Efsaneleşmiş hikayeler: Aşk, kadın, acı ve başarı

Birkaç gündür yeni yazımın konusu ile ilgili kafa yoruyordum. Fark ettim ki son iki yazımı ilişkiler üzerine yazmışım. Bu sebepten olsa gerek, bu sefer başka bir konu olsun istiyor, fakat düşüncelerimi nasıl anlatabileceğim ile ilgili kelimeleri bir türlü bulamıyordum.

Bu satırları yazmadan yalnızca birkaç dakika önce ise bir konu belirdi zihnimde, kadınlar, ilişkiler ve başarıları ile ilgili. Aslında tam olarak ne yazacağımı bilmiyor olsam da, şu an yalnızca hislerimi kelimelerle buluşturmak hedefim. Kısacası yazının sonunu ben de sizler gibi merakla beklemekteyim…

Amy Winehouse ile ilgili bir sayfa takip ediyorum Facebook’ta. Gencecik yaşta kaybettiğimiz efsanenin neredeyse her gün hiç görmediğim yepyeni fotoğrafları ile karşılaşıyorum.

Görsel: blog.roughtrade

Geçen haftaydı sanırım filmini sinemada izledim. Ah be kadın, hayatının da kariyerinin de çok başındaydın, değer miydi bir adam için be Amy? O çok meşhur on-off ilişkisini biliyordum bilmesine de, ekranda izleyince çok daha farklı hissettiğimi paylaşmak isterim. Bize bıraktığı tüm o şarkıların, benim deyimimle hazinelerin değerini bu sefer çok daha iyi anladım. Aslında hissettiğim tam da, ölümünü asla kabullenemeyeceğimiz bir sevdiğimizden kalan bir kibrit çöpüne bile itinayla bakarken hissettiklerimiz gibiydi…

Düşünsenize, başka bir hayatı seçseydi de, yıllar sonra bile yine hafızalara kazınacakken, o aşk acısına dayanamadı ve meşhur 27 kervanına katılarak belki de kolay yolu seçti ve müzik tarihine adını hiç silinmemek üzere yazdırdı. Hepimizi de o etkileyici sesinden, kaliteli müziğinden mahrum bıraktı…

Görsel: wikipedia

Peki ya Frida’ya ne demeli? Onun da iki kez evlendiği, dünya çapında Meksikalı Michelangelo diye anılan Diego Rivera ile on-off ilişkisini kim bilmiyor ki? Birbirleriyle yaptıkları her iki evliliklerinde de aldatmalarla, patırtı gürültüyle dolu geçen yıllarda çektiği acıları bir çok kez paylaşan Frida Kahlo’nun ‘The Frame’ adlı eseri, uluslararası bir müze tarafından satın alınan ilk Meksikalı sanatçı çalışması olmuştu. Bazen aşk acısını, bazen geçirdiği hastalıkların verdiği fiziksel acılarını bastırmak adına kalemini ölüm döşeğinde bile bırakmadı ve kendisini sanata, komünizme ve elbette aşk(lar)ına adadı hep Frida…

Edie Sedgwick…

Yıllar önceydi, kim olduğunu bilmiyordum henüz ve hayatını anlatan Factory Girl adlı filmi izlemiştim. Hayran kalmıştım tarzına. Çok kişi bilmez Edie Sedgwick kimdir diye. Ama birçok kişi Andy Warhol ismini illaki duymuştur bir yerlerde. Bugün konumuz kadınlar olduğu için kendisinden çok bahsetmek istemesem de, Andy Warhol 1960’lı yıllarda kurduğu ’Factory’ isimli stüdyoda birçok star yaratmıştır. Ve Edie de bunlardan biriydi, belki de en başarılarındandı çünkü o Andy Warhol’un Superstar’ı olarak anılmaya başlamıştı. Aynı zamanda döneminin It Girl’ü olan Edie Sedgwick de aslında başarılarını bir kenara bırakıp belki de Bob Dylan’a olan ‘platonik’ aşkının acısıyla attı kendini uyuşturucu batağına.

Görsel: trini-g

Adeta bir devlet sırrı edasında, yıllardır gerçek mi yalan mı diye yazılıp çizilen bir rivayete göre, Bob Dylan ile birlikteyken hamile kalıp doktorların ısrarı ile bebeğini aldırması mı, çocukluğunda tüm ailesiyle birlikte evin babası ile yaşadıkları problemler mi, Andy’nin Superstar’ı iken bir anda Factory’den uzaklaş(tırıl)ması mı, yoksa bambaşka bir sebep miydi onu ölüme sürükleyen bilinmez. Ne yazık ki bilinen tek bir gerçek var, yalnızca 28 yaşındayken hayatını kaybetmiş olması.  

Grace Kelly desem peki? Dünyanın gelmiş geçmiş en güzel kadınları listesinde kuşkusuz ilk sıralarda yer alan Grace Kelly gibi bir prenses mi olmak isterdiniz siz, yoksa kısa zamanda başarılarla doldurduğunuz kariyerinizi çok daha ilerilere götürmek mi olurdu hedefiniz?

Görsel: bbc / alamy

Kendisine hayran bırakan, seksi ama aynı zamanda duru güzelliği olan Monaco Prensesi’nin iki cümlesi asla aklımdan çıkmıyor. Yazdıktan sonra sizler de nasıl bir hayatı olduğunu aşağı yukarı anlayacaksınızdır diye düşünüyorum.

“The idea of my life as a fairy tale is itself a fairy tale.”

“Hayatımın masal olduğuna inanmak da başarılı bir masaldır.” (Biyografisini yazan Donald Spoto’nun kitabındaki çeviri ile.)

Bir diğeri ise, birlikte katıldıkları bir davette (yanlış hatırlamıyorsam Prenses Diana’nın nişanıydı) kendisine “Hep böyle zor mu olacak?” diye soran Diana’ya bu daha ne ki gibi bir yanıt vermiş olmasıydı…

Lady Diana demişken onunla da ilgili birkaç satır yazmadan geçmek olmaz. Kendisine olan hayranlığımı önceki bir yazımda paylaşmıştım aslında. O kadar çok şey var ki Diana’yı Halkın Prensesi yapan… Yukarıda saydığım başarılarını kimseyle kıyaslayamayacağım 4 kadının aksine, o bir adamın arkasından gitmemişti, sanatını kariyerini onun gölgesinde inşa etmemişti. O kendini hayır işlerine ve iki oğluna adadı ve prenseslikten feragat edip Halkın Prensesi olmayı seçti. Ne yazık ki onu ise bizlerden paparazzi çılgınlığı aldı.

Görsel: sheknows / getty images

Bihter var birde tabii. Onunla ilgili tek söyleyebileceğim şey Firdevs’in ses tonuyla ‘Aptal’ olurdu herhalde…

Peki nedir bunca ve daha nice başarılı kadının erkeklerle olan bu ‘tutkulu’ ilişkisi? Nedir erkeklerin bizlerle alıp veremediği? Ya da nedir bizlerin erkeklerden tam olarak beklentisi? Var mı tüm bu soruların cevabı bir yerlerde? Ama öyle kişisel gelişim kitaplarındaki türden değil, harbi harbi bir cevap arıyorum ben, kendime, çevremdeki ve dünyadaki tüm kadınlara…

Hem kariyerinde harikalar yaratıp, hem de ilişkisinde başarılı olmak bu kadar zor olmamalı bir kadın için. Aşk acısından kimi hayatını, kimi kariyerini bitirmiş olan onca kadına soruyorum, değer miydi be güzelim? Değmez!

O zaman tüm kadınlara sesleniyorum, sanatınızı sırf acı çekerken yapmayın, kariyerinizde sırf aldatıldınız, terk edildiniz diye başarılı olmaya çalışmayın, sizi istemeyen bir erkek için ne hayatınızdan ne sevdiklerinizden ne de mutlu günlerden vazgeçin. Siz her şeyi kendiniz için yapın. Başarılı olmak istedikten sonra illa acı çekmenize gerek yok. Huzurlu insanların da başarılarla dolu hayatlar yaratabileceklerine inanmaktan vazgeçmeyin.

Sağlıkla, hoşlukla kalın.

İlginizi çekebilir: Aldatılmak üzerine: Aldatma, aslında nedir?

Kimler Geldi Kimler Geçti

Netflix Türkiye yapımı Kimler Geldi Kimler Geçti adlı dizinin ikinci sezonu yayınlandı geçen hafta. Ben de oturup izledim tabii hemen.

Dizide bir sahne vardı, sanırım beşinci bölümün başında. Leyla, arkadaşlarının çocuğuna bir masal anlatıyor ve şöyle diyor:

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar demiş Tolstoy. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Ve devam ediyor anlatmaya…

Birkaç cümle sonra, aslında bu cümleyi Tolstoy da söylememiş ama kimin söylediğinin ne önemi var ki gibi bir şey diyor.

İşte o an, ne kadar doğru dedim ben de kendi kendime. Olay tam da buydu. Ne kadar gerçek, ne kadar sahici, ne kadar hayatımızdan bir cümle öyle değil mi? Kimin söylediğinin ya da ilk halinden nasıl evrilip bu şekle geldiğinin çok da önemi yoktu oysa ki. Önemli olan cümlenin verdiği mesajdı bana göre. Hani vardır ya kim işine nasıl gelirse öyle anlar diye bir söz. Bence bazı cümleler de vardır ki, düşüncelerimiz birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, hepimizin anladığı tek bir anlam vardır o cümleyi duyduğumuzda, gördüğümüzde veya okuduğumuzda. Yaş, sınıf fark etmeksizin, hangi kültürden ya da dinden olduğunuzun bir önemi yoktur bunun için.

Gönül ister ki tüm sözler bu şekilde olsa. Ama olmuyor işte, ne yapalım…

Yazımın başlığını bilerek böyle seçtim. Neden diyecek olursanız iki sebebi var bunun aslında.

Serenay Sarıkaya başta olmak üzere, oldukça başarılı bir ekibin yer aldığı, bu kadar çok konuşulan bir diziyle ilgili  bir yazı olduğu gibi bir algı yaratmak da bir sebepti bu seçimimde, kimler geldi kimler geçti diyerek mecazi bir gönderme yapmak da vardı bugüne kadar edindiğim tüm ‘hobilerime’.

Hafta sonu arkadaşlarla çadır kampına gittik. Yılda birkaç kez gideriz, genelde yaz aylarında.

Bir akşamüstü sohbet esnasında baktım da etrafıma; bir yanımda gitar çalan bir müzisyen, bir yanımda bana göre dünyanın en güzel ve seksi dilini ana dili gibi konuşan bir Fransızca öğretmeni ve karşımda abim…

Abimi tanıyanlar, zaten onun yeteneklerini veya bilgilerini sıralamama gerek olmadığını bilirler.

Kendi alanlarında oldukça başarılı başka insanlar da vardı tabii aynı ortamda. O an, aklımda beliren ve de onlarla paylaştığım soru şuydu, peki benim yeteneğim ne?

Bunu daha önce de defalarca sormuştum kendime, belki de paylaştım da yazılarımda sizlerle. İşte yazımın başlığı tam da burada devreye giriyor aslında.

Kimler geldi kimler geçti…

Bu hayat ne hobiler, ne uğraşlar edindi bir bilseniz…

Piyanodan gitara, folklörden buz patenine, seramikten moda çizimine, daha şu an aklıma gelmeyen birbirinden oldukça farklı kulvarlarda denedim şansımı. Bazen hobimi işe dönüştürmeyi düşündüğüm zamanlar da olmadı diyemem doğrusu. Ama her birinde bir terk ediş, bir bocalama, bir heves kırılması yaşadım. Mesela 2 kez şarap kursuna gitmiş, üstelik bunlardan birisini de International Wine & Spirits Academy’nin (IWSA) İstanbul’da yer alan merkezinden edinmiş, sertifikayı alabilmek için sınava bile girmiştim, sanırım 9 ya da 10 yıl önce.

Sorun bakalım (abim bunu sık sık yapıyor) o eğitime ait şarap ile ilgili ne hatırlıyorsun diye; tek hatırladığım cümlenin, eğitmenimizin bize kırmızı et ile kırmızı şarap, beyaz et ile ise beyaz şarap diye bir kural yoktur, damak zevkinize hangisi uyuyorsa onu içmekte özgürsünüz (tam bu şekilde olmasa da içeriği buydu) dediğini…

Demem o ki, ne şaraba ne şarabın tarihçesine ait ne gitara ait ne de aldığım ya da edindiğim kısa süreli de olsa bir uğraşa ait herhangi bir bilgi ya da bir beceri kalmadı aklımda benim. Buna unutkanlığım mı sebep, umursamazlığım mı, yoksa burçlara inanmasam da yay burcu için çabuk sıkılır genellemesi mi bilemiyorum doğrusu. Ama ben de istemez miydim bir yeteneğim olsun, insanların ayakta alkışlayacağı?

Mesela müzisyenlik. Ah ne güzel bir iştir kim bilir…

Yakın dostlarım var mesela müzisyen, kimisi full-time bu işle meşgul olan, kimisi boş vakitlerinde anda arada ilgilenen, kimisiyse bu hobisini part-time işe çeviren. Duyuyorum elbet hepsinden bu işin zorluklarını da. Ama şu hayatta benim ve tahminimce birçok insanın en keyif aldığı şeyin müzik dinlemek olduğu da kaçınılmaz bir gerçek sonuçta.

Bir süre önce her güzelliğin bir çirkinliği vardır demişti bir müzisyen tanıdığım. Vardır elbette de, bir insanın yaptığı iş için düzenli bir şekilde takdir alması, en önemlisi hobisinden maddi ve manevi bir kazanç elde etmesi bütün çirkinlikleri sıfırlamıyor mudur sizce de?

Konumuz yine nereden nereye geldi. Ama alıştınız siz artık bana diye umut ediyorum sevgili okurlarım.

Bu arada aklıma gelmişken; yazılarımda ani konu değişiklikleri dışında fark ettiğim bir şey daha var. Giriş ve gelişmeyi bir şekil yapıyorum yapmasına da, sonuç bölümünde bir afallıyorum sanki. Ansızın konu bitiyor ama bir şeyler de havada kalıyor gibi. Bana mı öyle geliyor, yoksa sizde mi bu şekilde düşünüyorsunuz bilemiyorum ama, çocukluğumdan beri gittiğim onca kurs, aldığım onca eğitim, edindiğim onlarca hobinin yanında hiç bir eğitim almadan yapabildiğim tek şeyin yazarlık (onu da ne kadar iyi yapabiliyorsam tabii) olduğunu düşünüyorum. Bu bana babamdan geçmiş, doğuştan gelen bir yetenektir demek istiyorum istemesine de, biliyorum ki bu konuda yetenekliyim diyebilmek için muhtemelen bir ülkenin bütün fırınlarındaki ekmekleri yemem gerek.

Yazıyorum işte, öyle veya böyle. Keyif alıyor muyum bundan? Hem de nasıl! Kimi zaman anlaşılmasa da ben yazıyorum ya, ben anlıyorum ya, önemli olan odur belki de. Aynen yazımın ilk satırlarındaki sözde dediği gibi, bir insan bir yolculuğa çıkıyor ve hikaye başlıyor.

Ben de bir yolculuğa çıkıyorum yazmak ile, hadi şimdi başlasın benim hikayem de…

Kimler geldi kimler geçti ve bana bir tek yazı yazma sanatı kaldı ya, belki de en iyisi bu oldu. Oh be, iyi ki de oldu!

Sağlıkla sevgiyle ve en önemlisi, hayatınızın anlamı ile buluşacağınız günler dileğiyle…

İlginizi çekebilir: En büyük teşekkürlerim de sizlere

Türkiye’nin en iyi baklavacıları

Baklava, sadece bir tatlı değil; kültürümüzün, soframızın ve bayramlarımızın vazgeçilmez parçası. Ama herkesin bildiği gibi iyi baklava her yerde bulunmaz. Gerçek ustalık, kaliteli malzeme ve yılların deneyimiyle birleştiğinde ortaya çıkan o çıtır çıtır, damakta iz bırakan tat, herkesin peşinde olduğu o lezzettir. İşte Türkiye’nin en iyi baklavacıları:

İstanbul’un en iyi baklavacıları

Karaköy Güllüoğlu

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Karaköy Güllüoğlu-Nadir GÜLLÜ (@karakoygulluoglu)’in paylaştığı bir gönderi

İstanbul’da baklava nereden alınır sorusunun en popüler cevabı: Karaköy Güllüoğlu. 1949’dan bu yana aynı adreste hizmet veriyor. İncecik yufkası, sade yağı ve Antep fıstığıyla klasiklerin zirvesi.

Gaziburma

Anadolu Yakası’nın gizli yıldızı. Her katmanı incecik açılmış, yağı rahatsız etmeyen, şekeri tam kararında bir tat. Mahalle arasında böyle bir lezzet bulmak büyük şans.

Hafız Mustafa 1864

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Hafız Mustafa 1864 (@hafizmustafa1864)’in paylaştığı bir gönderi

Osmanlı döneminden bugüne gelen bir tatlı mirası. Baklavası kadar lokumlarıyla da meşhur olan Hafız Mustafa, İstanbul’un merkezinde nostaljik bir deneyim sunar. Midye baklavası ve çikolatalı çeşitleri oldukça popüler. Yoğun şerbetli değil; tam kararında tatlı sevenler için ideal.

Köşkeroğlu

Gaziantep kökenli olan Köşkeroğlu, İstanbul’da Karaköy şubesiyle öne çıkıyor. Fıstıklı baklavaları ve dondurmalı sunumlarıyla farklı bir baklava deneyimi sunuyor. Hem tatlı hem de kebap menüsüyle restoran atmosferinde hizmet veriyor. Sade yağı kaliteli, yufkası ise tam ayarında çıtır.

Kaşıbeyaz Baklava

Modern dekorasyon, geleneksel tariflerle buluşuyor. Özellikle dondurmalı havuç dilimi baklavası sosyal medyada sıkça paylaşılıyor. Porsiyonları büyük, malzemeden kaçınılmıyor. Ailece gidilebilecek konforlu bir tatlı mekanı.

İzmir’in en iyi baklavacıları

Tatlıcı Tombak

İzmir’in merkezinde yer alan bu tatlıcı, butik üretim anlayışıyla hizmet verir. Baklavaları günlük hazırlanır ve taze olarak sunulur. Şeker oranı dengeli, yufkalar ise çıtır çıtır. Yerel halkın yıllardır tercih ettiği bir esnaf işletmesi.

Baklavacı Nuri Usta

Bornova’da faaliyet gösteren Nuri Usta, ev yapımı lezzet arayanların uğrak noktası. Hem cevizli hem de fıstıklı seçenekleriyle dikkat çeker. Tatlılar el emeğiyle hazırlanır, glikoz kullanılmaz. Müşteri memnuniyetine önem veren, samimi bir mekandır.

Meşhur Gaziantep Baklavacısı Halil Usta

Gaziantep usulünü Ege’ye taşıyan Halil Usta, bol fıstıklı ve yoğun aromalı baklavalar yapar. Her gün taze çıkan ürünlerle İzmir halkına hizmet verir. Şöbiyet ve havuç dilimi gibi seçenekleri de mevcuttur. Geleneksel tatları modern sunumla birleştirir.

Gaziantep’in en iyi baklavacıları

Koçak Baklava

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Koçak Baklava (@kocakbaklava)’in paylaştığı bir gönderi

Gaziantep’in en çok tercih edilen ve sıkı kalite kontrol yapan baklavacılarından biridir. Fıstığın en iyisi, sadeyağın en doğalı kullanılır. Şöbiyet ve fıstıklı kare baklavası en çok satanlar arasında. Dışı çıtır, içi nemli ve dengeli bir tatlı profili sunar.

İmam Çağdaş

1887 yılında kurulan bu işletme, Gaziantep’in gurur kaynağı. Kebap ve tatlıyı aynı çatı altında sunan nadir yerlerden. Baklavası bol fıstıklı, yumuşak katmanlı ve yoğun aromalıdır. Mekan her zaman kalabalık ama servis oldukça hızlıdır.

Zeki İnal

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Zeki İnal (1830) (@zekiinal_1830)’in paylaştığı bir gönderi

Daha az bilinse de yerli halk arasında gizli bir favoridir. Baklavası bol fıstıklı ve oldukça hafif yapısıyla dikkat çeker. Üretimde geleneksel yöntemlerden sapılmaz; her tepsi ustalıkla hazırlanır. Gaziantep’te “gerçek lezzet” arayanlar için net bir adres.

Orkide Pastanesi

Klasik pastane konseptiyle çalışan Orkide, sade ama etkili bir baklava sunar. Sütlü nuriye ve fıstıklı burma kadayıfı oldukça beğenilir. Geniş oturma alanı ve temiz servisiyle aileler için uygundur. Şerbeti ağır olmayan, tatlıyı hafif sevenler için idealdir.

Adana’nın en iyi baklavacıları

Tatlıcı Köse

 

 
 
 
 
 
Bu gönderiyi Instagram’da gör
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Tatlıcı Köse 1964 (@tatlicikose1964)’in paylaştığı bir gönderi

Adana’nın en çok bilinen tatlıcılarından biridir. Kebaptan sonra tatlı için uğrayanlar oldukça fazladır. Cevizli ve fıstıklı seçenekleriyle geniş bir menüye sahiptir. Tatlılar taze, sunum ise hızlıdır.

Gönül Kardeşler

Yüksek kaliteye rağmen uygun fiyat politikasıyla bilinir. Şerbeti yoğun olmayan, kıvamında baklavalar sunar. Adana’da bayramlarda en çok tercih edilen yerlerden biridir. Paket servis hizmeti de oldukça yaygındır.

Şanlıurfa’nın en iyi baklavacıları

Mirzade Baklavaları

Mirzade, son yıllarda Urfa’da öne çıkan modern baklava üreticilerinden biri. Hem geleneksel tatları hem de yenilikçi sunumları bir arada sunuyor. Dondurmalı baklava ve özel fıstık dolgulu çeşitleriyle genç kuşağın favorisi haline geldi. Şık ambalajları ve hijyenik sunumuyla paket siparişlerde de iddialı.

Urfa Yörem Baklavaları

Yöresel malzemeleriyle öne çıkan bu işletme, Urfa’nın otantik tatlarını yaşatıyor. Geleneksel taş fırınlarda pişen baklavaları, yoğun fıstık ve sade yağ aromasıyla dikkat çekiyor. Özellikle bayram öncesi sipariş yoğunluğu yaşıyor.

İlginizi çekebilir: İstanbul’un en iyi kahvaltıcıları