Hayatı bir nehir gibi düşünün. Bu nehir akarken; bazen taşlar, bazen kayalar düşer. Bazen akışın yönü değişir ancak nehir hep akacak alan bulur.
Travma bu akışı bozacak bir enerji ile gelir. Nehrin kıyılarını yarar ve bir girdap yaratır. Girdaba yaklaşırsan içine çeker ve tekrar travmatize oluruz. İnsanlar bu durumdan kaçındığı için girdaba yaklaşmak istemezler. Bu durumda travmatik semptomlar ortaya çıkar ve yaşamsal alanları daraltır.
Aslında travmanın çözülmesinin sırrı fizyolojimizde saklı; çünkü travma, sinir sisteminde sıkışmış ve akacak yer bulamayan enerjidir.
Bir tehditle karşı karşıya kalındığında, sinir sistemi kaçma – savaşma ya da donma tepkisi verir. Bu, hem hayvanlarda hem de insanlarda aynıdır. Zira yaşamsal konular, alt beyin ve limbik sistem aracılığıyla istemsiz tepkiler doğurur.
Hayatta kalma konusu sebebiyle alt beyne, survival beyin de denmektedir. Kontrolü beyin sapı tarafından yapılır ve tehlike sezdiği zaman sadece tehlike unsuruna odaklanarak diğer sistemleri devre dışı bırakır.
Kaçma ya da savaşma tepkileri, enerjiyi organizmadan boşaltabilir ve travma ortaya çıkmaz. Ancak donma tepkisinde, travmanın yarattığı yoğun enerji, sinir sisteminde sıkışır. Aynı anda hem sempatik hem de parasempatik sinir sistemi devreye girer.
İnsanlarda neden travma oluşur?
Donma tepkisinin çözülmesi hayvanlarda içgüdüsel olarak tehlikenin geçtiğinin sezilmesiyle, derin nefes almalar, seğirmeler, istemsiz titremeler gibi sinir sisteminin doğal deşarj yöntemi ile olur. Dolayısıyla savunma mekanizması tepkileri döngüyü tamamlar ve travma oluşmaz. İnsanlarda travmanın oluşma nedeni, çoğunlukla bu doğal döngünün tamamlanamamasındandır. Üst beynin (neokorteks) yani düşünen beynin devreye girmesiyle, içgüdüsel tepkiler engellenir ve biz travmatize oluruz.
Yaşam sürecimizde karşımıza çıkan; ani olaylar, kayıplar, terk edilmeler, fiziksel veya cinsel taciz, kazalar, düşmeler, sürekli maruz kaldığımız çevresel stres kaynakları, doğum, cerrahi müdahaleler, doğal afetler gibi bedenimiz açısından yaşamsal tehdit olarak algılanmış çoğu olay sinir sistemimizde iz bırakır.
İlgili yazı: Travmatik olayların yarattığı stresle nasıl başa çıkılır?
Hayatımız boyunca yaşadığımız bu zor durumlar karşısında bedenimizin derinliklerinden gelen, ancak çeşitli nedenlerle gösteremediğimiz içgüdüsel savunma tepkilerimiz, sinir sistemimizde birikerek strese, küçük, büyük travmalara ve bunlara bağlı semptomlara neden olabilir.
Ne kadar tehdit içerdiği, kişisel özellikler, mevcut stres durumu gibi konular travmanın şiddetini ve niteliğini belirlese de, bir döngü başladıysa, sistemi tekrar dengeye getirmenin yolu bu döngünün tamamlanmasıdır.
Amerika’da bazı fizyoloji kökenli travma terapistleri, yıllarca bu döngünün insanda nasıl tamamlanacağı üzerine araştırmalar yapıyor ve bir takım terapi yöntemleri geliştiriyorlar. Bu terapilerin ortak noktası ve temel amacı otonom sinir sistemine etki ederek titreme, seğirme gibi istemsiz tepkileri ortaya çıkarmak ve sıkışan enerjinin akmasını sağlamak.
Psikobiyolojik yaklaşımlı bedensel terapiler psoas kasını işaret ediyor
Son yıllarda yapılan araştırmalar; sempatik sinir sistemi sinirlerinin özellikle core bölgesinde toplandığına işaret ediyor. Burada karşılaştığımız, bedendeki en uzun kaslardan biri olan ve omurgayı, pelvisi, bacakları birbirine bağlayan psoas kası. Psikobiyolojik yaklaşımlı bedensel terapiler özellikle bu kas üzerinde yoğunlaşıyor. Psoas kasının üst taraftan nefes ile ilişkili diyafram kası ile bağlantıda olduğunu ve travmanın nefes ve hareketin kilitlendiği noktada oluştuğunu düşünürsek, bu yeni bulgu çok mantıklı görünüyor.
Yoga pozlarının bir çoğu psoas kasını esnetip uzatır. Yoganın beden farkındalığı yaratmasının yanında psoasla çalışması da bu sistemin bir şifa kaynağı olmasında etkili diye düşünüyorum. Ancak psikobiyolojik yaklaşımlı terapilerde sadece esnetmek yetmiyor. Psoas kasını uyararak buradan ortaya çıkıp yayılan istemsiz bir titreme hali gerekiyor. Bu da, psoası uyaran bazı yoga pozlarında uzun kalarak deneyimleniyor.
Sistemin iyi tarafı, pozları öğrendikten sonra evde kendi kendinize de yapabilmeniz. Ancak titremeler başladığında, bedeni serbest bırakabilmek ve bu titremenin bütün bedene yayılmasına izin vermek kontrolü elden bırakmayan parçamız için bazen engel teşkil edebiliyor. Bu nedenle başlangıçta meditasyon süreçli terapi ile birlikte gitmesi daha etkili oluyor.