Size de böyle oluyor mu bilmem ama bana Kaçkarlar denilince yüksek yüksek dağların, ovaların, yaylaların ve gürül gürül akan derelerin resmi gelir gözümün önüne. Eğer gittiyseniz hatta buram buram kokusu da gelir burnunuza. İçilebilir akarsuları, yürünebilir yaylaları ve sırtları, konuşabilen ormanları, sevilebilir yürekleri ile kapılarını ardına açar Kaçkarlar bize.
Karadeniz’i atomlarına ayıramazsınız mesela, bir bütündür. Mesela vurulan horonla kulağınızda hiç dinmeyen tulum sesidir size yoldaşlık eden. Neşesi de öfkesi de gözlerinden size bulaşır. Bir de kışı vardır ki yazından, baharından daha güzeldir benim gibi sıcak sevmeyenler için. Dizinize kadar girdiğiniz kar tanelerinin maviye çalan rengini görünce aşık olursunuz kara ve kışa bile.
Mesela çok mu terlediniz duş, banyo aramak da ne demek soluğu doğru Fırtına Deresi’nde, Çinçiva’da alırsınız. Dünyanın nadir içilebilir akarsu kaynaklarının olduğu bu bölge hala ve her şeye rağmen bakir.
Şimdi böylesi bir atmosferde bir festival hayal edin istiyorum. Yaklaşık 200 doğa tutkunu, maceraperestin Fırtına Deresi yanına kamp kurduğu, gündüz düşlere, bulutlara ve yaylalara göçtüğünü, geceleri tulumla horon vurduğunu, bilmeyenlerin bile adeta bir atölyedeymiş gibi müziğe eşlik ettiğini düşleyin. Düşleyin çünkü yola çıkarken bizi nelerin motive ettiğini bilin istiyorum.
Tam da bu hayaller peşinde Voonka KaçkarFest için İstanbul’dan üç arkadaş araç ile yola çıktık. Mesafe yaklaşık 1250 km civarı. Bizim gibi yapmayanların büyük kısmı uçak ile Trabzon’a gelip, Havaş ile Rize Ardeşen’e ulaşmış oradan da dolmuşlarla Çamlıhemşin’e gelmişler. Bu gibi etkinliklere genelde katılımın neredeyse tamamı İstanbul’dan olurken ilginç bir şekilde Ankara, İzmir, Adana, Trabzon, Rize gibi şehirlerden de ciddi bir katılım sağlanmış.
Kamp alanı Çamlıhemşin’e yaklaşık 10 km mesafe ve asfalt sonrası beton yol. Çamlıhemşin’den Ayder – Zilkale sapağının sağından Zilkale’ye doğru giderken 10. km’deki Ada Pansiyon tabelasından kamp alanına giriş yaptık. Bayraklar asılmış son rotuşlar yapılıyordu. Biz etkinlikten bir gün önce kamp alanına çadırlarımızı kurup soluğu hemen yandaki Fırtına Deresi’nde aldık.
Biraz soluklandıktan sonra yürüme mesafesindeki Çinçiva Kahvesi’nde muhlama aşkımızı, Fırtına Deresi manzarasıyla taçlandırdık.
Tekrar alana dönüp kamp ateşi etrafında bizim gibi erken gelenler ve gönüllü katılımcılarla sohbet ve dinlenerek geçirdik. Ceviz ağaçları altındaki gölgede kurduğumuz çadırlarda sabahın ilk ışıklarına doğru uykuya geçebilmiştik.
Öğlene doğru katılımcılar Voonka KaçkarFest alanına giriş yapmaya başlamıştı. Tanışmalar, hazırlıklar derken ilk gün için yola çıkmaya hazırdık.
1. gün: Tar Deresi Şelalesi yürüyüşü
Araçlarla toplu olarak Ayder yolu üzerinde bulunan Tar Deresi Şelalesi’ne ulaştık, burada araçlardan inerek yaklaşık 2 km süren orta düzeyde dikliğe sahip patika ile şelaleye ulaştık. Bu şelalenin bir diğer adı da Bulut Şelalesi. Nasıl olmasın ki kırılımlı olarak 250 metre yükseklikten düşen bir şelaleye başka ne denilebilirdi ki? Yolda rehberlerimizin tavsiyesi şelaledeki suyu kesinlikle içilmemesi oluyor ki fotoğraflardan neden olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
İlk günün gecesi biraz yorgun olunsa da kamp ateşi ve etrafında toplanan insanların kanı kaynamıyor anlamına gelmedi. Planda yokken bir anda bir tulum sesi duyulmaya başlandı. Hangi ara o kadar insan ayağa kalkıp horon vurmaya başladık açıkçası ben anlayamadım.
2. gün: Sal / Pokut / Amlakit
Başta söylemiştim ya buralar en çok da sisi bulutu ile sonsuzluğa çağırıyor insanları diye. Şimdi işte o bulutlara karışmak için yola çıkıyoruz. Kamp alanından yine araçlara binerek yaklaşık bir buçuk saat sürecek hakikaten çok zor bir yola baş koyuyoruz. Buna rağmen bu dağ yollarında ne beton, ne asfalt ne de başka bir yol istemiyor olduğumuzu konuşuyoruz yol boyunca. Doğaya rağmen değil doğa ile birlikte yaşamayı ve uyum sağlamayı istemek ve öğretmekten başka çaremiz olmadığını da konuştuğumuz gibi.
Bu fotoğraflar yukarıda anlatmak istediğimi çok net olarak gösteriyor olsa gerek. Yolun sonu Pokut Yaylası, hemen sağında Sal yaylası. Pokut özellikle son bir kaç yıldır bulutların arasında bazen bulutların üzerinde misafirlerini ağırlayarak hemen hepimizin rüyalarını süslüyor. Burada biraz soluklandıktan sonra rotamız Amlakit Yaylası olacak. Uzun bir orman içi yolumuz var, biraz yokuş çıkacak biraz derelerden geçeceğiz. Derken yolun ortasında bir anda bastıran sis gürleyen gök ve yağan yağmur ile herkes yağmurluklarına sarılıyor. Nem bir anda inanılmaz bir halde sarıyor bedenimizi. Patika kayganlaşıyor, kayalıkların üzeri, dere kenarları tehlikeli bir hal alıyor, batonlarıyla gelenler uçurum kenarından destek alıyor, olmayanlar etraftaki kuru ağaç dallarından organik baton yapıyorlar. Kayanlar, küçük tehlikeler atlatanlar ve bir de ben. Önümüze bakmadan arkasından gelenlerin fotoğraflarını videolarını çekmeye çalışırken ayağım kayıyor. Küçük bir kaza da benden, neyse ki düşmeyi bilen kalmayı da biliyor da sıkıntı yok.
Katılımcıların arasında 3-5 yaşında çocuklar da var. Yol uzun olunca kiminin uykusu bile gelebiliyor. Biraz anne biraz babalar derken rehberler çocukları sırtında taşımaya başlıyordu. Amlakit’te bizi bekleyen araçlara binip Palovit Şelale’sine doğru yol alıyoruz. Palovit biraz turistik ve seyir terasına sahip, belki de maalesef beton yolu olunca çok fazla insan burada olabiliyor hafta içi olmasına rağmen.
Akşam yemeği için kamp alanına yakınındaki Çinçiva Kahve’de soluğu aldık. Sonrası malum kamp alanına varır varmaz Fırtına’nın muhteşem sularında bulduk yine kendimizi. Öyle ki kamp alanından gelip “arkadaşlar dereyi boşaltalım” dediklerinde zifiri karanlık çökmüştü.
İkinci gün yaklaşık 30.000 adım attık. Bunu şehirde yapsanız akşam yorgunluktan yatamazsınız, biz inanılmaz bir parkur ardından kamp alanına gelince ne yaptık peki? Tabi ki horon vurduk. Önce Pinhani sahne aldı, Sinan’ın bir gitar, bir kemençe bir tulum arkası saksafon çalarak bizi bizden geçirmesinin ardından sahneyi Meşona aldı. Hangi ara yine horon başladı yine fark edemedik. “Infinty” horon yapmışlar, bittikçe küllerinden doğdu. Sonrası malum kamp ateşi koyu sohbetler. Biraz uyku.
3. gün: Ortan Köyü’nde yürüyüş ve rafting
Çamlıhemşin’in en güzel köylerinden biri Ortan Köyü, lakin kalabalık misafirlerden yana biraz dertliler haklı olarak. Sanırım öğrenemediğimiz şeylerden biri de insanların köylerinde yaşıyor olmaları. Onlar da bu yüzden maalesef misafir kabul etmiyorlar normal şartlarda. Voonka Kaçkarfest’in kurucularından Caner ve Tayfun buna rağmen köydekilerden izin almayı başarabilmişler. Girişte birlikte toplanıp tanıştık ve onların yaşamlarına müdahil olmadan buradan geçtik. Köy iyi güzel ama sonrasındaki o muazzam patika da görülmeye değer. Çok dik ve uzun bir yürüyüş. Yola devrilen sayılır gürgen ağzı, el birliği ile altından üstünden geçen yaklaşık 200 kişi. Arada telsizlerden başlayan türkülere karşılıklı eşlik edenler, kanı kaynayıp o yolda horon vuranlar (şaka değil) derelerden geçerken suyun içinde nefes almalarımız… Bu kadar zorlu ve bu kadar keyifli olduğu yetmezmiş gibi yolun sonuna doğru vardığımız konaklar özellikle de Deli Mehmet Konağı… Bakın üç nokta koydum buraya, anlatmaya kelam yetmez. 100 yıldan fazla olmuş bu konaklar yapılalı. Hikayeleri inanılmaz. Burada biraz fazla vakit geçirip ekibin sonuna kaldığımız ve fotoğraf çekmeye doyamadığımız doğrudur.
Bu kez de yokuş aşağı bir yürüyüşle bizi bekleyen araçlarla Zilkale’ye doğru yol alıyoruz. Zilkale, Pontus döneminden kalan ileri karakol diyebileceğimiz kalelerden biri. Uçurumun kenarında Fırtına Vadisini bir uçtan diğer uca görebiliyor olduğunuz bu yapı yüzyıllardır tüm ihtişamıyla yerini koruyor. Lakin burada da yol olduğu için açıkçası beni mutlu etmeyen turlar ve kalabalık yormuş olabilir.
Bu kadar şey saydım, hiç mi düşmez insanların enerjisi hiç mi dinlenmezler. Bakın istisnasız tüm araçlarda özellikle iki türkü çalınıyor. Bizim serviste aynı türküyü kaç kez dinleyip alkışla eşlik ettik bilmiyorum. Turan Şahin – Ya Ben Anlatamadum, bir diğeri de Cimilli İbo – Karara Kikiri.
Bunlar yetmezmiş gibi bu kez rafting alanında soluğu aldık. Uzunca bir sıra olduk tabi biraz da kalabalık olunca. Yaklaşık 40 dakikalık rafting ve Zipline sonrası akşam yemeği ve kamp alanı.
Yine aynı şey olacak ama evet soluğu Fırtına Deresi’nde aldık. Ve tabi ki kamp ateşi yakıldı ve horonlar vuruldu. Önce Mehmet Kutanis sonra da Erdem Akın. Kaç kez oturup kalktık kaç kez nefeslerimiz tükenene kadar horon vuruldu inanın bilmiyorum. Gece yarısı horon biter, ateş başında sohbet ve yıldızlar altında gökyüzünü izleyerek günü sonlandırılır. Birçoğumuz çadırda kalmayıp tulumlarına girip açıkta yatmayı tercih ettiği muazzam bir gece.
4. gün: Artık herkes eve dönmeli
Ama dönmediler. Evet kamp bitti gidenler gitti iletişimler telefonlar, sosyal medya listeleri derken kimileri de eve dönmek yerine birkaç gün daha orada geçirmek için kaldı.
Biz yine yol boyunca aynı tüküleri çaldık, söyledik, yetmedi şehire dönünce adapte olamayıp gece uykumuzda bulutları, türküleri sayıkladık. Bugün olsa yine yaparım dediğimiz şeyler vardır ya Voonka KaçkarFest de bizim için öyle oldu.
Sözün özü; yol şehirde lazım. Biz bulutları, patikaları, dereleri ve insanları yolsuz sevdik.
İlginizi çekebilir:
Doğu Karadeniz’in ilk gençlik kampı organizasyonu: Voonka Kaçkarfest’te kamp ateşi ikinci kez yanacakDoğu Karadeniz’
Yaz aylarında Kaçkarları görmeniz için 17 geçerli sebep