Ego ve sevgi çatışması: Gerçek sevgi nedir, nasıldır?
Babam. 3 kızı var ve hepimize de sonsuz, sınırsız bir sevgisi var. Bu yaşıma geldim bir dediğimi ikiletmedi derler ya, gerçekten öyle davrandı, yaşattı, yaşatıyor bizi. Aile, baba sevgisi konusunda çok şükür kardeşler olarak şanslı insanlarız.
Peki bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi? Bu durumun da aslında bir sınırı olmalı mı?
Seneler evvel gittiğim bir psikolgtan duymuştum ilk: “Babana olan sevgin bağlılık mı bağımlılık mı Gamze? İkisi arasında fark var.”
O gün bana koca bir soru işaretli kapı açmıştı psikoloğum. Ve bugün bu konuyu konuşmak isterim.
Öncelikle sevgi ne demek? Gerçek sevgi ne demek? Kendimce bildiklerimi ve yaşadıklarımı toparlarsam: Hiçbir beklentin olmadan, karşılığında sevilmeyi bile beklemeden sınırsızca kalbindekini, içindeki aşkı akıtmak karşındaki insana. Onu olduğu gibi kabul etmek; doğrularını alkışlamak, hatalarını şefkatle sarmak, kişinin tek başına özgür bir birey olmasına destek olmak.
Peki şimdi bu ne demek?
Bir insanı gerçekten çok sevmek aslında onun her şeyine koşmaktan ziyade onun hayata kendisinin tutunabilmesine destek vermek bence. Özgür olmasına, kendi olmasına, birey olmasına olanak tanımak.
Açıksözlülükle babam bizim için her şeyi ama her şeyi yapıyor. En basit şeyden hayattaki en karmaşık şeylere kadar. Öyle bir hal ki bizim yerimize de düşünür oldu. Ve doğduğumdan beri hep böyle olduğundan bu durumu o kadar normalleştirmişim ki bizi sevdiğinden her şeyi yaptığını düşünürken bize kötülük yaptığını uzun süre fark edememiştim.
Net hatırladığım olaylardan bir tanesini ben üniversitedeyken yaşadım. Arkadaşlarımla dışarıdaydık. Arabamı sokağa park etmiştim. Arabaya geri döndüğümüzde gece 01:00’di ve arabam çekilmişti. Arabamın yerinde olmadığını görmemle babamı aramak için telefona sarılmamın arasında yaklaşık 0.01 saniye falan olsa gerek. Yakın arkadaşlarımdan biri yakaladı beni o an:
“Ne yapıyorsun Gamze?”
“Babamı arıyorum.”
“Ne için yahu? Bırak uyandırma, hallederiz şimdi.”
“Ben ne yapacağımı bilmiyorum ki.”
Aldı elimden telefonu ve ben tabiri caizse dondum. Boş boş arkadaşlarımın suratına baktım. Birileri bir yerleri aradı ve hep beraber benim arabamı almaya gittik.
Düşünsenize durumun korkunçluğunu. Bilmiyorum! Çünkü babam beni böyle durumlarda kendim halledebilmem için hiç bırakmamış, kendi halletmiş. Ben sevgi, ilgi sanmışım o egosunu parlatmış.
Daha da kötüsü daha 1-2 sene evvel ailecek başımıza geldi. Yaşadığımız olayla hepimiz çarpılmışa döndük ve silkelendik.
Babam iş seyahatinde şehir dışındaydı. En küçük kardeşimin alerjisi tutmuş ve apar topar hastaneye götürmüştük annemle. Birkaç gün evvelinde de ileri bir tarihte Afrika’ya gideceğimiz için hepimiz mecburi aşı olmuştuk. Hastanedeki doktor da haklı olarak aşıyı nerede olduğumuzu, ne aşısı olduğumuzu vb. detaylı sordu. İnanır mısınız hepimiz kitlendik. Vücudumuza aldığımız aşı konusunda doktorun suratına bakakaldık. Fütursuzca babamı aramaya başladık. Çünkü her şeyi o bilir, her şeyle o ilgilenirdi ve bizim hiçbir şey yapmamıza, düşünmemize gerek kalmazdı! Babama ilk an ulaşamadık ve stres, utanç hepsi birbirine karıştı. Doktor şaşkınlıkla bize bakıyor ama biz daha da şaşkınız kendimize ve içinde olduğumuz hale. Sonunda babama ulaştık, tüm detayları öğrendik fakat o günden sonra her şeyi babama bırakmanın marifet olmadığını çok net anladık.
Babam da bildim bileli espriyle karışık şu cümleyi kurar hep: “Ben olmasam siz ne yaparsınız yahu?”
Anlıyorum ki bu cümle onun hoşuna gider. Herkes ona bağlı, her şey onun kontrolünde. Ona ihtiyacımız var! Sevgiden çok egodan geldiğini görmemek için kör olmak lazımmış ve evet körmüşüm.
Gerçekten de o haldeydik. Elimiz, kolumuz, hatta beynimiz olmuştu. Biz bütün gücümüzü farkında bile olmadan babama teslim etmiştik.
Gücünü teslim etmek. Bu olguyu da ilk ortanca kardeşimden duydum ve aile, aşk, arkadaş fark etmez her türlü ilişki için durup baktığımda ne kadar doğru bir tabir olduğunu söyleyebiliyorum şu an.
Aslında yapamayacağımız pek bir şey yok insanoğlu olarak. Uğraşmamak var, tembellik var, çabuk vazgeçmek, sıkılmak var. Ve siz hiç denemeden bile birinden bir şey istediğinizde aslında gücünüzü kendi arzunuzla karşınızdakinin ellerine teslim etmiş oluyorsunuz. “Al canım kontrol sende. Nasıl kullanmak istiyorsan kullan sen.” Ve sürekli gücünü teslim etmeye alışmış ve bunu farkında bile olmayan bir kişilikseniz kendinizi bir şey beceremeyen, güçsüz, başarısız bir tip olarak görüp öz güveniniz ve öz saygınız da buhar olup uçmaya maalesef mahkum oluyor.
Sonra da ver elini öz güven çalışmaları.
Aşırı derinlerde sanıyoruz ama hayat çoğu zaman en basit anlarda.
Pili biten bir kumanda için “Çalışmıyor bu!” diye söylenip geri çekilmek değil de neden olduğunu deneyerek bakıp pilini kendin değiştirmek veya arabanın uyarı göstergeleri yanıyor deyip “Ben anlamam, alın” demek değil de her şeyi bilen Google amcadan bakıp ona göre yol almak. Bu gibi minik şeyleri yaptığımızda, yapabildiğimizde; gücümüzü başka kimseye bırakmadığımızda, sonunda kendimize daha inanmaya başlıyoruz, mutlu oluyoruz, saygımız artıyor. Gündelik hayatın içindeki bu tip anlar aslında tam da kendimizi geliştirmemiz için en harika fırsatlar.
Babamı suçlamayacağım. Belki o da sevginin anlamını bu sanıyordur. Belki o da babasından böyle görmüştür. Benim yapmam gereken ise bu durumu fark etmişken bu döngüyü kırmak. Çünkü eğer ben de çocuğuma böyle, o da çocuğuna aynı şekilde davranırsa insanlık hangi noktada gelişir ki?
Bu durum bir tek bununla kalmıyor tabii, bir sürü yan açılımları oluyor.
Bu ara kendimden çok net gözlemdiğim ve gözüme batmaya başlayan şey ise herhangi bir konuda sürekli anneme babama fikirlerini soruyor olmam.
“Sizce bu ayna buraya olur mu, sizce bu renk buna uygun mu, sizce oraya gitsem mi gitmesem mi?” Hoop dur! Sonu yok! Onlar cevaplıyor cevaplamasına ama sonra ben “Bu yaşta hala bana hala çocuk muamelesi yapıyorsunuz, sıkıldım” diye ağlanıyorum. İyi de cancağzım, kendi sorumluluğunu almadıkça, güçlü bir şekilde birey olarak dimdik durmadıkça sana çocuk gibi davranılır tabii. Sensin buna izin veren. Onlar ego tatminiyle halinden hoşnut, ben ise hiç sorumluluk almayarak rahat yaşamaya alışmış geçinip gidiyormuşuz taa ki tüm bunlar benim gözümde aydınlığa çıkana kadar.
Farkındalık farkındalık diye etrafın inlemesi bu yüzden aslında. Fark ettikten soran güç bizde. Hoşlanmadığımız ne varsa süregelen değil de farklı seçimler yaparak hayatımıza bambaşka yön vermek bizim elimizde. Kötü haber: Kimse bizim için hiçbir şey yapmayacak. İyi haber: İstediğimiz an hayatımızı değiştirme gücüne sahibiz.
Nereden açıldı bu konu hayatında derseniz de köpeğimden dolayı gözlerimin önüne serildi her şey. Evde sürekli dibimde. Gölgem gibi. Su almaya kalktığımda, odama gittiğimde hatta tuvalete gittiğimde bile! Attığım her adımı beraber atıyoruz. Bazen evin içinde yürürken bilerek duruyorum ne yapacak diye. O da duruyor ve beni bekliyor. Geçen gün fenalık geldi bu durumdan ve “Yeter Bennie! Buradayım işte, dolanma peşimde. Bir yere gittiğim yok. Git biraz kendinle ol” diye kızdım.
Kızdığım anda da aydım. Onun hiçbir suçu yoktu. Güya sevgi adı altında onu bu hale getiren bendim! İçten içe bayılıyordum aslında bu duruma. Peşimden ayrılmamasına, bana ihtiyacı olmasına… Babamın bize yaptığının tamamen aynısını yapmıştım gayri ihtiyari!
Babamın nasıl bir motivasyonla böyle davrandığını anladım. Hiç farkında olmadığına eminim… Ve olmayacak da. Onun için böyle gelmiş ve böyle gidecek belli ki. Burada kendimi tekrar kendi elime almanın sırası bende. Sonra benim nasıl gözüktüğümü gördüm Bennie’e bakarak dışarıdan. Kendi başına bir şey yapamayan, hep birine ihtiyaç duyan, kendine güvenmeyen, cesaretsiz.
Ne kadar olmak istemediğim şey varsa oydum! İtiraf ediyorum hatta açık seçik söylenmese de bir ilişkimin bitiş sebebi içten içe tamamen bunlarmış. Haklıymış. Ben olsam ben de böyle biriyle beraber olmaya çekinir ve sıkılırdım!
Neden başıma geliyor, neden bunları yaşıyorum, hak etmiyor muyum diye faydasız soruların peşinde değil de her şeyin en güzelini hak ettiğimizi çok iyi bilerek azıcık kendimize dışarıdan bakabilmemizi sağlayacak soruların peşinden koşturursak; hayat enfes!
Başkalarının gücünden egomuzu beslediğimiz değil, kendi gücümüzü farkında olup kendimizden beslendiğimiz, kendimize aşk dolu bir hayata!
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Korkuyu yenen merak duygusu: İnsanı geliştiren en harika his