‘Endişeli Kalbim’: Subjektiften objektife bir yol
Köşe yazısı yazarken aile veya eş dostla ilgili yazmak sanırım kimsenin tercihi olmuyor. Çünkü insan herhangi bir sanat eseri karşısında objektifliğini kaybetmek istemiyor. Ben de Endişeli Kalbim sergisi ile ilgili yazmak isteyince önce kuzenim “Acaba doğru olur mu?” diye düşündü, sonra da beni tanıyanlar ne der diye kafa yorarken buldum kendimi. Ama sonra serginin daha çok kişiye ulaşması isteğim ağır bastı ve Balca Ergener sadece kuzenim değil, oldukça iyi bir sanatçı olduğu, ben de gezdiğim bir sanat etkinliğine objektif gözle de bakabilen, yıllardır çeşitli dergilerde farklı sanat dallarını bilgi süzgecinden geçirip yazabilen biri olduğum için bu haberi de sanat eleştirmenlerinin çok göz atacağı değil ama sanatseverlerin de günceli takip ettiği Uplifers Dergisi’nde yayınlamaya karar aldık. Kısacası, ne manidardır ki, yazının yolculuğu da Balca’nın sergisinin ismi “Endişeli Kalbim”le paralel olmuş oldu.
Fanilik ve mutluluk ilişkisi
Endişeli Kalbim, Balca Ergener’in ilk kişisel fotoğraf sergisi. Salt fotoğraf sergisi demek de doğru olmaz çünkü bu aynı zamanda bir enstelasyon sergisi de bana kalırsa. Ergener, anne oluşunun ardından çok sevdiği İstanbul’u bırakıp Zurich’e taşınmış bir sanatçı kadın ve de bir kadının hayatındaki en önemli periyotlardan biri olan evliliği ve doğumu, eserlerinin zaman aralıklarında taşıyor. Fanilik Ritmi ismini verdiği ve Meltem Ahıska’nın bir metninin eşlik ettiği bu bölümde Gezi Parkı fotoğrafları, yavaş yavaş veda ettiği şehrin onda bıraktığı görsel hafıza, kaldırımlar, taşlar… Kaotik ve dönüşmekte olan şehri belleğinde arşivlemek istemiş gibi sanatçı. Sonra yemyeşil İsviçre’de, doğma büyüme yaşamadığı bir şehrin kayalıklarına bakıyor. Burada gördüklerini anlamlandırmaya çalışıyor. Yeşil kayalar, yollar, doğa… Böylece; sanatçının da dönüşümüne şahit oluyoruz ister istemeden ve “Bir sanat eseri sanatçının çevresinde onu kuşatanlar mıdır?” diye sorguluyoruz. Üstelik bu soru “Sanatçı gördüklerinin yansıması olan bir ayna mıdır?” benzeri sorularla da çeşitlenebilir. Çünkü Balca Ergener eserlerindeki özgünlük ve transpanlıkla anlamı, gördüklerini sadelikle harmanlayarak yansıtıyor.
Farklı bir hayatın peşinde
Kendisi bir ülkeden diğer ülkeye göçerken belki de yaşadığı yabancılaşmayı içselleştiriyor ve iki ülke/kültür/dünya arasındaki farkları oyuncu bir yaklaşımla sergiliyor. İstanbul’un yıkık binaları arasında dolaşıp, kaldırımdaki babalardan birine takılmadan köşeyi döneyim derken, birden İsviçre’ye seyahat ediyor ve oradan getirdiği çalışmalarıyla oksijeni, kendi haline bırakılmış doğanın havasını soluyorsunuz…
Toplaşma, iğde oyunu ve azgın kadınlar imgesi
Sonra bunları anlamak için Kendini Unutmak isimli kelimelere ve alelade kelimelerin oluşturduğu şiirsel bir oyuna davet edilerek edebiyata başvuruyorsunuz. Çağrışım oyunları oynarken de Ergener’in sanatçı kimliğinin katmanlarından biri olan feminizme göz atıyor ve 2019’a ışınlanarak, İğde Ağacı altında kadınların kıkırdaşmalarını dinleyip, kadın bereketi üstüne hayallere dalıyorsunuz.
Bir tür yakın bellek daveti
Kısacası sevgili Balca, kuzenim diye demiyorum, ilk kişisel sergisinde bile kendisine bağımlılık yaratan bir yaratıcı dünyanın kapılarını açıp, sizi hayallere sürükleyebilmiş. İnsan herkes gitsin görsün ve Balca bizi başka sergilerle de samimi hayal gücüne dahil etsin isteyerek sergiden ayrılıyor. Bu da yazıyı sonlandırırken niyetim olarak burada dursun: Nice sergilere Balca’cım ve sergiyi 13 Temmuz’a dek Tütün Deposu’nda görmeyi unutmayın sanatseverler… Hatta belki sanatçı ile gezme imkanını da yakalarsınız önceden sergi mekanını arayıp sorarsanız. Bol keyif!
İlginizi çekebilir: Çiçeği burnunda yazar; Zehra Güngör