En yüce hal: Kendin olma cesaretini göstermek
“Korkuyorum” dedi çocuk.
“Peki neden korkuyorsun?”
“Kaybetmekten.”
“Başka?”
“Ben olmaktan korkuyorum” dedi.
“Sen olmak neden korkunç?”
“Ben, ben olursam beni kimse sevmez diye korkuyorum, yalnız kalırım diye…”
“Başka neden korkuyorsun?”
“Kendimin ne olduğunu bilmekten korkuyorum?”
“Peki bilirsen ne olduğunu, ne olur?”
“Kendim olmaktan başka çarem kalmaz, şimdiye kadar kurduğum her şeyden vazgeçmek zorunda kalabilirim.”
“Neden peki?”
“Yaptıklarımın ‘ben’ ile ilgisi olmaması ihtimalinden…”
“Peki başka neden korkuyorsun?”
“Görsem bile kim olduğumu, ona doğru yürüyememekten korkuyorum, gerçekleştirememekten…”
“Peki yürüyemezsen ne olur?”
“Başarısız olurum, beceriksizliği kabul etmek zorunda kalırım.”
“Peki kabul etsen ne olur?”
“Yok olurum, hiç olurum…”
“Ol o zaman. Hiç ol, başarısız ve sevilmeyen ol.”
Sevilmemenin mümkün olmadığı yerde, başarı diye bir şeyin olmadığı bu sistemde, imkansızı başar!
Bizi dizlerimizden kilitleyip bir yere mıhlayan korkularımız ve uçurtma aklımız… Oradan oraya savrulup izleyen ama kıpırdayamayan…
“Bırak gitsin” desek de, sımsıkı tutunup da sağa sola bırakamadığımız gardiyanlarımız.
İnsan kendi başına kendini dikermiş gardiyan diye. Ne de olsa, ona kendinden daha acımasız davranacak kimse yok şu hayatta. Kimseler bu kadar tutsak alamaz yüreğini senden başka ve kimseler vuramaz seni prangaya. Ancak sen işte, hem de gönüllü olarak tutarsın kendini o hiç de beğenmediğin yerde.
Özgürlük, güzel bir hayal olarak kalır.
Cesaret, nezaket, zarafet ve marifettir bizi özgürlüğe götüren.
Bunlar bir olmadığında, özgürlük yanılgısında olursun. Yürek zarafeti elden bırakmadan, korkuya rağmen cesaretle, nezaketle, ehil bir marifetle yürüdüğünde, varlığa özgürlük nakşolur.
Kendinden, olduğundan korkmazsın artık. Olduğun şey, zarafetle çiçeklenmiştir çünkü. Marifetinle bezemişsindir varlığını.
Emeğin altın lokmasıdır bu, tane tane özenle uğraştığın bilincin, sana özgürlüğünün müjdesiyle geliverir.
Kendi masalını yazmaya gelenler olarak, kendi masalımızı yazmaktan ödü kopanlarız. Bu yüzden, başkalarının masallarında oynamaya gönüllü oluruz. Evren boşluk bırakmaz, gücünü sen kullanmıyorsan, senin gücünü kullanacak olan bir durum çıkarır karşına. Çünkü yaşamın da bir amacı vardır. Yaşamın da olmaya devam etmek gibi bir ajandası vardır. Senle ya da sensiz…
Seni var ederek çoktan seçmiştir o, sabırla senin de kendini seçmeni bekler, hatırlamanı.
Eğer inat ediyorsan, direniyorsan var gücünle, önüne sana seni hatırlatacak, gücünü hatırlatacak birçok olasılık çıkarır. Buna rağmen görmüyorsan, buna rağmen olmaya geldiğin şeye direniyorsan, biraz daha zorlar seni.
Yine de olmazsa, en çok istediğin şeyi verir. Ama barınamazsın içinde. Yine de olmazsa, baştan başlar. Sana anlatıncaya kadar, en son nefesine kadar.
Ölüm en kesin şifadır. önünde sonunda anlarsın, önünde sonunda olursun kendin. önünde sonunda yaşarsın “sen” olmayı, gücünü ve güzelliğini.
Ama algın, direnen insan algısı bu şekilde anlamaz. Korkar ve cezalandırıldığını düşünür. Her şeyin üzerine geldiğini. Hem evet, hem hayır, her şey sana karşı değildir ama sanadır. Sen gör diye.
Hep bir fırsat çıkarır önüne, hiç bıkıp usanmadan. Çünkü yaşam seni sever! Sen kendini sevsen de sevmesen de, seni asla bırakmaz, unutmaz.
Yaşam demek, hava demek, su demek, bitkiler, hayvanlar, insanlar, dağlar, taşlar demek… Hepsi seni sever ve hizmet eder. Hepsi canlıdır, hepsi bizden yanadır. Kontratımızdan, sözümüzden, varlığımızdan yanadır. Hizmeti sonsuz ve marifetlidir, cesurdur.
Sen yapmasan bile o yapar, sen vazgeçsen bile o vazgeçmez.
Nasıl bir sevgiyse, kendini unutur, sen olur…
Sana da cesaretle olduğun şey olmak kalır, nezaketinle, zarafetinle, hayatın öğrettiği marifetinle…
Sen, sen ol.
Bundan daha yüce bir hal yoktur.
İlginizi çekebilir: Sığ sulardan derinlere: Sahte maskeleri bırakıp gerçek olmak