Ekolojik travma: Doğal afetler ve ekolojik dengenin bozulması sinir sistemimizi nasıl etkiliyor?
Ekolojik travma, parçası olduğumuz, sürekli etkileşimde bulunduğumuz doğanın kötüye kullanılmasına ve bilinçli ya da bilinçsiz olarak yok edilmesine tanık olmak ve bu durumun bedende yarattığı bir dizi stres tepkisi olarak tanımlanıyor. Üzerinde yaşadığı dünyayla duyuları aracılığıyla iletişim kuran insan için, dünyada yaşanan tüm doğal felaketler ve doğanın sömürülmesi birer travma unsuru olabiliyor.
Algılanan ya da gerçekten deneyimlenen çevresel felaketler, benzer travmatik tepkileri ortaya çıkarabiliyor. Dolayısıyla her zaman bireysel olarak deneyimlemesek de, ekolojik yaşamın zarar gördüğüne, doğanın kötüye kullanıldığına bir ya da birkaç kez şahit olmak bile kronik bir stres bozukluğu geliştirilmesine sebep olabiliyor. Yani, yok olma korkusunun da ötesinde, kişinin çevreyle olan etkileşiminde günlük olarak deneyimlediği pek çok olay sinir sisteminin esnek dayanıklılık aralığını zorlayarak kronik stres geliştirilmesine sebep olabiliyor.
Evinizin yakınındaki ormanlık alanda bulunan ağaçların yol yapımı için kesildiğini görmek, fabrika atıklarının tertemiz bir nehre karıştığına şahit olmak, geri dönüşüm ve enerji tasarrufu konusunda geliştirilen takıntılar, iklim değişikliğinin gelecek nesilleri nasıl etkileyeceğine dair artan kaygılar ve çok daha fazlası direkt ve dolaylı yollardan bireyin travmatize olmasına ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu semptomları geliştirmesine neden olabiliyor.
Ekolojik Stres Bozukluğu
Yukarıda bahsettiğimiz tüm senaryolar birbirinden farklı gibi görünse de, ortak bir özellikleri var: Her biri, doğadaki gerçekten yaşanan ya da algılanan bozulmayla ilişkili içgüdüsel bir duygusal tepkinin açığa çıkmasına neden oluyor. İklim değişikliğinin ve çevreye verilen zararın insan psikolojisi üzerinden nasıl etkilerinin olduğunu incelemeyi amaçlayan güncel çalışmalar, pek çok bireyin üzüntü, hayal kırıklığı, umutsuzluk, öfke, endişe gibi Travma Sonrası Stres Bozukluğuyla ilişkilendirilen duyguları yoğun olarak taşıdığını ortaya koyuyor.
Ayrıca, toplum için ortak bir fayda sağlamaktan çok kâr etmeyi merkezine alan bir “tüketim kültürü”nde, çevreye özen göstermenin, doğayla ilgili hak savunuculuğu yapmanın, atıksız bir yaşam sürdürmenin ve tüketim kültürüne karşı çıkan bir bakış açısına sahip olmanın sosyal anlamda izolasyon hissini artırdığına dair de çalışmalar bulunuyor.
Doğaya insan tarafından zarar verilmesi ve doğal kaynakların istismar edilmesi travmanın insanlar üzerinde bıraktığı etkilere oldukça benzer sonuçlar yaratıyor. Yani, karşı karşıya kaldığımız ekolojik çöküş aslında kolektif olarak deneyimlenen bir travma deneyimi.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun psikiyatrideki tanımı, “olağan insan deneyiminin kapsamı dışında” olan beklenmedik şekilde yoğun ve sarsıcı deneyimlere verilen bir tepki olarak biliniyor. Bununla birlikte, travmatik olaylar, nadiren meydana geldikleri için değil, insanın hayata olağan adaptasyonunu bozduğu için olağanüstü sayılıyor. Travmatik olaylar genellikle yaşam veya vücut bütünlüğüne yönelik tehditleri veya şiddet ve ölümle kişisel bir karşılaşmayı içeriyor. Psikolojik travmaların ortak paydasıysa; yoğun korku, çaresizlik, kontrol kaybı ve yok olma tehdidi hissedilmesi.
Ekolojik felaketlerde, fiziksel veya duygusal sınırlar ihlal edildiğinden psikolojik travma belirtileri ortaya çıkıyor. Stres, sinir sisteminin esnek dayanıklılık kapasitesinin çok ötesinde deneyimleniyor ve regüle edilemeyecek kadar hızlı birikiyor. Tehdite karşı hazırlıklı olunmadığı için anında verilemeyen tepkiler, mağdurun ya da tanığın tehlikeyi fark etmesini engelliyor. Bu bakış açısıyla, ekolojik felaketler, doğanın kendisinin kompleks TSSB geliştirmesine yol açan, geniş çaplı bir travma deneyimi yaratıyor.
Çevreye duyarlı olan ve iklim değişikliği konusunu ciddiye alan kişilerin yaşamları, sosyal çevreleri ve gezegenleri hakkında yaşadıkları endişe, yas ve depresyon, yarın gündem dışı kalacak, geçici bir sorunun tezahürü müdür? Yoksa dikkate alınması gereken, insanlığın geleceğini tehdit eden gerçek bir ruh sağlığı sorunu mu? Cevap oldukça açık öyle değil mi?