“Bu durumu yaşayan bir başkasına nasıl yaklaşırsın” Benim için hep çok etkili bir soru oldu. Tek başına hem olaylara daha objektif bakmayı hem de olayın dışında kalmayı sağlıyor. Bazen bir sergiye gidip o eserlere bakarken hissettiğimiz gibi her zaman ana mesajı anlamak kolay olmuyor ama diğer yandan bu anlamsızlığa takılmadan baktığımızda zihnimizi nasıl boşalttığını deneyimliyor, mutlaka bir şeyler anlıyor, öğreniyoruz. Yargılamadan baktığımız her an sanki sanatçı ve eserle bir iş birliği haline geçebiliyoruz, sanki bize destek için orada bekliyorlar 🙂
Hikayemizde türlü sürprizlerden biri bu sanat eserlerine bakarken ortaya çıkabiliyor veya zihnimizi boş bırakabildiğimizde, peki bir de bunun aksi olduğunda sıkışmış hissettiğiniz anlarda bazen sadece yaşanan olumsuz duruma odaklandığınız sizin de oluyor mu? Yaşanan olumsuzlukların bir yaratma sancısı olduğunu anlamaya başladığımdan beri bu konuyu farklı yorumlamaya başladım. Aylarca emek verdiğim şeyin bir anda filizlenmesi, değişim için attığım küçük bir adımın büyüyerek geri dönmesini kaç kez deneyimlemişimi sayamıyorum. Önümdeki günler için de benzer şeylerin olacağına delalet olan bu deneyimler, içimde bazen coşku yaratıyor.
Kendime zaman açtığım, tek başınalığımın keyfine vardığım bazı anlar var ki coşkuyla yaratıcılık kol kola gidiyor. Gerçekten boş bir zihinle kabuğun dışına çıktığımızda aslen hepimizin ne kadar yaratıcı düşünebildiğine inancım artıyor, nasıl ki doğaya bakınca sonsuz renk skalası varken belli renkler arasından seçim yapmak zorunda kalıyorsak aynı yerden çok uzun süre bakınca da benzer duruma düşüyoruz. Yaratıcılığın doğuştan gelen bir kısmı olduğuna inansam da “yaratımcı düşünce” hepimizin içinde olan ve ancak zihni boşaltınca ortaya çıkan bir durum. Bu ortamı birinin sağlamasını beklemek nafile oluyor çoğu zaman, bilinçli seçimlerle bu ortamı yarabilir, seçebilir ve de kalıcılığını sağlayabiliriz. Bir ilham anı geldiğinde onun üzerine niyet ve bilinçli çaba ile gitmek çok yeni konularda bize fırsat verebilir.
“Yaratıcı özerklik” ifadesi burada çok kıymetli geliyor bana, zihindeki sesleri susturmayı sağlayan bizi özgürleştiren o özerklik. Rich Rubin’in de söylediği gibi, “Dünya sadece sanatçılara sağladığı özgürlük kadar özgürdür.” Ve bu özgürlüğü ancak zihnimizi susturduğumuzda fark ederiz.
Aslında sadece geleceğe bakarken yeniden bir şey yaratmanın değil, geçmişteki malzemeyi de daha iyi hale getirmenin önemini görüyorum. Yakın zamanda okuduğum Japon felsefesinden “Kintsugi” formu değişen bir şeyin eskisinden de iyi bir hal alabileceğini çok güzel anlatıyor. Kırılan bir obje tekrar eski formuna getirilirken aslında her bir parça yeniden ve farklı şekilde yerine konuyor, bu parçalar yeni yaşanmışlıklarla bütünün dönüşümünü sağlıyorlar. Her gün var olanı farklı yollarla tekrar yeni forma sokma şansı hepimizde var. Kırılmasından, kopmasından korktuğumuz bazı şeylerin formunu değiştirirsek bir şeyler yaratmak da kaçınılmaz.
Heyecan verici bir şeyin peşine düşmek, amaç edinmeden cesurca yaklaşmak, bunu da eksik ve karanlık yanlarımızın varlığını kabul ederek kusursuz olmayacağını bilerek yapmak ufacık bir koru ateşleyebilir, umulmadık mucizeler getirebilir. Bunun için bizi yoran, sıkıştıran anları fark etmek, ders çıkarmak ve bilinçli şekilde bu durumları yönetmeye odaklanarak başladım ben. Hiç rota belirlemeden evden çıkmak, bir kitapçıda rastgele bir kitabın sayfalarını aralamak, tanımadığınız insanların olduğu bir etkinliğe gidip rastgele biriyle sohbet etmek, küçük ama çok etkili adımlar. Benim birkaç mucizem buradan doğdu, sizinkilerin de benzer şekilde yanı başınızda olduğuna eminim. İleriye veya geriye bir adım atınca her şeyi değiştirebilirsiniz. Mucizelerinize yaklaştığınız güzel günlere.
İlginizi çekebilir: Ömrümüz sürdükçe değişen kimliklerimiz ile nasıl yaşanır?