Endülüs Bölgesi’nin ilk durağı: Tutkunun en kırmızı hali Sevilla
Endülüs bölgesi, büyük birçok küçük şehirden oluşmasına rağmen, en çok bilinen şehirleri Sevilla, Granada ve Cordoba olup; sıcağın, aşkın, kırmızının ve elbette dansın karışımından meydana gelmiş İspanya’nın en görülesi bölgesidir. Nietzsche, “dans etmeyen tanrı benden uzak olsun” sözünü bu bölgeyi gezdikten ve o muhteşem dansları gördükten sonra söylemiş bile olabilir, değil mi?
Bölgede tura çıkmadan önce belirtmek isterim ki heryeri karış karış yürüyerek gezeceğiz ve evet, biraz yorucu olacak. O zaman hem keyfini çıkarmak hem de çok yorulmamak adına bugün Sevilla’yı geziyoruz. Granada ve Cordoba’yı ise bir sonraki yazımız da gezeceğiz. O zaman en kırmızı kıyafetlerimizi giyip Sevilla’ya yola koyuluyoruz!
Sevilla mimarisi ve Al Cazar
Sevilla, mükemmel mimarisi ile sizi büyüleyeciğini daha şehre girer girmez anlayacağınız sımsıcak bir şehir. Şehirde gezip görülecek birçok yer var elbette ama, taşlarının dokusuna aşık olduğum Al Cazar’dan yola başlamak isterim, ki gezerken göreceksiniz ne kadar da bizim ruhumuza yakın bir mimari.
Fotoğrafta da görüldüğü gibi ülkemizde tarihi yapıları gezerken rastlayabileceğimiz yazı ve figürler Al Cazar’ın duvarlarında yer almaktadır. Bu durum elbette bir benzerlikten değil, yapının bir zaman Müslümanların himayesinde olduğunun göstergesi. Saray birçok kez el değiştirdiği için farklı medeniyetlerin sembolleri ile harmanlanarak bugünkü şeklini almış.
Araplardan kalan ve fotoğrafta görülen bu kısım, döneminde emirin konuklarını ağırladığı bölüm olarak kullanılmış. Sarayın ihtişamını gösteren en güzel bölümlerden biri olmasından mütevellit, özellikle bu bölümün misafir ağırlamak için seçilmesi elbette bir tesadüf değildir. Bu sarayın bir benzerini Granada yazımızda da göreceğiz.
Eğer bu büyüden kendinizi çekip alabilirseniz, ki çok zor, gezmeye devam edebiliriz. Ama şimdiden söylemekte fayda var, sokaklar da en az saraylar, katedraller kadar büyüleyici.
Santa Cruz mahallesinden geçerek yolumuza devam ediyoruz. Eğer benim gibi siz de yaz aylarında 40 dereceyi geçen sıcaklıklarda bu bölgeyi gezmeyi göze aldıysanız, bu mahalleden geçmek size çok iyi gelecek. Neden mi? Sokakların dar olmasından dolayı binalar sokakları gölgede bırakıyor ve püfür püfür yolunuza devam edebiliyorsunuz!
Plaza de Espana
Sevilla’nın ve hatta belki de İspanya’nın en büyüleyici yapılarından birine doğru ilerliyoruz, Plaza de Espana. 1929 yılında Expo İber-Amerikan Fuarı’na ev sahipliği yapan bu yapı Maria-Luisa Parkı’nın içinde yer almaktadır. Eee tabi yapı bu kadar ihtişamlı olunca birçok filmde de kullanılmış tabii. Star Wars hayranlarının “biliyoruz biliyoruz” dediğini duyar gibiyim.
Bu meydanda yer alan yapı ve görsellerin hemen hemen hepsinin temsil ettiği bir anlam bulunmaktadır. Gezerken ilk gözünüze çarpacak olan iki büyük kule, Kral 2. Fernando ve eşi Katolik İzabel’i temsil etmektedir, evlenmeleri ile İspanya Krallığı birleşmiştir. Meydanda şehirleri temsil eden görseller ve motifler de yer almaktadır. Ayrıca meydana Venedik hissiyatı katan su yolu Atlas Okyanusu’nu simgelemektedir ve bu su yolunun üzerinde yer alan köprüler ise İspanya’nın kuruluşuna katkı sağlamış ilk dört krallığı temsil etmektedir. Yürümekten sıkılmayacağınız bu meydanda çok güzel fotoğraflar yakalayabilirsiniz, en çok da güneşin batımına doğru.
Rotanın son durağı
Aziz Meryem Katedrali! Katedralinin önemine ve ihtişamına saygıdan bir süre uzaktan yalnızca izlemekle yetindik. Bu noktada katedralin öneminden kısaca bahsetmek gerekir.
Dünyadaki en büyük üçüncü kilise olup gotik mimari açısından da en büyüğüdür. Ayrıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer almaktadır. Yani bu tarihi yapı birçok “en”i bünyesinde taşımaktadır. İnşa edilme sebeplerinden biri de dönemin en önemli şehirlerinden olan Sevilla’nın varlığını göstermekmiş, sanırım amacına ulaşmış.
Artık yorgunluktan adımlarımız yavaşlamış ve gözlerimiz de tapas için yer aramakta iken Sevilla gezimizin sonuna geldiğimizi anlıyoruz. Sevilla’yı gezmek için iki gün ayırmanızı öneririm, ki nitekim Granada ve Cordoba’yı gezmek için birer gün yeterli olacaktır. Sevilla’da gezilecek tarihi yerlerin daha çok ve bu yerlerin de büyüklüğü açısından baktığımızda gezerken biraz yorulabilirsiniz ama söz veriyorum hiç pişman olmayacaksınız.
“Eeee bu kadar gezip ne yedin ne içtin” diye de soranlara; Endülüs’e gelip de İspanya’nın meşhur yemeklerinden tatmadan geçmedik. Yeme içme ve flamenko kısmından bir sonraki yazıda detaylı bir şekilde bahsedeceğim.
Sıcak sımsıcak Endülüs’e doyamayanlara dizinin devamını beklemelerini öneririm. Şimdi azıcık dinlenme zamanı…
İlginizi çekebilir: Kendime ait bir odadan bildiriyorum: Harita gerektirmeyen şehir Floransa