Bizden önceki nesiller için kolaydı. Evlenecektin, o kadar.
Hatta bazıları için kiminle evleneceğin bile belirlenecekti. Yani sana fazla bir seçenek bırakılmayacaktı. Alternatif eksikliği aslında işleri kolaylaştırıyor. Seçim yoksa yapacak bir şey de yok. Mutluluğu seçmekten başka…
Küçük yaşta yolun çizilirdi. Kiminle evleneceğin kesin olmasa bile kiminle evlenmeyeceğin belliydi. İşin, evin, evlendikten sonra yaşayacağın hayat bile belliydi -boşanma diye bir seçim yoktu. İki nesil önce lafı bile geçmeyen ayrılık, şimdi önemli bir istatistik teşkil ediyor. Gençler için evliliği sorgulamak artık ciddi bir konu.
Evlensem mi? Devamını getirebilecek miyim? Çocuk yaparsam sonra ne olur? Doğru kişi kim? Zor kararlar… Aile baskısı varsa bir de stres var. Alternatif fazlası da başka stres kaynağı.
Kilit soru “Evleneyim mi?” değil. Kilit soru:
Benden iyi bir anne / baba olur mu?
Ben bir bebeğe, çocuğa, ergene bakabilir miyim?
İlgilenebilir miyim, sabırlı mıyım, buna ayıracak zamanı kendimden feragat etmeyi göze alıyor muyum?
Gelirimi bunu karşılayabilecek şekilde artırabilecek miyim?
Bu sorulara kesin, net, şüphesiz, isteyerek ve severek olumlu cevap verebiliyorsan devam…
Hatalı yaklaşımlar ise: Herkes çocuk yapıyor, annemler torun istiyorlar, yaşlanınca bana kim bakacak gibi düşüncelerdir. Eğer bu düşüncelere sahipsen hemen çık bu oyundan, yanlış yöndesin. Çocuk yapma, evlenme.
Çocuk yapmayacakların resmi evlenmelerine bence gerek yok.
Beraber yaşa, saygılı ol, “eşim” diye tanıştır ama devleti veya dini ortak edeceğin bir anlaşmaya imza atmana hiç gerek yok. Sevgi ve saygıyı göstermenin mutlak yolu bu değil. Atılan imzalar karşılıklı saygıyı perçinliyor gibi gözükse de gölgeleyebiliyor maalesef. İmza olmadan karşılıklı saygı isteyerek devam ediyor, mecburiyetten değil.
Doğru kişi kim?
Mutlaka ki aşık olduğun kişi değil (Bu konudaki görüşlerimi daha önce aktarmıştım).
Yetiştiriliş tarzına en yakın olan kişi, en doğru kişidir. Yani ortak alanlar ne kadar çok ise o kadar senkronize olacaksınız ve iyi anlaşacaksınız demektir. Farklı görüşler genelde çocuk yetiştirme tarzında oluşur. Her iki taraf da çocuğu kendi yetiştiriliş tarzında yetiştirmek ister. Çünkü kendisi mükemmel yetiştirildiğine inanır. Bir İngiliz aristokrat ailenin tek çocuğunun, Çinli gecekondu ailesinin dokuz kardeşinden biri ile evlenip çocuk büyüttüğünü düşünsenize. Anlaşma şansı var mı? Bu yüzden seçilecek en mantıklı eş, ortak yanı en fazla olan kişidir.
Genler de çok önemli. Çocuğunu oluşturacak diğer %50yi seçtiğini unutmayıp, kişinin aile geçmişi, genleri, fiziksel ve ruhsal karakterlerini göz önünde bulundurmak akıllılıktır. Çok matematiksel oldu farkındayım ama aşk meşk gibi konular yeterince sürükleyici zaten, benim amacım farkındalığı artırmak.
Ne zaman?
Napolyon ne demiş? Para, para, para! İki kişilik bir aile olmadan önce en az üç kişiye yetecek geliri garantilemek gerek. Bunu yaparken de ebeveynlerinin evinde yaşıyor olmak hem iyi hem şart. İyi, çünkü para biriktirmek daha kolay; yemek, çamaşır derdi de yok. Şart, çünkü eğer kendi bekar evine geçip, yalnız yaşamanın rahatlığına alışırsan bir başkasıyla yaşamaya alışman çok, ama çoook zor. Tuvaletin kapağından yatakta çapraz uyumaya, hangi kanalı izleyeceğine kadar giden feragat etme listesi şahsa göre uzayabiliyor. Yani bekar evi konsepti, “çocuk yapmak için evlenmek isteyen” şahıslar için iyi bir fikir değil.
İstemediği halde çocuk yapan ve çocuğuna bakmayı sevmediği için onu erken yaşta yuvaya yollayan, yatılı okula veren veya yardımcıların eline bırakan bir nesil var etrafımızda. İşi bahane edip evden uzak duran kocalar, vücudunu deforme ettiği için süt vermeyen anneler bir hayli fazla. Adaylar yalnızca kendi istedikleri için ebeveyn olsunlar. Çocuklarına emek versinler, zaman ayırsınlar. Yemeklerini kendi elleriyle, pozitif enerjiyle hazırlasınlar. Bisiklete binmesini, yüzmesini bizzat kendileri öğretsinler. Hasta olunca antibiyotiği basmak ilk seçenekleri olmasın. Gerçekten sevsinler, istesinler o çocuğu.
Evli kalmak
Temel şartları herkes söylüyor zaten. Saygı ister, tolerans ister, anlayış ister… Evli kalmak uzun soluk işi. Annem ve babam 60. yıl dönümlerini yeni kutladılar; çok şey görüyorum, biliyorum, halen öğreniyorum.
Karakterimiz senelerle farklılaşır, zamanla olgunlaşırız, değişiriz. Zevklerimiz, isteklerimiz, tercihlerimiz değişir. Kereviz yemekten, kitap okumaktan zevk almaya başlayabiliriz. Cinsel fanteziler oluşabilir. Tüm bu değişiklerin karşılıklı eşler arasında paylaşılması, alay konusu olmaması ve kabullenilmesi çok önemlidir.
Kişi, kendindeki değişikliği fark edip, bunu zamanında paylaşmalı. Bu yüzden iyi iletişim şart. Eşinin bunu kabullenmeyeceğini varsayıp susmak, değişime uğramamış gibi davranmak büyük hata. Varsayımlar, iletişiminin önünü keser. Tüm varsayımlar hata. Kısacası uzun bir ilişki için değişimleri kabullenmek ve karşılıklı uyum göstermek gerek. Bir de ne olursa olsun çocuk(lar)ın önünde tartışmamak önem sırasında çok yukarılarda. Unutulmaması gereken konu şu ki, evlilik kurumunun ana sebebi çocuklar. Onlar her zaman öncelikli.
Sonsuza kadar mı?
Bence değil.
Çocuk ergenlik yaşına gelip gerek okul, gerek iş, gerek evlilikten dolayı evi terk edene kadar görev tamamlanmış değildir. Beraberlik itina ile korunmalıdır. Ancak sonrası sadece iki tarafın da isteği ile devam edebilir. 20-25 sene önce verilmiş sözler “hayat boyu” diye veriliyor, ancak hayat boyu çok uzadı. Eskiden bir ömür olan 35, artık yolun yarısı bile değil. Evlilik paradigması şekil değiştiriyor. Beraberlik iki tarafın da istediği koşullar mevcut ise devam edebiliyor. Evliliğin devamı “bu dönemden sonra” bir seçim. Devam için iki oy, bitirmek için ise tek oy yeterli. Devamını isteyen çiftler birbirlerini kaybetmemek için bambaşka davranacaklardır. Hem saygı, hem hoşgörü artacaktır. Dolayısıyla beraberlik mecburiyetten değil sevgiden devam edecektir.
Aslında bugün dünya böyle dönüyor. Bunlar benim hayalim değil, gördüğüm gerçekler. Sadece farkındalık ile analiz edip kendimce yazıyorum işte…
İlginizi çekebilir: İlaç şirketlerinin büyük hamlesi: Panik atak