X

Eko-anksiyete (eco-anxiety): İklim değişikliği, gelecek kaygısı ve varoluş sancısı üçgeninde hayatta kalmak

Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada kontrol altına alınmaya çalışılan orman yangınları, yüzyıllardır eşi benzeri görüşmemiş doğa olayları, seller, salgın hastalıklar, dolular, hortumlar… Dünyadaki mevsimsel ısınma ve soğumaların normal döngüsünün bozulmasıyla meydana gelen iklim değişikliği, aslında onlarca yıl öncesinde başlamış ve etkilerinin yakın zamanda görüleceğinin sinyallerini çoktan vermişti. İklim değişikliğinde geri dönülemez noktayı çoktan aştık ve artık yapabileceğimiz tek şey iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirerek, bu durumu mümkün olabildiğince az hasarla atlatmaya çalışarak doğanın kendisini iyileştirmesine zaman tanımak. İnsan eylemleriyle, seçimleriyle ve bilinçsizliğiyle kocaman bir gezegenin iklimini değiştirdi ve bu değişimin etkileri gün geçtikçe daha da hissedilir hale gelecek.

Hava kirliliği, kuraklık, salgın hastalıklar ve besin kıtlığı gibi insanın beden sağlığını olumsuz etkileyecek durumların yanı sıra, uzmanlar son yıllarda iklim değişikliğinin oldukça ciddi bir ruh sağlığı probleminde de artışa neden olacağını öngörüyor: Eko-anksiyete.

Eko anksiyete nedir?

Eko-anksiyete en basit tanımıyla, insanoğluna ve tüm canlılara ev sahipliği yapan Dünya’nın geleceği ve Dünya üstündeki yaşamın devamıyla ilgili kronik hale gelen endişe, kaygı ve korku halini ifade ediyor. 

İklim değişikliğine bağlı stres bozukluğu, ekolojik travma, eko-yas/ekolojik yas gibi doğayla, iklimle ve dünyayla ilgili pek çok farklı kavramı ve ruh sağlığı durumunu kapsayan eko-anksiyete, sadece endişe ve kaygı gibi duyguların değil, pek çok farklı ruh sağlığı durumuna ait çeşitli semptomların ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

İklim değişikliği karşısında eko-anksiyete geliştirmek normal mı?

Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle anksiyetenin ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını anlamamız gerekiyor. Kaygı ve endişe gibi duygularla tanımlanan anksiyete, bedenin algılanan tehditler karşısında doğal ve refleksif olarak verdiği kaçma-savaşma-donma tepkileri sonucunda ortaya çıkar. Düşme, yaralanma, aniden gelen çok yüksek ses gibi sinir sisteminde yoğun uyarılma ve aktivasyona neden olan pek çok somut durum anksiyeteyi tetikleyerek bedenin hayatta kalabilmesi için gerekli olan tepkilerin ortaya çıkmasına neden olurken; günlük yaşamda tehdit olarak ‘algılanan’, yani gerçekte bir tehlike yaratmasa da kişinin tehdit olarak algıladığı, gerçekçi olmayan düşüncelerle, inançlarla ve korkularla da beslenebilir.

Bu perspektiften bakıldığında iklim değişikliği, yıkıcı sonuçlarıyla her ne kadar yeni yeni yüzleşmeye başlasak da, hem insanlar hem de diğer canlılar için oldukça gerçek, etkileri gözle görülebilir ve somut bir tehdit. Bu nedenle eko-anksiyete, diğer pek çok anksiyete bozukluğu durumunda olduğu gibi gerçekçi olmayan inançlardan ve korkuya neden olan düşünce kalıplarından kurtularak başa çıkabileceğimiz bir ruh sağlığı problemi değil. Aksine organizmanın hayatta kalabilmesi için gerçekten korkması, sonuçlarından korunmak için çözüm üretmesi ve kendisini koruması gereken, motivasyon ve değişim için itici güç sağlayan bir duygusal tepki olarak işlev görüyor.

Eko-anksiyete diğer anksiyete türlerinden nasıl farklılaşıyor?

Ortalama sıcaklıkların her geçen yıl daha da artması, hava koşullarının ve mevsim normallerinin değişmesi; bitki ve hayvan türlerindeki çeşitliliğin doğal felaketler nedeniyle azalması gibi iklim değişikliğiyle bağlantılı pek çok durumun insan yaşamında ve tüm canlı ekosisteminde yarattığı kalıcı değişimler sizi alarma geçiriyorsa ve öfke, endişe, korku, panik, üzüntü gibi pek çok olumsuz duyguyu anlam veremediğiniz kadar yoğun ve sık yaşıyorsanız yalnız değilsiniz; ‘anormal’ hiç değilsiniz. Normal olmayan şey yaşanan durumun kendisi ve hissettikleriniz sadece anormal bir duruma verilen oldukça normal ve doğal tepkilerden ibaret. İnsan doğuştan empati becerisine sahip bir canlı ve parçası olduğu doğanın, bir arada yaşadığı canlıların zarar görmesi, derin bir travma yaşamasına neden olabiliyor. İklim değişikliğine karşı önlem alınmaması ve beraberinde gelen umutsuzluk bile başlı başına eko-ankiyete geliştirilmesini tetikleyebiliyor. Eko-anksiyeteyi tetikleyen diğer durumların başında,

  • İklim değişikliğini görmezden gelen ve önlem almayan önceki nesillere duyulan öfke ve hayal kırıklığı,
  • Kaderci bakış açısı,
  • Varoluşsal sıkıntılar,
  • Kendi tüketim alışkanlıklarınız ve karbon ayak izinizle ilgili yaşadığınız suçluluk ve utanç duyguları,
  • İklim değişikliğinin etkilerinden kaynaklanan doğal afetler sonrası yaşanan travma sonrası stres,
  • Depresyon, endişe ve panik duyguları,
  • Doğal habitatların ve vahşi yaşamdaki popülasyonların kaybıyla ilişkili yas ve üzüntü duyguları,
  • İklimle ilgili geliştirilen takıntılı düşünce kalıpları,
  • Yukarıdaki durumlarla bağlantılı ikincil sorunlar olan uyku problemler, iştah değişiklikleri ve odaklanma problemleri yer alıyor.

Tüm bunların yanı sıra artan stres seviyesi, özellikle iklim değişikliği konusunda aynı görüşe sahip olmadığınız arkadaşlarınız, partneriniz ya da aile bireylerinizle olan ilişkilerinizde de gerilimi artırabiliyor.

İklim değişikliği ile ilgili endişeler bazen o kadar bunaltıcı hale gelebilir ki, bu korkulardan ve duygulardan kaçınmak için dikkat dağıtıcı şeylerin arayışına girebilirsiniz. Bununla birlikte, dikkatinizi dağıtmak, yaşadığınız yoğun duygular üzerinde çalışmanızı engellediğinde ya da madde veya alkol kullanımı gibi sağlıklı olmayan başa çıkma stratejilerine dönüştüğünde yaşam kalitenizi ve ruh sağlığınızı olumsuz etkileyebilir.

Eko-anksiyete neden ve nasıl ortaya çıkıyor?

İklim değişikliği hem küresel hem de oldukça bireysel bir problem. Özellikle şehir yaşamında, günlük hayatın ve sorumlulukların içinde gezegenle olan bağlantınızı aktif şekilde düşünme ve bununla ilgili farkındalık geliştirme konusunda pek başarılı olamasak da, yaşayan her canlı gibi biz de doğaya bağlı ve bağımlıyız. Dünya’ya ‘toprak ana’ dememizin arkasında bir gerçeklik var: Doğa ve üzerinde yaşadığımız dünya hepimizin evi ve beslenmek, gelişmek, hayatta kalmak için dünyanın kaynaklarına ihtiyacımız var. Kendinizi bu gerçeklikten oldukça uzak hissediyor olsanız da, dünya var olmadan biz de var olamayız ve dünyanın yavaş yavaş yok olması bize kendi sonluluğumuzu hatırlatırken, yaşanan kayıpların yasını tutmanız ve kendi türünüzün yok olacağına dair endişe hissetmeniz oldukça normal. Gelin, eko-anksiyeteyi tetikleyen durumları biraz daha yakından inceleyelim:

Kişisel deneyimler

İklim değişikliğinin uzun vadeli etkilerinin neler olabileceğini bilmek ve o etkileri deneyimlemek tahmin edebileceğiniz üzere birbirinden oldukça farklı iki durum. Belki sel, kasırga, dolu, orman yangını gibi felaketler nedeniyle evinizden uzaklaşmak zorunda kaldınız ya da zor zamanlar yaşadınız. Belki de aynı felaketlerde sevdiklerinizi kaybettiniz, yeri tekrar doldurulamayacak kayıplar yaşadınız.

Bu kadar somut ve ani değişimler yaşamamış olsanız bile, aşırı sıcaklık ve artan yağışlar gibi kademeli olarak hissedilen değişimler bile vücut ısısının düzenlenememesi, biyolojik ritmin bozulması, daha az güneş ışığı alınması gibi dolaylı etkilerle kaygı ve depresyon semptomlarınızın artmasına, serotonin üretiminin azalmasına ve bu semptomlarla bağlantılı ruh sağlığı problemlerinin tetiklenmesine neden olan risk faktörlerini artırabiliyor.

Maruz kalınan haberler

İklim değişikliğiyle ilgili farkındalık oluşturulması ve bu farkındalıkla çözüm için etkili adımlar atılması konusunda medyanın gücü tartışılmaz. Ancak bireysel olarak iklim değişikliğiyle ve yıkıcı etkileriyle ilgili çok fazla habere maruz kalmak, yaşanan bilgi kirliliği ve kıyamet senaryoları bazen değişim için motivasyon sağlamaktan çok çaresizlik ve umutsuzluk gibi yıkıcı duyguları beraberinde getirebilir.

Yağmur ormanlarının giderek küçülmesi, mercan resiflerinin yok edilmesi, sayıları tek hanelere kadar inen türlerle ilgili anlatılar ve haberler yaşadığınız şoku ve yas duygularını daha da yoğun hale getirebilir. Bu derin umutsuzluk ve çaresizlik hali, bazı durumlarda çözüm üretme ve harekete geçme isteğini körelterek kişiyi içinden çıkamayacağı bir umutsuzluk girdabına hapsedebilir.

Kendi etkinizi azalt(a)mamanın yarattığı pişmanlık

Plastik atık üretimi, klima kullanmak, hayvansal besinler tüketmek, küvet doldurmak, hatta balkon yıkamak gibi günlük alışkanlıklarınızı sürdürmeniz ve bilinçli ya da bilinçsiz attığınız her adımda dünyaya bir şekilde zarar verdiğinizi bilmeniz, iklim değişikliğine bireysel olarak katkıda bulunduğunuzu düşünmenize ve pişmanlık, suçluluk, utanç gibi duyguların oluşmasına neden olabilir. Yaşam tarzınızla ilgili kendinizi sert bir şekilde eleştirmeniz ve yargılamanız, çoğu zaman değişim için adım atmaktan daha kolay olduğu için, bu yanılgıya düşerek kendinizi çaresiz hissetmeniz çok daha olası.

Evet, karbon ayak izinizi azaltmak, dünyanın kaynaklarını daha bilinçli kullanmak ve ihtiyaçlarınızı doğanın ihtiyaçlarına da duyarlı yöntemlerle karşılamaya çalışmak için bireysel adımlar atabilirsiniz. Ancak gelinen noktada iklim değişikliğini sadece bireysel çabalarınızla çözemeyeceğinizin de farkında olmalısınız. İklim değişikliği, kapsamlı bir değişim için küresel boyutta yaptırımlar gerektiren, oldukça büyük ölçekli bir sorun. Ve en önemlisi de, bu gerçekliğin farkında olsanız da kendi bireysel çabalarınızın kocaman bir okyanustaki bir su damlası olduğunu görmek de, güçsüzlük ve çaresizlik duygularıyla beraber eko-anksiyete geliştirmenize neden olabilir.

Kimler daha fazla risk altında?

Hepimizin var oluşunu sürdürebilmesi, yaşamına sağlıklı şekilde devam edebilmesi gezegenin sağlığına bağlı. Dolayısıyla hepimiz, bir ucu iklim krizini reddetme, diğer ucuysa iklim krizine bağlı yok olma korkusu arasında yer alan eko-anksiyete spektrumunun bir noktasında bulunuyoruz.

Bununla birlikte, bazı gruplar, iklim değişikliğine karşı görece daha savunmasız olmaları nedeniyle eko-anksiyete semptomları göstermeye daha eğilimli olabilirler.

Yıl boyunca tüm geçimini sadece ilkbahar aylarında ekip yaz aylarında hasat ettiği ürünlerden sağlayan ve daha önce, yaz ortasında yaşanan dolu yağışı nedeniyle tüm mahsülünü kaybetmiş olan bir çiftçiyi düşünün. Bu durumda olduğu gibi, geçimi doğaya ve hava koşullarına bağlı olan köylüler ve tarım işçileri şehirde yaşayan kişilere göre eko-anksiyete semptomları geliştirmeye çok daha yatkın olabiliyor.

Benzer şekilde, deniz kıyısında, ada ülkelerinde, kurak bölgelerde ya da yüksek jeolojik risk barındıran diğer bölgelerde yaşayan insanlar; sosyoekonomik olarak dezavantajlı olan topluluklar, gelecekle ilgili belirsizliğin tüm yaşamlarını belirleyeceği çocuklar, ergenler ve genç yetişkinler; engelli bireyler ve kronik sağlık sorunları olan kişiler eko-anksiyeteden kaynaklı risk grubu içinde yer alıyor.

Doğal bir afetin etkilerini atlatabilecek kadar kaynağınız olmadığında ya da devletin kaynaklarının son derece yetersiz olduğunu gördüğünüzde, gelecekle ilgili endişe taşımamanız mümkün olmayacaktır. Geçim kaynaklarınız tamamen doğaya ve hava koşullarına bağlı olduğunda sadece geçiminiz değil tüm kültürel ve bireysel kimliğiniz de değişen iklimle birlikte değişim geçirebilir ve varoluşsal problemleriniz eko-anksiyete geliştirmenizi tetikleyebilir.

Artan kuraklıkla birlikte çiftçilerin intihar oranlarının da arttığını gösteren, 2015 yılında yayınlanmış olan bir araştırmanın sonuçları da iklim değişikliği nedeniyle artan eko-anksiyetenin yıkıcı sonuçlarının hangi boyutlara ulaşabileceğini açık şekilde gösteriyor. Eko-anksiyete ile nasıl baş edebileceğinize, ekolojik boyutta yaşanan değişimlerin insan psikolojisini nasıl ve neden etkilediğine dair ayrıntılı yazıları ilerleyen günlerde #HaftanınTeması kategorisindeki yazılarımızda bulabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Çevresel psikoloji nedir: Çevreyle etkileşimimiz neden önemli?

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale