X

Dünyanın en değerli kavramları: Emek vermek, teşekkür ve takdir edebilmek üzerine

“Ayağında diken yarası olmayan, sinesine gül kokusu süremez.” Şems-i Tebrizi

Bugün emek üzerine inceleme yapalım istiyorum sizlerle birlikte. Emek benim kişisel olarak hayatta çok ama çok hassas olduğum bir konu. Emek ve özellikle emeğe saygı konusunda (beni yakından tanıyanlar bilirler gerçekten çok hassas bir yanımdır) dertleşmek istiyorum sizlerle bugün.

Bizler, günlük telaşımız içerisinde yanı başımızda verilen emekleri yeterince görebiliyor muyuz? Gelin şöyle soralım, “Bu emek için yeterince teşekkür edebiliyor muyuz?” ve diğer bir soru “Emeği takdir etmeyi biliyor muyuz (ya da akıl edebiliyor muyuz)?” Hayatımızda küçük bir anın, önemsiz olarak nitelendirdiğimiz, emek gerektiren bir diğer kişinin deyim yerindeyse göz nuru olan bu kavramı hayatımızda görebiliyor muyuz? Emek ile bizler için sunulmuş olan güzellikleri gerçekten biliyor muyuz? Bir ağacın meyve vermesi sizce karşılık beklemeden alçakgönüllülükle bizlerle paylaştığı o can-ım gölgesi, verdiği uzun emekleri için teşekkür edilmeyi hak etmiyor mu? Bizler öylece yanından geçip giderken bu nice olağanüstü emeklerin ne kadar farkındayız?

Şimdi hep birlikte “emek” kavramını kendi kaleminden dinleyelim bakalım bizler için neler söylüyor olacak…

Ben emek… Bir annenin doğum anındayım. Bir insanı dünyaya getirebilmek üzere aylarca kendi vücudu ile adeta savaş veren o annenin emeğiyim… Şu anda anlatılamaz olan acılarına karşın hala hayata olan inancıyla, sizi dünyaya getirmek üzere kendinden vazgeçen o güzelim annelerinizin emeğiyim… Ben emek, bir annenin sizi büyütmek için uykusuz kaldığı gecelerdeyim şimdi… Hastalandığınızda yanı başınızda geceler boyu gözüne bir damla uyku girmediği saatlerdeyim… Evet, ben emek o sizin tek adımınız için günlerce dil döken, düştüğünüzde sizin canınız yandı diye kalbi yerinden sökülen annenizin canından içerideyim… Sizi bugün olduğunuz insan olabilmeniz için bıkmadan yılmadan destekleyen ve her ne yaşa gelirseniz gelin karşılıksız sevgisi ile donatan o güzelim annelerinizin değişmez emeğiyim ben… Sadece bir teşekkür kadar yakınım size aslında… Günlerdir belki arayıp da hatırını sormadığınız o annenizin “Annecim nasılsın?” demeyi hatırlayasınız diye beklediği emeğiyim… O sizin kapıda olduğunuzu bildiğinde tık tık atan kalbinin içindeyim…

Ben emek, evet yanımdan geçip gidiyorsunuz… Hiç birinizin dikkatini çekmeye yetmeyen bu yürüdüğünüz sokağı süpüren can-ım Ali Amcanın ellerindeyim… O eller ki evde bekleyen hanımı için bu sokaklara emek vermeye devam ediyor, o elleri ki ay sonunda okul masraflarını düşündüğü güzel kızını okula gönderebilmek için her gün saat sabah altıda süpürge tutmaya başlıyor… Sizler mi, evet Ali Amcayı hiç fark etmediniz değil mi? “Kolay gelsin” demek “emek vermek” ne de olsa… Bir söz yeterdi oysa ki Ali Amcanın o güzelim emeğini takdir edebilmenize, sadece gözlerinin içine bakarak “kolay gelsin” demek ne yazık ki çokça emek gerektiriyor… Örneğin telefonunuzdan başınızı kaldırmayı gerektiriyor… Örneğin “sokağı süpürmesine” rağmen Ali Amcanın güzel bir insan olduğunu hatırlamayı gerektiriyor. Örneğin emeğin küçük veya büyük diye ayırılamayacağını anlamayı gerektiriyor… Ve evet örneğin bir gün sizin de Ali Amca gibi emekçi olmak durumunda kalabileceğinizi aklınızdan çıkarmayacak kadar çok emek vermeyi gerektiriyor…

Ben emek, bugün kocaman alış veriş merkezinin lavabosunda aynada göz göze geldiğiniz Ayşe Teyzenin yanındayım… Ayşe Teyze, evet buraları tertemiz yapıyor. Ben emek, Ayşe Teyzenin kalbinde atan hasta oğlu için hayat buluyorum şu anda… Tek isteği var, oğlu yaşasın, ona bir şey olmasın, o hasta da olsa çaresi de olmasa yeter ki yaşasın… Gece saat on oluncaya kadar devam ediyor Ayşe Teyze emek vermeye, her dakika her saniye kendi için bir tek şey istemeden geçiyor o günleri… Şimdi aynada göz göze gelip gözlerinizi kaçırdığınız Ayşe Teyzenin yanında duran emek, bir güzel günler dilemek lütfunda bulunmadığınız ben… Aynada göz göze geldiğiniz ama emeğine güzel bir söz veya dilekte bulunmayı bile çok gördüğünüz emek… Evet, size bakıyorum, Ayşe Teyzenin gözlerinden, yerinde siz olsaydınız ne hissederdiniz? Ben emek, gözlerinizi kaçırdığınız noktadan sonra dilerim kendi dünyanıza dönmenizi, tercihim Ayşe Teyzenin yüce dünyasında kalmaktan yana… Ve işte öyle de oluyor, siz yanımdan öylece geçip kendi muhteşem hayatınıza döndünüz bile…

Ben emek, dünyanın sesindeyim şimdi. Sizlere soruyorum, bu gezegenin size verdiklerine teşekkür ediyor musunuz? Her gün sizi barındırmak için verdiği emeğin, sırf siz gerçekten hayat bulasınız diye düzenlediği akışın, içindeki mükemmelliğin takdir edilmeye hakkı yok mudur? Nasıl olsa kirlenecek nasıl olsa kaybolup gidecek diyerek önemsiz gördüğünüz bu tabiatın güzelliği, siz güzel göreceksiniz diye gösterdiği çabası, sizlere yaşamak için yaşamınızın kaynağı olarak verdikleri (ve karşılıksız olarak verdikleri) bir küçük teşekküre karşılık gelemeyecek kadar değersiz bu kadar sıradan şeyler midir? Ne kadar farkındasınız yanı başınızda açan beyaz güllerin muhteşem kokusunun, bir gülün kaç zamanda çiçek açtığının, bir gül açsın diye toprağın, suyun, tohumun ne çok emek verdiğinin?

Aslında yaşamımız boyunca, her anımızda, bu muhteşem evren sadece ve sadece bizim için beklemeden, karşılık istemeden, bir şart koymadan, emeğin dilinden okuduğumuz üzere, hayatta kalabilmemiz için “emek” vermektedir. Küçük bir karıncanın da kocaman güneşin de aynı istekle aynı alçakgönüllülükle çalıştığı bir akışta, bir tek bizler evet biz “olağanüstü” insanoğlu bu emeği görmeyen veya görüp de bilmeyen veya görüp de anlayamayan veya teşekkür etmeye bile tenezzül etmeyenleriz…

Gelin bugünden itibaren bunu değiştirelim. Etrafımıza emeğin gözlerinden bakalım. Tüm emekleri kutsayalım, küçük veya büyük tüm emeklerin kıymetini bilelim. Emek için teşekkür edelim ve en önemlisi ise emeği takdir etmeyi öğrenelim…

En azından bu dünyada geçirdiğimiz zaman boyunca, elimizden geldiğince hep birlikte karşılık beklemeden, o kalbimizden gelen gücün güzelliğine kapılarak “emek” sevgisi için emek verelim…

 

İlginizi çekebilir: Hisleriniz dünyaya yansıttıklarınızdır: İçimizdekileri dışarıya yansıttığımız gizli yol

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale