Duyma engelli bireylerin düşünme süreci nasıl işliyor?
Duyma engelli bireylerin ‘’iç sesi’’nin nasıl olabileceğini hiç düşündünüz mü? Gün içinde bir çok farklı anda, farklı insanlar ve farklı olaylarla ilgili zihnimizden bir çok şey geçiririz. Düşünme sürecinde genelde zihnimizde kendi sesimizle, kendi kendimize konuşur; içeriden bir yerden gelen sese kulan vererek düşünce sürecimizi gerçekleştiririz. Peki, duymayan bir insanda bu süreç nasıl işliyor? Duyma engelli bireyler zihinlerinde yer alan düşünceleri nasıl seslendiriyorlar? Bu süreç aslında duyma engelli insanlar arasında da farklılıklar gösterebiliyor.
Doğuştan duyma engeli olan ve işaret dili öğrenmiş bireyler, düşünme süreçlerini de işaret dili yardımıyla gerçekleştiriyorlar. Şaşırtıcı olan, doğuştan duyma engeline sahip olan ancak ses eğitimi yardımıyla belirli bir ölçüde konuşabilen bireylerin yalnızca işaret diliyle değil, öğrendikleri ve çıkarabildikleri seslerle de düşünebiliyor oluşları. Normal duyan bir bireyin ‘’iç ses’’ olarak adlandırdığı, düşünce sürecinde kendi sesiyle düşündüklerini içinde söze dökmesi durumu gibi; duyma engelli bir birey de düşünürken kafasında yer alan düşünceleri işaret diliyle zihninde canlandırmaya çalışıyor.
Duyma cihazı kullanan ya da tamamen duyma kaybı olmayan bireylerde, ne kadar duyabildiklerine bağlı olarak, düşünce sürecinde sesli sözcükler devreye girebiliyor.
Duyma engeli, önemli bir sebepten dolayı görme engelinden ya da diğer duyusal aksaklıklardan çok daha tehlikeli olabiliyor. Bu sebep, duyma kaybının beyin gelişiminde yarattığı olumsuz etkilerden kaynaklanıyor. Bu durum asla duyma engelli insanların beyinlerinde problem olduğu ya da zihinsel kapasitelerinin duyan insanlara göre yetersiz olduğu anlamına gelmiyor. Yalnızca konuşmanın ve dilin, beynin işleyişinde sahip olduğu önemli görevin aksaması, zihinsel bir takım problemlerin ortaya çıkışına zemin hazırlıyor. Burada bahsedilen dilin yalnızca ‘’harflerin, kelimelerin ve cümlelerin sese dökülmesi’’ durumu olmadığının ve işaret dilinin de tıpkı normal dil gibi bir iletişim aracı olarak kullanıldığının altını çizmekte yarar var. Beynin zihinsel süreçleri yürütebilmek için kullandığı bir dil var ve bu dil yardımıyla ‘’iç ses’’ olarak adlandırılan olguyla düşünce sürecini yürütüyor. Daha somut bir örnekle açıklamak gerekirse, beyin tüm zihinsel yapıları içinde barındıran bir bilgisayar gibidir. Bilgisayarın kasası, bu yapıları taşıyan bir donanımdır ancak yapıların kullanılabilmesi ancak bilgisayara yüklenecek yazılımla mümkün olur. Beynimizde yazılım görevi gören ve tüm süreçlerin işlemesini sağlayan şey dildir.
Son zamanlarda yapılmış olan araştırmalar; dilin beyinde yer alan hafıza, somut düşünme ve kişisel farkındalık gibi bölgelerdeki işleyişlerle doğrudan ilişkisi olduğunu gösteriyor. Yani bireyin konuştuğu dil, beynin işleyişinde görev alan en önemli unsur. Belli bir yaşa erişmiş, işaret dili eğitimi alma şansı olmayan duyma engeli bireyler; beyinde gerçekleşen süreçlerin dil eksikliği nedeniyle aksamasından dolayı, beynin işleyişinde yaşanan problemlere bağlı bir takım zihinsel engellerle karşı karşıya kalabiliyorlar. Zihinde yaşanan bu eksiklik, ileriki yaşlarda çok daha ağır problemlerle karşılaşılmasına neden olabiliyor; çünkü beyin gelişiminin büyük bir kısmı erken çocuklukta tamamlanıyor ve ileriki yaşlarda problemlerin çözümlenmesi çok daha zor bir hal alabiliyor. Yani, erken yaşlarda işaret dili eğitimi almamış olan duyma engelli bireyler, zeka engelli olarak etiketlenerek yaşamları boyunca bir çok farklı zorlukla karşılaşabiliyorlar.
Peki, nasıl oluyor da dünyanın her yerinde bir çok farklı işaret dili bulunurken, ses eğitimleri yapılırken ve dil eğitimi almak bu kadar kolayken; bu bireyler hala zihinsel süreçlerde zorluk yaşayabiliyor? Problemin temeli 1880’li yıllarda işaret dilinin kullanımının yasaklanmasına ve duyma engelli bireylerin konuşma dilini kullanmaya zorlanmasına, yani ‘’normalleştirilmeye’’ çalışılmalarına dayanıyor. Bu duruma zamanın düşünce yapısı ve bilimsel bulguları dikkate alınarak bakıldığında, duyma engelli bireylerin konuşma dilini öğrenebilecekleri bir kapasitede olduklarının düşünüldüğü ve duyan insanların dünyasında daha rahat yaşayabilmeleri için böyle bir adım izlendiği söylenebilir. Fakat günümüzde özellikle beyin ve zihin üzerine yapılan çalışmaların yoğunluk kazanmasıyla birlikte, bu uygulamanın yanlış olduğu anlaşılmaya başlandı.
Bu konuyla ilgili son dönemlerde yapılan çalışmalar, hiç duyamayan bireylerin beyinlerinin konuşma dilini, işaret dili kadar etkin bir şekilde beyin işleyişinde kullanamadıklarını gösteriyor. Yani, işaret dili yerine konuşma dili öğretilen ve bu yolla düşünen bireyler, zihinsel süreçlerin gerçekleşmesine yardımcı olan ‘’iç ses’’i asla tam olarak geliştiremiyorlar.
Bilimsel bulgular ışığında, yaklaşık son 100 yıldır duyma engelli bireylere zorla konuşma dili öğretilmesinin yerini, işaret dili öğretiminin aldığını görüyoruz. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde duyma engeli olan bireyler mümkün olabildiğince erken bir yaşta işaret dili eğitimi alıyor ve gerekirse ikinci dil olarak konuşma dilini öğreniyorlar. Bu nedenle yalnızca duyma engelli bireylerin değil, toplumdaki herkesin işaret dilini mümkün olabildiğince erken yaşta öğrenmesinin desteklenmesi, bu bireylerin normal gelişimlerini sürdürebilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Kaynak: Today I Found Out