunda, bu uzun mesafeye değdiğini düşündü. Evini çok seviyordu. Henüz çocukları olmadığı için Kerem’le sahip oldukları belki de en güzel şeydi bu iki oda bir salon. Anahtarı çevirdiğinde bir turu tamamlamadan açılan kilit Kerem’in evde olduğunu haber verdiğinden, bunu sevinçle karşıladı. Son zamanlarda pek vakit geçiremiyorlardı beraber. İçeri süzülürken “Aşkııım! Ben geldim,” diyerek kendince durumu müjdeledi. Yanıt yatak odasından doğru, “Hoş geldin canım,” diye geldi.

Kerem’in dikkatinin başka bir şey üzerinde olduğu belliydi. Meltem ayakkabılarını çıkardığı sırada koridorda belirdi Kerem. Sonra elinde bazı kıyafetlerle ona doğru telaşla ilerledi, “Meltem ya, benim şu son aldığım forma nerede, ben onu yıkansın diye sepete koymuştum, epey oldu, çıkmadı temizlerin arasından.” Meltem bu tatsız şokun etkisi altında bir yanıt veremedi. Öyle ki o an “forması batsın!” bir andı. Anladı ki Kerem maça gidiyordu. “Bilmiyorum,” diyebildi soğuk ve kısa. “Ya Hatice Hanım’ın başının altından çıkıyor bu işler, nereye kaldırıyor bu kadın bunları? Çocuklarla maça gideceğiz, geç kalıyorum. Ben her hafta bir şeyimi aramak zorunda mıyım?” Kerem’in bu sert Hatice Hanım çıkışı, topu taca attığını ve Meltem’in ruh haliyle, aşk dolu bir merhaba beklentisiyle, akşam için kurduğu tüm hayallerin suya düşmesiyle pek de ilgilenmediğini gösteriyordu. Büyük bir kavgaya imza atmamak için çok zor tuttu kendini, ağzına gelen ve söylemeye başlasa yüzlercesi dökülüverecek sözcükleri yuttu.

Aradan bir saat geçtiğinde, Kerem çoktan gitmiş, yaptığı emrivakiden dolayı Meltem’e yarım ağız bir “Kusura bakma, ani oldu” demiş ama ona biraz sitem etme şansı dahi vermemişti. Meltem kendine çok kızıyordu. Nasıl da saftı! Salak gibi romantik bir akşam planlamıştı kafasında, meğer beyefendinin derdi neymiş? Böylesine yoğun çalıştığı bir dönemde bu Cuma gününün heba olduğuna yanıyordu. Ama bundan daha önemli bir soru vardı içini kemiren. “Yoksa artık onu sevmiyor muydu?”

Bir yandan bu konuyu masaya yatırmaya korkuyor, öte yandan kaçınılmaz bir şekilde Kerem’in sevgisini sorguluyordu. Hiç olmazsa biraz şarapla kendini teselli etmek için kadehini doldurdu, evin en sevdiği köşesine, camın önündeki koltuğa oturdu. Sonra o ertelediği soruyu sordu kendine. “Bu adam hep böyle miydi? Kendisine olan sevgisi bir yanılgı mıydı? O mu görememişti? Hayır, olamazdı. Kerem, Meltem için çok gemiler yakmıştı. Ailesine bile karşı çıkışları olmuştu. Peki şimdi ne olmuştu da böylesine düşüncesiz birine, basit bir programı haber verme nezaketi dahi göstermeyen bir duyarsıza dönüşmüştü? Üstelik benzer şeyler tekrarlanır olmuştu. Birlikte sofra kurup güle eğlene sohbet etmeyi hayal ettiği o adam tutup o saçma arkadaşlarıyla maça gitmişti.

Kız arkadaşlarını düşündü. İş yerinde kendi yaşıtı olan hatunları filan… Hiçbirine kolay kolay yapılacak bir hareket değildi bu. Kıyameti koparırdı onlar. Herkes kendi değerini korumayı beceriyordu da bir Meltem mi yapamıyordu bunu? Daha mı sert yapsaydı acaba, bir daha olursa büyük kavga mı çıkarsaydı? Bu adam bu kadını seviyorsa neden göstermiyordu? Evleneli şunun şurasında beş yıl olmuştu, incelikli tavırlar bu kadar mı kısa sürmüştü? Hale bak! Bir maça tercih edilmişti!

—-

Hale bakalım… Meltem’in bu soruları, kaygıları her ilişkinin bir noktasında az ya da çok yaşanan bir hal, öyle değil mi? Meltem için senaryo farklı, Hande için, Harun için, Selin için, Kerem için farklı olsa da… Tensel temasa karşılık bulamadığımız bir an, beklediğimiz şekilde kutlanmayan özel bir gün, zayıf hissettiğimiz bir olayda beklediğimiz desteği bulamamak… Böyle bir şey gerçekleştiğinde şeytan bu ya, akla ilkin aynı soruyu getirir: “Beni artık sevmiyor mu?”

İlişkide en temel, en can alıcı dayanak sevgi olduğundan bu konudaki hassasiyetimizi de elbette doğal karşılamamız gerek. Birbirimizi hayatlarımıza dahil etmemizin özünde birbirimizi çok sevdiğimiz, ayrı kalmak istemediğimiz ön kabulü var. Öyle ya, aşk evliliği yaptığımızda ilişkimizi daha yüce bir yere konumlandırıyoruz. Çok değil, birkaç kuşak önce bir evlilik için değer olarak sayılan mülk, aile, miras, itibar gibi başkaca unsurlar şimdilerde önemli olmadıklarını umduğumuz bir alana itildiler. Hala önemli olup olmadıkları ise bir başka yazının konusu. Ancak yüksek sesle uzlaştığımız bir konu var ki modern çağda ikili ilişkilerin hammaddesi olarak görülen değerlerimiz aşk ve sevgi.

İşte bu nedenle sevginin ayak seslerinin ilişkiden uzaklaşmaya başladığını hissettiren en küçük örnek bile dünyayı başımıza yıkmaya yetiyor da artıyor. Oysa gerçekten temelleri sağlam bir sevgi ilişkisinde olmasını düşlemeyeceğimiz bir durum bu. Yani sevgiyi bir “alma-verme”, bir beklenti gerçekleştirme yarışına dönüştürmediğimizde, sevdiğimizi olduğu gibi kabul etmeyi daha çok başarabildiğimizde, onun kendini var etme biçimine daha çok saygı duyabildiğimizde, yerine gelmeyen her talebimizde, beklentimizde ona bedeli yüksek bir fatura kesmekten vazgeçtiğimizde… Sevgi ancak böylesi özgür ve rahat bir iletişim ortamında kendine keyifle yeşerme ve var olma fırsatı bulur. O yüzden bazen gerçekleşmeyen bir beklentinin ardında gerçekleştiremediğimiz bir beklenti olması ihtimalini de göze almamız gerekir.

Şimdi bu öyküde bir de Kerem’e bakalım.

—-

“Serkan, yapma be abi? Bu hafta affedin beni. Bu ara işler de yoğun, mesaiye kalıyorum, evi ihmal ediyorum. Bir de Cuma’ya geliyor. Kutsal Cuma biliyorsun, Meltem çok beklentiye giriyor.” Serkan’ın ısrarcı ve alaycı yanıtını bir süre sessizce dinleyen Kerem, kırıldığını gizlemeye çalışan bir gülümsemeyle, “Abi vazgeçmediniz şu geyikten, ben sana kılıbık muamelesi yapmıyorum ama Selin arıza yaptığında…”dedi. “Tamam, tamam bir yolunu bulacağım! Siz mekândaki rezervasyona beni de ekleyin.”

Kerem’in çocukluk arkadaşları tuttukları takımın neredeyse her maçına gidiyorlardı. Maç öncesinde müdavimi oldukları restoranda yemek yeniyor, birkaç kadehle stres atılıyor, muhabbet ediliyor, sonra da çocuklar gibi şen bir grup olarak maça doğru akılıyordu. Yaşlarına yakışmayacak ölçüde yaramaz olabildikleri, slogan atıp adeta ortaokul sıralarına dönebildikleri, takımın başarısına göre kimi zaman mutluluğun kimi zaman kederin dibine vurabildikleri “kurtarılmış” zaman dilimleriydi bu buluşmalar.

Kimi afili kurumsal işlerinde oldukça başarılı beyaz yakalı, kimi saygın ticaret adamıydı, ama burada halleri bir başka oluyor, kendilerini kuşlar kadar özgür hissediyorlardı. Kerem bu buluşmalara evlilik sonrası ara vermişti. Zaten yoğun çalışıyordu, Meltem’in, bu talebini hoş karşılamayacağını biliyordu. Meltem bu maç konusu ne zaman açılsa veya ne zaman bir sosyal medya paylaşımına denk gelse onları ne kadar çocuksu bulduğunu söyleyip duruyordu. Hor görüldüklerinden habersiz çocuklar da Kerem’le epey dalgalarını geçmişler, onu hanım köylü olmakla suçlamışlar, gıyabında bol bol atıp tutmuşlardı. Gruptan bu şekilde kopan ilk değildi. Kalanların gözünde bir mağdurdu ama mağruru oynuyordu. Aslında bu sözleri gerçekten de önemsemiyordu. Arkadaşlarının gözünde itibarını kurtarmak gibi bir derdi yoktu Kerem’in. Belki başlarda biraz… Fakat sonradan bu duyguyu içinde eritmeyi başarmıştı. Meltem’i seviyordu ve onu üzmeyi hiç istemiyordu. Kırılgandı Meltem, olmadık bir nedenden uzun uzun susuyor, küsüyordu. Basit bir meseleyi ilişkide varoluşsal kaygılara taşıyabiliyordu.

Yine de gel zaman git zaman o çocuksu, o bol testosteronlu, o ağız dolusu coşkun halleri özlemeye başladı. Çocuklar da onu çağırmaktan vazgeçmediler, ara sıra şanslarını denediler. İşte böylece ufak tefek kaçışları, senede birkaç derbiyi kaçırmayacağı kadarcığını elde etmeyi başardı. Meltem bozuluyordu bozulmasına ama önceden haberi olursa o da kendine program yapıyordu. Heyhat bu Cumaki durum ekstraydı. Maç bir sonraki gündü ve üstelik daha bir önceki hafta gitmişti. Bu akşam söylese biliyordu ki Meltem bozulacak, akşamları zehir olacaktı. Soğuk mu soğuk havalar esecek, Kerem çok dil dökmek zorunda kalacaktı. Hem çok yorgundu hem de hiç sevmiyordu böyle havaları…

Meltem maçla kendisi arasında bir seçim yapar gibi hissettirmeseydi ona keşke. Daha farklı sevebilseydi keşke Kerem’i, böyle basit bir mevzuda tatsızlaşmadan. Eve dönüş yolunda düşünüp taşınıp bir karar verdi. Emrivaki yapacaktı ve sonuçlarına sonra katlanacaktı. Meltem’i tanıyordu, fevri şeyler yapmazdı, kapıyı üzerine kilitleyecek hali yoktu ya. Kendince içini rahatlatacak argümanlar yazdı kafasında. Çok çalışıyordu, buna hakkı vardı. Birçok arkadaşı bunu her allahın hafta sonu yapıyordu. Çok masum bir buluşmaydı, ihanet etmiyordu ya.

Ve o akşam Meltem’in anahtar sesini duyduğuna yatak odasına kaçtı, formayı arar gibi yapmaya başladı. “Haydi Kerem!” dedi kendi kendine… “Yapacak bir şey yok, bu sefer böyle! Doğal davran, ezik olma. Dikkatini dağıt, hızlıca fırla! Alışması lazım biraz da…”

İşte o Cuma bunlar yaşandı. Meltem pencere önünde kendini doldurdu, kaygıdan öldü, değer görmediğine hayıflandı. Kerem başına geleceklerden korkmakla kalmadı, Meltem’i üzdü diye de üzüldü. Arkadaşlara çaktırmadı durumu ama maçtan da muhabbetten de pek tat almadı. Stattaki maçta ne oldu bilmiyoruz. Ama Meltem’le Kerem’in ilişkisinde huzursuzluk, kaygı, kızgınlık, üzüntü kontrataktan birer gol attılar. Sevgiye hiç pas gelmedi. Ve sonunda ne yazık ki sevginin oynadığı takım olmadı kazanan…

İlginizi çekebilir: Böyle buyurdu “salkım söğüt”: Kusursuzluk arayışımız bir ağaca nasıl görünürdü?

Ela Uysal: Hacettepe Üniversitesi, Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra global firmalarda çeşitli görevler aldı. Kurumsal kariyerine devam ederken bir yandan kişisel gelişimle ilgili çalışmalara başladı. 2000’li yılların başında, Türkiye’de eğitimler veren İngiliz Psikolog Stephen Bray’in eğitim tercümanlığını ve 2005 yılında Amerikan The Coaching Institute’un Türkiye’deki eğitimlerinin çevirilerini yaparken ilişkilerin insan mutluluğundaki temel fonksiyonunu derinden sorgulamaya başladı. 2007 yılında bilişsel-davranışçı ekol ve felsefi danışmanlık gibi etkili sonuçlarını gördüğü metotlarla tanıştı. Felsefenin Pratiği, Davranış ve Duygu Değiştirme Teknikleri, Alışkanlık Değiştirme, Davranış Teorileri, 16 PF Kişilik Envanteri, Stresle Başa Çıkma, Aşılama Teknikleri, İlişkilerde Davranışçılık gibi teorik ve uygulamalı dersler aldı. Bireysel terapi seanslarına co-terapist olarak katıldı. Stonebridge College – Advanced Life Skills Coaching / İleri Yaşam Becerileri Koçluğu ve Psikoterapi diplomalarını aldı, Princeton University "Modern Psikoloji ve Budizm" ve "Uygulamalı Etik" (online) sertifikasyonlarını tamamladı. Gelişim ve bilgelik yolunda çok değerli bulduğu nefes ve mindfulness öğretilerini derinleştirmek için Türkiye'de ve dünyadaki ünlü nefes okullarından (Buteyko, Breatheology, Nefes Okulu) nefes eğitimleri aldı, Mindfulness Academy uluslararası akredite mindfulness eğitmeni oldu. Eğitim, seminer ve atölyelerlerle pek çok kurumsal ve bireysel ortamda ilişkiler, mindfulness, duygu ve davranış değişimi hakkında bilgi ve deneyimini aktardı. 2016 yılında "Mutluluk Atlası" 2020'de "Bulut Olmak" kitapları ile okurlarıyla buluşturdu. Kurucusu olduğu Ela Uysal Pozitif İlişkiler Akademisi’nde (PİA) daha iyi ilişkiler için çalışıyor ve ilkeli, itibarlı ve yetkin ilişki koçlarını dünyaya kazandırmak için eğitim programlarını sürdürüyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.



21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?



İlgili Makale