Anne ve sütü… Çocuk ile kurulan ilk ilişkinin kaynağı, çocuğun besini. Çünkü çocuk ve anne buna hazırdır. Süt, annenin bakış açısından doğumun getirdiği bir sonuçken; bebeğin bakış açısından doğum, kendisinin neden olduğu bir şeydir. Neden-sonuç ilişkisi kendi içerisinde denklik sağlarken yanlış giden şey ne olabilir? Ya da diğer bir ihtimal ile neden-sonuç ilişkisi kendi içerisinde neden denklik sağlayamaz? Bu soruların cevabı; sınırsız gecikmeler, ötelemeler, ertelemeler…
Terapi odasında yetişkin bireylerin ifadelerinde aynı şeyleri duyarız. Bunlar, sınırsız gecikmeler, ötelemeler, ertelemelerdir. Peki çocuğun kişiliğinin dokusuna bu içerikler nasıl girmiştir? Beslenme deneyimi anne ve bebek arasındaki ilişkide belli bir bölümü kapsar. Beslenme deneyimi çocuğu canlı ve zinde tutar. Peki ya duygusal beslenme? Ebeveynler fiziksel olarak sağladıkları bu keşfi, bakımı duygusal olarak da sağlıklı şekilde sağlayabiliyor mu acaba? Maalesef, dediğimiz kitlenin sayısı çok geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Sağlıklı duygusal beslenme olmazsa ne olur?
Ebeveynlerin kimi zaman kendi içlerindeki anlaşmazlıkları, kimi zaman bir sebeple bir ebeveynin uzaklaşması, boşanma ve ayrılık ya da ebeveynlerden birinin ölümü ile gündeme gelebilen tablolardan bahsediyorum. Bunların yaşantısal krizler olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim. Tabii ki bu süreçte duygusal olarak ihmaller olabilir. Böylesi durumlarda aile içerisindeki dengede olan sistem bozulur. Bazen de sistem en başından itibaren bozuktur. Kadın ve erkek kendi aralarındaki ilişkiyi sağlıklı bir şekilde oturtamazlarsa anne-baba kimliklerinde de kendilerini bulamazlar.
Bozulan sistemin önemli sonucu acı içerisinde olan yetişkinin fiziksel olarak yanında olan çocuğa ya da çocuklarına duygusal olarak yetişememesidir. Aksine kendi yetersizliğini kapatmak adına çocuğunu bir yetişkin olarak görüp ona yaşadığı zorlukları anlatması ya da ondan destek beklemesidir. Çoğu zaman bu durumu terapi odasında ebevyenlerin ağzından şu şekilde duyarız “Ben çocuğum ile her şeyi paylaşıyorum!” ya da “Annem-babam benimle her şeyi konuşurlardı!”
Sağlıksız duygusal beslenme; duygusal ensesttir!
Çocuğun ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmama hali olarak tanımlayabiliriz. Bu süreçte ebeveynler kendi duygularıyla öylesine boğuşurlar ki çocuklarının en temel ihtiyacının beslenme olduğu noktasında kalırlar. Yaşanılan olayları anlatırken çocuklarının kendilerine duygusal olarak destek olmasını beklerler. Çocuk henüz olayları nasıl ele alacağını bilmezken, ailesinin sorunlarını dinliyordur. İşte bu duygusal ensesttir.
Duygusal enseste maruz kalan çocuk ne hisseder?
Yetişkinlerin çözmekte zorlandığı sorunlarda çocuğun mental ve duygusal gelişiminin yeterliliğinden söz edilemez. Mevcut krize ebeveynlerin de bir çözümü yoktur. Ebeveynlerin kendi sorunlarına çözüm ararken hissettiği çaresizlik, yetersizlik, endişe ve kaygı hali öylesine fazla gelir ki kendilerini arındırma adına çocuklarına farkında olmadan zarar verirler. Onlar çocuktur, yetişkin değil. Problem çözmeleri beklenemez.
Çocuğunu istismara uğratan her ebeveyn vaktinde kendisi de istismara uğramıştır!
Duygusal istismarlar hayatımızı yönlendirir. Nasıl mı? En basit ve en çok karşımıza çıkan şey; bireyin kendini ifade etmede yaşadığı güçlüktür. İfade edemediği için kendini tanımlayamayan birey yakınlık kurmakta zorlanır. Yakınlık kurarken hoşuna gitmeyecek eylemleri yaparken bulur kendisini ya da rahatsız olduğu şeylere anlayış göstermek adına göz yumarken. Diğer bir ifadeyle sınır koymakta zorlanır. Ebeveynlerine ikircikli duygular besler; bir yandan onları çok severken diğer yandan nefret duygusunu hissederken bulur kendini. Tüm bunlar bireyin kendilik algısını zedeler; kendine saygıda azalma görülür.
Özetle; ebeveynin çocuğa sanki bir yetişkinmiş gibi doğrudan yaklaşımı yanlıştır. Bu durumu kendi duygularıyla baş edemeyen ebeveynin ebeveynlik kimliğinden istifade etmesi olarak da tanımlayabiliriz. Ebeveynlik yetenekleri ile ilgili kuşkuya düşen her bireyin kendi öz bakımları adına bir uzman ile görüşmelerini öneririm.
Sevgiler…
İlginizi çekebilir: Hayatın görünmez bir hediyesi var: Can sıkıntısı